|
|
|
|
#1 |
|
Şayet, kendimizi Cenâb-ı Hakk’ın rızasına adamış ve o rızayı da Zât-ı Ulûhiyeti duyurmaya bağlamışsak, artık nerede olursak olalım, hangi şartlar altında bulunursak bulunalım, bizim için durmak, acizliğe düşmek ve mesuliyetten kaçmak söz konusu değildir. Zira, “Bahar gelsin, hava ısınsın, çiçekler açsın, bülbüller ötmeye başlasın... işte o zaman ben de şakırım!” şeklindeki bir düşünce bir disiplin insanının mülahazası olamaz. O kışta da şakımalıdır yazda da; baharda da güle Türküler söylemelidir güzde de. O, her mevsime ve her döneme göre bir dil ve üslup tutturmalı, dilbeste olduğu hakikatleri terennüm etmekten asla geri durmamalıdır.( M.Fethullah GÜLEN )
|
|
|
|
|
|
|
| Sayfayı E-Mail olarak gönder |
|
|
#2 |
|
Meryem hırkasız.
Meryem taraksız. Ne sırtını sıvazlayan oldu, ne saçını ören, hem yetim hem öksüz... Ah üzülme yine de. Rızkı Allah'tan gelir her yetim gibi Meryem'in de. Allah varsa ne gam! Sibel Eraslan, farklı dini kaynaklardaki bilgileri bir araya getirerek, bir biyografi kitabından ziyade edebi bir metin içinde Meryem'i aradı, anladı ve yazdı.tavsiye ederim :-* |
|
|
|
|
|
|
#3 |
|
Üstad'ım bu alıntılar için teşekkürler...
Bu ne hız..bugün size gazeteler dayanmamış anlaşılan.. Artılarımızında iadesini verelim üzerimizde kalmasın + |
|
|
|
|
|
|
#4 |
|
Bazıları “yemek için yaşasa” da, insanoğlu, genelde “yaşamak için yer!”
20.10.2008 - Hasan Karakaya |
|
|
|
|
|
|
#5 |
|
Önceki gün yine, “özgürlükler ülkesini” düşündüm;
Bir de “esaretin mabedini”. Bir de vicdanıma sordum, Bir garip ağırlık çöktü omzuma. İki kelime: “Özgürlük”, “Bağnazlık”. İşte o “bağnazlık” kulaklarını “sağır”, gözlerini ve vicdanlarını “kör” etmiş! Dine karşılar! Çünkü din onlara göre bir “dogma”! Tesettüre karşılar! Tesettür onlara göre bir “simge”. Hadi dine-tesettüre düşmansınız, anladık; Peki, özgürlüklere neden karşısınız? Kısıtlanan özgürlükler bu ülkede bir sorun değil mi? Bu sorunu kanayan bir yara olarak görmüyor musunuz? Bu yaranın bir şekilde tedavi edilmesi, bu sıkıntının bir şekilde giderilmesi gerekmez mi? Siz inanıyor musunuz, bu “kılıfın” bu derde derman olacağına? Çözmek, demokrasi ve hukuk içerisinde halledilmesi mümkünken, laikliği istismar ederek yaranın üzerine kezzap dökmek midir? CHP dilekçesiyle, ezici çoğunluğun “Tutsaklık-esaret son bulsun, ülkemiz özgürlükler ülkesi olsun.” kararını apar topar iptal etmişler; Sonra da “kılıf” bulmanın derdine düşmüşlerdi. “Özgürlük katline” ferman bulma çabaları… *** “Kılıf” bulmuşlar; Heyula dolu evhamlara, vehimlere, korkulara, niyet okumalara dayalı bir kılıf! Bugün, Bu tablo karşısında, Özgürlüğü düşündüm yine. Karamsarlık çöktü içime. Tuhaf bir ağırlık yüklendi omzuma. Bazen karabasan basar ya, Kâbus başlar arkasından… Öyle bir şey. Yine de ümitliyim. Bir gün mutlaka, “Özgürlük ve demokrasi karşıtı eylemlerin odağına” neşter atılacak Anladık ki bunların “mutasyonla” çağdaş değerlerden nasiplenmesi imkânsız. TURGAY YENER |
|
|
|
|
|
|
#6 |
|
Güzelin tanımını en güzel İslam yapıyor… İslam’ın güzel dediği güzeldir. Bu açıdan güzelin, iyinin, doğrunun, gerçeğin adresi bellidir… Başka referans aramaya ihtiyaç yoktur…
İştahların, arzuların, şehvetlerin, hevaların beşeri ideolojilerin güzellik tanımı, tercihi görelidir, aldatıcıdır… Evet, güzellik izafidir… Esas olan aziz ve celil Olan’ın işaret buyurduğudur… Yapay güzellikler… Rölatif güzellikler… Çoğu zaman yanıltıcı, saptırıcı ve baştan çıkarıcı olabiliyor… Bize lazım olan sadece göze hitap eden güzellikler değil… Çünkü; arızi güzellikler aldatıyor… Önemli olan gök merkezli güzelliklere kendimizi açık tutmaktır… Müteal güzellikler… Rabbani güzellikler… Baki güzellikler… Genelde geçici beşeri ve dünyevi güzellikler insanı büyülüyor… Basireti tutulan insan baki güzellikleri atlayabiliyor… İşte önemli olan sentetik, estetik, kozmetik dünyanın güzelliklerinden sonsuz güzelliklere uzanabilmektir… İmaj çağında tüm iç güzellikler görselliğe feda edildi… İnsanoğlu çamurunu makyajlamakla meşgul, cevherini unuttu… Neyimizle güzeliz? Endamımızla mı? Evladımızla mı? Emlakımızla mı? Emtiamızla mı? Envanterimizle mi? Yoksa amellerimizle mi? Hangi güzelliklerin peşindeyiz? Gelişigüzel değil gerçekten güzel olanın arayışında mıyız? Kirlilik kanıksandı… Kötülerin iktidarı kutsandı… Güzellikler tüketildi, üretilmedi… Güzelin çoğu zaman sadece edebiyatı, hatıratı, hamaseti ve hasreti kaldı… Çirkinlik, çılgınlık ve çarpıklık hep alkışlandı… Kirlilik, çağdaşlık ambalajı ile sunuldu… Güzellere ve güzelliklere hayat hakkı tanımayan bu çağ sabıkalı bir çağdır… Çirkinliklerin güzellikleri örtmesi kabul edilemez… Bir çok yerde güzellikler acemiliklere, aşırılıklara, asabiyetlere kurban gitti… İnsanlık güzele hasret… Toplumlar iyiye muhtaç… Güzellik perspektifini sadece göze indirgeyen, gönlü atlayan anlayış arızalıdır… Güzelliği ve gerçeği Samiri’nin buzağısında arayan mantalite sapkın ve şaşkındır… Bize gelince, kötü bir dünya kaderimiz olamaz… Kötülüklere yakınmak, sızlanmak, şikayetlenmek, kahretmek ancak kötülerin ömrünü uzatır… Bize düşen görev, karanlığa küfretmek değil bir mum yakmaktır… Kalıcı güzelliklere imza atmaktır… Ertelenen güzellikler güzellik değildir… Belki güzel rüyalar görmek güzeldir, ancak ondan da güzeli her gün yeni güzelliklere uyanmaktır… Çünkü; “iki günü müsavi geçen aldanmıştır” buyurmuyor mu Efendimiz? RAMAZAN KAYAN Yalçın bey ne yapabilirim yazının ahengini bozamıyorum ![]() Siz okumaktan yorulmazsınız okuyun efendim iki kelamda ...iki satır fazla paylaştık diye veryansın yok ![]() |
|
|
|
|
|
|
#7 |
|
gönülden hanımla yalçın beyi takip etmek yazılarını okumak insanın hayatta kazanacağı mükafatların enbüyüğü olur.Maşaallah deryasınız imreniyorum size...
|
|
|
|
|
|
|
#8 | |
|
Alıntı:
Aman Hakan bey sizin bakış ufkunuzun güzelliğinde paylaştıklarımızı aynı eksen etrafında paylaşmak kadar güzel ve imrendirici olmak, güzel bakan düşüncelerinizden olsa gerek.. Yalçın üstadıma yetişmeye çalışıyorum ![]() |
||
|
|
|
|
|
#9 |
|
|
|
|
|
|
|
|
#10 |
|
Ortada tuhaf ve çelişkili bir durum var: 1924 tarihinde Büyük Millet Meclisi'nin kabul ettiği Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (yani Anayasa), kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyen bir yüksek mahkemeyi öngörmemişti ve 1924 Anayasası Mustafa Kemal Paşa'nın anayasasıydı.
1924 Anayasası, 27 Mayıs 1960 tarihine kadar yürürlükte kaldı; o gün, Milli Birlik Komitesi, ordunun bazı silahlı güçlerini kullanarak hükümet darbesi yaptığında bu anayasaya karşı işlenebilecek en büyük suçu işledi çünkü 24 Anayasası'nın 103. maddesi aynen şöyle diyordu: "Teşkilât-ı Esasîye Kanunu'nun hiçbir maddesi, hiçbir sebep ve bahane ile ihmal ve tatil olunamaz." Komiteci ve darbeci subaylar o gün, Atatürk'ün anayasasını sadece ihmâl etmekle kalmadılar, tâtil de ettiler. 1924 Anayasası, 27 Mayıs günü öldü, tarihe karıştı, ortadan kaldırıldı. Bu suçun cezası, o günkü TCK'nın hükümlerine göre öyle ağırlaştırılmış müebbed filan değildi, düpedüz idamdı. Atatürk'ün Anayasası'nda Anayasa Mahkemesi yoktu; niçin yoktu? Cevabını ben biliyorum ama bir kere de Atatürkçü zevattan duymak isterim; acaba Atatürk, yaşadığı çağın icablarından haberdar mı değildi? Kezâ Atatürk'ün Anayasasını beğenmeyip yerine yenisini yaptıran Atatürkçülerin fikri istikamet itibariyle ne türlü bir yamukluk sergilediklerini de öğrenmek pek heyecanlı olabilir. Ahmet Turan Alkan |
|
|
|
|
![]() |
| Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
| bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda |
| Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|