Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi


Konu Kapatılmıştır
Stil
Seçenekler
 
Alt 01-25-2009, 17:57   #1
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Boş Konuşmalar Yapmak

Senin en güzel hâlin, daha önce zikrettiğimiz gıybet, kovuculuk, yalan, cedel, ağız kavgası ve benzeri âfetlerden korunman, ancak mübâh olup ne sana, ne de bir müslümana zararı olmayan şeyler hakkında konuşmandır. Gereksiz konuştuğun takdirde zamanını zayi ettiğin gibi, o konuşmada çalıştırdığın dilinden de sorumlu olursun. Az ve çabuk geçen bir şey e, senin için daha hayırlı olanı fedâ edip değiştirmiş olursun! Çünkü sen konuşmaya sarfedeceğin zamanını düşünceye sarfettiğin takdirde, düşünce ânında faydası pek büyük olan ilâhi rahmetin esintilerinden biri çoğu zaman senin için açılabilir. Eğer kelime-i tevhidi söylersen, ALLAH´ı anar ve tesbih edersen senin için daha hayırlıdır.

Nice kelime vardır ki ondan dolayı cennette insanoğluna köşkler bina edilir. Oysa hazinelerden birini almaya muktedir olduğu halde, onun yerine fayda vermeyen bir ateş alan, apaçık zarar eden bir kimsedir. İşte bu, ALLAH´ın zikrini terkedip kendisini ilgilendirmeyen mâlâyanî (fuzulî) şeylerle meşgul olan bir kimsenin misâlidir; zira bu kimse, her ne kadar günahkâr olmasa da muhakkak zarar eder. Çünkü ALLAH´ın zikriyle elde edilecek büyük kârı elden kaçırmış olur;*zira müslüman bir kimsenin susması düşünce, bakışı ibret, konuşması da zikirdir. Çünkü Hz. Peygamber böyle buyurmuştur.28

Kulun sermayesi vakitleridir. Vaktini fuzûlî şeylere sarfettiği zaman, o vakitlerde âhirette azık olacak bir sevabı edinmediği takdirde sermayesini zayi etmiş olur ve bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Boş konuşmalar yapmayı terketmek, kişinin müslümanlığının güzelliğindendir.29

Bundan daha şiddetli hadîsler de vârid olmuştur. Enes der ki: ´Bizden bir genç Uhud gününde şehid oldu. Baktık ki onun karnının üzerine, açlıktan dolayı bir taş bağlıdır. Annesi, yüzünden toprağı silerek şöyle dedi: ´Cennet sana âfiyet olsun, ey oğlum!´ Bu sözü dinleyen Hz. Peygamber şu karşılığı verdi:

Sen cennetin ona âfiyet olacağını nereden biliyorsun? Oysa o mâlâyanî konuşmalar yapardı. Kendisine zarar vermeyeni menederdi!30

Hz. Peygamber (s.a) Ka´b´ı (Acre´nin oğlu) bir ara kaybetti. Ka´b´ım ne olduğunu sorunca hasta olduğunu söylediler. Bunun üzerine Ka´b´m evine geldi, içeri girince şöyle dedi: ´Ey Ka´b! Müjde sana!´ Ka´b´ın annesi, Hz. Peygamber´in bu sözü üzerine ´Ey Ka´b! Senin için cennet vardır´ dedi.31 Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) ´ALLAH namına cennet satan kimdir?´ dedi. Ka´b ´Annemdir ya Rasûlullah?´ dedi. Hz. Peygamber şöyle dedi: ´Ey Ka´b´ın annesi! Sen ne biliyorsun Ka´b fuzulî konuşmuş veya lüzumsuz şeylerden menetmiş olabilir!´32

Hadîsten çıkan mânâ şudur: Cennet ancak hesaba çekilmeyen bir kimse için hazırlanmış olur. Fuzulî konuşan bir kimse ise, her ne kadar konuşması mubah bir konu hakkında ise de bu konuşmasından dolayı hesaba çekilir. Bu bakımdan hesapları tartışmalı geçeceğinden ve tartışmalı hesaplarında bir tür azap olması nedeniyle bu gibilere cennet hazırlanmaz.
Muhammed b. Ka´b´dan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Bu kapıdan ilk içeriye giren cennet ehlinden bir kişidir.

Bunun üzerine Selman´m oğlu Abdullah, kapıdan girdi. Ashab-ı kiramdan bir grup Abdullah´ın yanma gittiler. Ona hâdiseyi anlattılar ve dediler ki: ´En fazla güvendiğin ve bu sevaba nail olmana vesile olabileceğini umduğun amelini bize haber ver!´ Bunu üzerine Abdullah dedi ki: ´Ben muhakkak zayıf bir kimseyim. ALLAH´tan umduğum en kuvvetli amelim, göğsümün selâmeti ve fuzulî konuşmayı terketmemdir´.

Ebû Zer el-Gıfârî şöyle demiştir: Hz. Peygamber bana şöyle dedi:

-Sana, bedenine hafif, mizanda ağır bir ameli öğreteyim mi?

-Evet, ya Resûlullah! Öğret!

-O amel susmak, güzel ahlâk ve seni ilgilendirmeyeni terke tmektir.33

Mücâhid, İbn Abbas´m şöyle dediğini naklediyor: Beş haslet vardır. Onlar muhakkak ki ALLAH yolunda vakfedilen yağız atlardan bana daha sevimli gelirler:

1.Seni ilgilendirmeyen bir konuda konuşma! Çünkü böyle bir konuşma fuzulîdir ve bu konuşmadan sana günah gelmeyeceğinden emin değilim.

2.Seni ilgilendiren bir konuda yeri gelmedikçe konuşma!Çünkü kendisini ilgilendiren bir konuda konuşan çok kimse vardır ki konuşmasını uygun olan yerde değil de başka yerde yapar
ve böylece sıkıntıya girer.

3.Ne halîm bir kimseyle, ne de ahmakla tartışma! Çünkü tartışmandan dolayı halîm kimse sana buğzeder, ahmak da seni üzer.

4,Senin yanında bulunmadığı zaman arkadaşını öyle bir sıfatla zikret ki seni aynı sıfatla zikretmesi hoşuna gitsin.Kardeşine öyle bir muamele yap ki aynı muameleyi sana yapması seni sevindirsin.

5.İyiliğinden dolayı mükâfatlandırılacağım, kötülüğünden dolayı cezalandırılacağını bilen bir kimsenin ameli gibi amelde bulun!

Lokman Hakîm´e şöyle denildi: "Senin hikmetin nedir?´ Cevap olarak şöyle dedi: ´Başkası tarafından yapıldığında yapmaktan kurtulduğum şeyi sormamam ve beni ilgilendirmeyen birşey için zorluklara girmemem".

Muvarrak el-Acelî34 der ki: ´Bir iş vardır ki, ben yirmi seneden beri onun peşindeyim. Hâlâ onu beceremedim ve onun peşini bırakmak da istemiyorum?´ Kendisine ´O nedir?´ diye sordular. Cevap olarak şöyle dedi: ´Beni ilgilendirmeyen şeylerde susmaktır´.

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: ´Seni ilgilendirmeyen şeyleri kurcalama! Düşmanından uzaklaş! Emin olan hariç, kavminden olan dostundan bile uzak dur! Emin de ancak ALLAH´tan korkan bir kimse dernektir. Fâcir bir kimse ile arkadaşlık yapma ki ondan fısk ve fücûr öğrenmeyesin! Onu sırrına muttali etme, işlerinde ALLAH´tan korkanlarla istişare et!´

Seni ilgilendirmeyen şey hakkında konuşmanın sınırı şudur: Öyle bir konuşma olmalı ki eğer onu yapmadığında günahkar olmadığın gibi, hiçbir durumda da ondan zarar görmeyesin. Bunun misali şudur: Bir kavimle oturup onlara yolculuklarını, yolculukta gördüğün dağlar, nehirler, cereyan eden hâdiseler, hoşuna giden yemek ve elbiseler, o memleketlerde hoşuna giden âlim ve yaşlı insanların hallerini, başlarından geçenleri nakletmendir. İşte bunlar birtakım şeylerdir ki eğer bunlarda susarsan günahkar olmadığın gibi herhangi bir zarar da sana dokunmaz. Anlattığın hikayeye, fazlalık, eksiklik, gördüklerinle böbürlenip nefsini büyük görme, bir şahsın gıybeti, ALLAH´ın yarattıklarından bir şeyi kötüleme karışmasın diye dikkat ettiğin zaman bile zamanını zayi etmiş olursun! O halde saydığımız âfetlerden nasıl korunabilirsin?

Başkasına seni ilgilendirmeyen bir şeyi sorman da fuzulî konuşma sayılır.
Sen sormakla hem kendi vaktini, arkadaşını da cevap vermeye mecbur ettiğinden ötürü hem de onun vaktini zayi etmiş olursun. Bu durum, ancak sorduğun eyin sorulmasından dolayı bir âfet sözkonusu olmadığı takdirde oöyledir. Oysa suallerin çoğunda âfetler vardır. Sen başkasından ibadetini sorarsın, mesela şöyle dersin: ´Sen oruçlu musun?´ Eğer evet derse, ibadetini belirtmiş olur, bu ibadete riya karışmış olur. Eğer riya girmezse bile ibadet gizlilik defterinden silinir! Oysa gizli ibadetin, açıkça yapılan ibadetten birçok üstünlüğü vardır. Eğer hayır derse yalancı olur. Eğer ne evet, ne hayır demeyip de sükût ederse, sana cevap vermemek suretiyle seni aşağılamış sayılır. Dolayısıyla sen rahatsız olursun. Eğer cevabın müdafaası için hileli yollar ararsa zorluk çeker ve yorulur. Bu bakımdan sen ondan sormakla onu ya riya veya yalana veya istiğfara veya müdafaa hilesindeki yorgunluğa mâruz bırakmış olursun! Diğer ibadetler hakkında sorman da böyledir. Günahlardan gizlediği ve çekindiği herşeyden sorman da böyledir. Başkasının konuşmuş olduğu şeyden sual sorman, ´Ne dersin? Senin bu husustaki görüşün nedir?´ demen de böyledir. Çünkü çoğu zaman geldiği yeri sana söylemekten onu engelleyen bir mâni vardır. Eğer geldiği yeri söylerse utanır. Eğer doğru söylemezse, yalan söylemiş olur ve sebebi de sen olursun ve böylece seni ilgilendirmeyen bir mesele hakkında sormuş olursun. Sorulan adam çoğu zaman ´bilmiyorum´ demeye utanır ve bilmediği halde cevap verir!

Seni ilgilendirmeyen hususta konuşmaktan, bu tür konuşmaları kasdetmiyorum. Çünkü bu tür konuşmalar, bazen günah ve zarar vericidir. Ancak seni ilgilendirmeyen konuşmanın misâli,

Lokman Hakîm´den rivayet edilen şu husustur: Lokman, Hz. Davud´un huzuruna girdi. Hz. Dâvûd o anda bir zırh örüyordu. Lokman daha önce bu sanatı görmüş değildi. Ondan gördüğü bu sanat onu şaşırttı ve Davud´a yaptığını sormak istediyse de hikmet onu bu sualden menetti. Dolayısıyla nefsini zaptedip sormadı. Hz. Dâvûd (a.s) işini bitirince ayağa kalktı. Sonra zırhı giydi ve şöyle dedi: ´Evet, zırh savaş içindir!´ Bunun üzerine Lokman şöyle dedi: ´Susmak hikmetin ta kendisidir. Fakat susan pek azdır´.

Deniliyor ki, Lokman bir sene sormadan zırhın ne olduğunu öğrenmek için Hz. Davud´a gidip geldi. İşte bu ve benzeri sorular, içlerinde zarar olmadığı, başka birisinin perdesini yırtmak bulunmadığı, riya ve yalana sokmadığı takdirde, seni ilgilendirmeyen konuşma türündendir. Onu terketmek İslâm´ın güzelliğinden gelir. İşte mâlâyanî konuşmanın tarifi budur.

İnsanı mâlâyânîye teşvik eden sebebe gelince, o sebep, insanoğlunun muhtaç olmadığı birşeyin bilinmesine karşı gösterdiği harislik veya sevgi kabilinden uzun konuşmalar yapmaktır veyahut içinde fayda olmayan hikâyelerle vakit geçirmektir. Bunun tedavisi, kişinin ölümün önünde olduğunu ve her kelimesinden sorumlu bulunduğunu, nefeslerinin en önemli sermayesi olduğunu ve dilinin bir tuzak olduğunu, onun vasıtasıyla cennetin elâ gözlü hurilerini kazanabileceğini, onu boşa harcamanın da apaçık zarar olduğunu bilmesidir. İşte ilmî tedavisi budur. Pratik tedavisi ise, uzlete çekilmek veya konuşmamak için ağzına küçücük taşlar koymak veya kendisini ilgilendiren bir kısım şeylerde dahi nefsini susmaya zorlamaktır ki dili bu şekilde mâlâyânîyi terketmeyi âdet edinsin! Dili burada zaptetmek, insanlardan uzaklaşıp uzlete çekilen kişi hariç başkası için gayet güç ve çetindir.

 

 
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 01-25-2009, 17:58   #2
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Fuzulî Konuşmak/Sözü Uzatmak

Hadis
Fuzûlî konuşmak da kötüdür. Bu tür konuşma, mâlâyânîye dalmayı ve maksûd olan konuşmada ihtiyaçtan fazlaya kaçmayı kapsar! Çünkü bir kimsenin kendisini ilgilendiren birşeyi kısa bir konuşma ile ifade etmesi mümkün olduğu gibi, onu uzatıp dallandırması da mümkündür.

Maksadını bir kelime ile ifade edebildiği zaman iki kelime konuşursa, ikinci kelime fuzûlîdir. Yani ihtiyaçtan fazladır. Bu da -daha önce geçen iletten dolayı- çirkindir. Her ne kadar buna günah ve zarar yoksa da... Atâ b. Ebî Rebah der ki: ´Sizden öncekiler, fuzûlî konuşmayı çirkin görürlerdi. ALLAH´ın kitabı, Hz. Peygamberin sünneti, emr-i bi´l-mâruf"ve nehy-i an´il-münker veya zaruri ihtiyaç hakkında konuşmak hariç, bunun dışında kalanları fuzûlî konuşmadan sayarlardı. Acaba sizin üzerinizde hafaza ve kirâmen kâtibîn meleklerinin olduğunu, sağ ve solunuzda gözcü meleklerin bulunduğunu ve kişinin ağzından çıkan her sözü kontrol eden ve yazan bir meleğin bulunduğunu inkâr mı ediyorsunuz? Acaba sizden biriniz günün başında doldurmuş olduğu sahife neşredildiği zaman o sahifedeki hükümlerin çoğunun dininin veya dünyasının işinden olmadığını görürse utanmayacak mıdır?´

Ashab´dan biri şöyle demiştir: ´Biri benimle konuşmak istediğinde, onunla konuşmak, soğuk suyun susamış bir kimsenin hoşuna gitmesinden daha çok hoşuma gider. Fakat fuzûlî konuşma olur düşüncesiyle konuşmayı terkediyorum´.

Mutarrıf55 şöyle demiştir: "ALLAH´ın celâli kalbinizde büyük olsun! Bu bakımdan ALLAH Teâlâ´mn ismi celîlini köpeğe veya merkebe ´Ey ALLAHım onu mahrum et!´ sözünüz gibi sözlerle beraber zikretmeyin!". Bil ki fuzûlî konuşma, inhisar altına alınmayacak kadar çoktur. Hatta mühim olanı ALLAH ´in Kitabında, mahsurdur. Nitekim ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Onların fısıldaşmalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka vermeyi veya bir iyilik etmeyi, yahut insanların arasını düzeltmeyi emreden müstesna!(Nisâ/114)

Sözün fazlasını zapt-u rapt altına alıp tutan, malının fazlasını ALLAH yolunda infak eden bir kimseye cennet vardır!36

İnsanlar bu husustaki işi nasıl da tersine çevirmişlerdir! Hz. Peygamber´in dediğinin tam aksine, mallarının fazlasını depo etmişler, sözlerini ise serbest bırakmışlardır.
Mutarrıf b. Abdullah babasından şöyle rivayet ediyor. Babası şöyle anlatmış: Benî Amr kabilesinin bir grubu ile beraber Hz. Peygamber´in huzuruna geldim. O grup Hz. Peygambere şöyle hitap edip: ´Sen bizim babamızsm, efendimizsin. Sen fazilet bakımından bize bizden daha faziletlisin. Sen cömertlik bakımından bizim için bizden daha cömertsin. Sen bembeyaz bir kâsesin. Sen söylesin, sen böylesin´ gibi övgülerde bulundular. Hz. Peygamber (bunun üzerine) şöyle dedi:

Sözünüzü söyleyiniz! Sakın şeytan sizi dalâlete düşürmesin.37

Bununla Hz. Peygamber suna işaret ediyor ki dil -doğru da olsa- övmek hususunda başıboş bırakıldığı zaman, şeytanın onu lüzumsuz fazlalıklara düşürmesinden korkulur.

İbn Mes´ud şöyle demiştir: ´Sizi fuzulî konuşmak hususunda uyarırım! Kişiye ihtiyacına yetecek kadar konuşma yeter!´

Mücâhid şöyle dedi: "Muhakkak ki konuşmalar yazılır. Hatta kişi oğlunu susturup ona ´sana şunu şunu satın alacağım´ dediğinde yalancı yazılır".38

Hasan Basrî şöyle der: Ey Ademoğlu! Bir sahife senin için açılmıştır. O sahifeyi senin amellerini yazan iki tane melek idare etmektedirler. İstediğini yap! İster az, istersen çok yap! (Muhakkak hepsi yazılmaktadır)´.

Rivayet ediliyor ki Hz. Süleyman (a.s) ifritlerinden birini gönderdi ve arkasından bir ifrit daha gönderdi ki onu kontrol etsin, dediklerini dinlesin ve gelip kendisine haber versin. Arkadan gönderilen ifrit Hz. Süleyman´a gelerek o gönderilen ifritin çarşıdan geçerken başını göğe kaldırıp baktığını, sonra insanlara bakıp başını salladığını haber verdi. Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s) ona bunun sebebini sordu. İfrit dedi ki: ´Ben, insanların başının ucunda durup onlardan çıkanları hemen yazan meleklere ve o meleklerden daha aşağıda bulunan kimselerin acelece yazmalarına hayret ettim´.

İbrahim Teymî şöyle demiştir: ´Mü´min konuşmak istediği zaman düşünür; eğer lehinde ise konuşur, aksi takdirde susar; fâcirin konuşması ise zincirleme gider´.

Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Konuşması çok olanın yalanı çoğalır. Malı çok olanın günahı çoğalır. Ahlâkı kötü olanın nefsi azap görür veya nefsine azap çektirir´,

Amr b. Dinar şöyle demiştir: Bir kişi, Hz. Peygamberin yanında fazla konuştu. Hz. Peygamber kendisine şöyle sordu:

- Senin dilinin önünde kaç perde vardır?

- Dudaklarım ve dişlerim vardır!

- Acaba o perdelerde konuşmanı azaltacak bir kuvvet yokmudur?39

Bir rivayette Hz. Peygamber s.a.v bunu kendisini öven bir kişi hakkında söylemiştir. Çünkü Hz. Peygamberi öven bu kişi, konuşmasında aşırı bir şekilde mübalağa ederek sözü uzatmıştı. Sonra Hz. Peygamber şöyle dedi:

Bir kişiye dilindeki fazlalıktan daha şerli birşey verilmiş değildir!40

Ömer b. Abdülaziz şöyle der: ´Beni çok konuşmaktan, böbürlenme korkusu menetmektedir´.
Hükemanm biri şöyle demiştir: ´Kişi, bir mecliste olduğu zaman konuşmak onun hoşuna gidiyorsa, sükût etsin! Eğer susmuş ise ve susmak hoşuna gidiyorsa, konuşsun!´

Yezid b. Ebi Habib şöyle demiştir: ´Konuşmasının dinlemesinden kendisine daha sevimli gelmesi âlimin fitnesindendir. Eğer âlim, kendisinin yerine konuşup kendisine ihtiyaç bırakmayan birini görürse, onu dinlemekte kendisine selâmet vardır.

Konuşmakta süslemek, artırmak ve eksiltmek vardır! İbn Ömer şöyle demiştir: ´Kişinin temizlenmesine en fazla muhtaç olduğu şey dilidir´.

Ebû Derdâ (r.a) çenesi düşük bir kadını gördüğünde şöyle dedi: ´Eğer bu kadın dilsiz olsaydı, onun için daha hayırlı olurdu.

İbrahim Nehâî şöyle demiştir: ´Halkı iki haslet helâk ediyor: Birincisi fazla mal, ikincisi fazla konuşmak.

İşte bunlar, çok konuşmanın kötülenmesi ve sebebidir. Fazla konuşmanın ilâcı ise mâlâyanî sözlere dair bölümde geçmişti.

35)Abdullah´ın oğludur. Âmir soyunun Haşr koluna mensuptur. Künyesi Ebû Abdullah´tır. Basralıdır ve şâyân-ı itimad bir âbiddir. H. 95 senesinde
vefat etmiştir.
36)Beğâvî, İbn Hani, Beyhakî
37)Ebû Dâvûd, Nesaî
38)İbn Ebî Dünya
39)İbn Ebî Dünya
40)Deylemî, (İbn Abbas´tan
 
Alt 01-25-2009, 18:00   #3
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Bâtıla Dalmak

Bâtıla dalmak, günahlar hakkında konuşmak demektir. Kadınların, içki meclislerinin, fâsıklarm makamlarının, zenginlerin refahının, padişahların diktatörlüğünün, çirkin merasimlerinin ve çirkin durumlarının hikayesi gibi... Çünkü bunların tümü, kendisine dalmanın helâl olmadığı konulardır ve bunları anlatmak haramdır. Seni ilgilendirmeyen konuda konuşmak veya seni ilgilendiren konuda ihtiyaçtan fazla konuşmak ise evlâyı terketmektir. Fakat buna rağmen bu tür konuşmada haramlık yoktur. Evet! Kendisini ilgilendirmeyen bir konuda fazla konuşan bir kimsenin, sonunda bâtıla dalmayacağından emin olunamaz; zira insanların çoğu konuşması, halkın namusunu çiğnemek, bâtıla dalmak veya bâtılın diğer türlerini işlemek suretiyle meyvelenmenin ötesine gitmez. Bâtılın türlerini zapt u rapt altına alıp sınırlamak mümkün değildir. Çünkü çok ve çeşitlidir. İşte bundan ötürü bâtıldan korunmak, ancak din ve dünyanın önemli meselelerinden kişiyi ilgilendirdiği kadarı ile yetinmekle mümkün olur. Yine de birtakım kelimeler vâki olur. O kelimeleri konuşan, onları önemsemez ama o kelimeler onu helâk etmeye sebep olur!

Bilâl b. Hars41 Hz. Peygamberin (s.a) şöyle dediğini nakleder:
Kişi, ALLAH´ın rızasına uygun bir kelime konuşur, o kelime sayesinde varmış olduğu makama varacağını sanmaz. Dolayısıyla ALLAH Teâlâ o kelimeden ötürü rızasını kıyamete kadar o adam için yazar. Kişi ALLAH´ın gazabını hak eden bir kelime konuşur, c kelimeden dolayı felâkete uğrayacağını sanmaz ve böylece ALLAH Teâlâ onarı üzerine o kelimeden dolayı kıyamete kadar gazabını yazar.42

Alkame şöyle derdi: ´Konuşacağım nice şeyler vardır ki Bilâl b. Hars´in hadîsi beni o konuşmalardan menetti´.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kişi bir kelime söyler, o kelime ile yanında oturanları güldürür ve o kelimeden dolayı Süreyya´dan daha uzak bir mesafeden cehenneme düşüp yuvarlanır.43

Ebû Hüreyre şöyle demiştir:
İnsan bir kelime söyler ve onu önemsemez. Oysa o kelimeden ötürü cehenneme yuvarlanır ve yine bir kelime söyler, bu kelimeyi yeterince takdir etmez. Oysa ALLAH Teâlâ o kelimeden ötürü onu cennetin yüce mertebelerine yükseltir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kıyamette insanların en fazla hatalı olanları, dünyada en fazla bâtıla dalanlarıdır.44

ALLAH Teâlâ cehennemliklerin şöyle dediklerini aktarmaktadır: Boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık! (Müddessir/45)

Onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz.(Nisa/140)

Selmân-ı Fârisî der ki: ´Kıyamet gününde insanların en günahkâr olanları, dünyadaki konuşmalarında ALLAH´a en fazla isyan edenleridir´.

İbn Şîrîn şöyle demiştir: "Ensâr-ı kiramdan bir kişi bu tür insanların yanından geçerken onlara ´(Kalkın) abdest alın! Muhakkak sizin söylediklerinizin bir kısmı abdestsizlikten daha şerlidir´ derdi".

İşte bu, bâtıla dalmanın ta kendisidir. Bu ise, ileri de sözkonusu edilecek olan gıybet, kovuculuk, fahiş konuşmak ve benzerlerinin ötesindedir. Hatta bu, varlığı daha önce geçen mahzurları anmaya dalmaktır veya onları anmaya dinî bir ihtiyaç olmaksızın onlara varmayı düşünmektir. Buna, bid´atlerin hikâyelerine dalmak da, bozuk mezheblerin ve ashâb-ı kiramın arasında cereyan eden savaşları ashâbm bir kısmına tanetmeyi andıracak şekilde hikaye etmek de dahildir! Bütün bunlar bâtıldır. Bunlara dalmak bâtıla dalmaktır. Biz ALLAH Teâlâ´nm lütuf ve keremi sayesinde güzel yardımını talep ediyoruz.

41) Asım´m torunudur. Künyesi Ebû Abdurrahman olup, Müzen kabilesin-dendir. H. 60 senesinde seksen yaşında iken vefat etmiştir.
42)İbn Mâce, Tirmizî
43)İbn Ebî Dünya
44)İbn Ebî Dünya
 
Alt 01-25-2009, 18:00   #4
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Mira (Başkasının Sözüne İtiraz) ve Cidal Etmek
Mira ve cidal etmek yasaklanmıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kardeşinle tartışma, onunla alay etme! Ona bir söz verdiğin zaman, sözüne muhalefet etme!45

(Aranızdaki) tartışmayı terkediniz; zira tartışmanın hikmeti anlaşılmaz, fitnesinden de emin olunmaz!46

Kim haklı olduğu halde tartışmayı terkederse, onun için cennetin en yüce yerinde bir ev bina edilir. Haksız olduğu halde tartışmayı terkeden bir kimse için ise, cennetin orta yerinde bir ev bina edilir.47

Putperestlik ve içkiden sonra RABBİMin beni nehyettiği ilk şey münakaşa etmekten sakındırmak olmuştur.48

ALLAH (ce) hidayet verdikten sonra cedele dalan bir kavim, dalâlete sapmış demektir.49

Haklı da olsa kul, cedeli bırakmadıkça iman hakikatini kemâle erdiremez.50

Altı haslet vardır ki kimde bulunursa o, imanın hakikatine varmıştır:

1.Yaz mevsiminde oruç tutmak

2.ALLAH düşmanları ile savaşmak

3.Yağmurlu ve bulutlu günlerde namazı ilk vaktinde kılmak

4.Musibetlere sabretmek

5.Zorluklara rağmen abdesti yerli yerinde (tam manâsıyla)almak

6.Haklı olduğu halde münakaşayı bırakmak.51

Zübeyr b. Avvam,52 oğlu Abdullah´a şöyle dedi: ´Halkla, Kur´ân ile tartışma! Çünkü sen onlara güç yetiremezsin. Fakat sünnet-i seniyye ile onlara karşı çık!´

Ömer b. Abdulaziz şöyle demiştir: ´Kim dinini husûmet ve tartışmaya maruz bırakırsa, o fazlasıyla değiştirmeye muhtaç olur!´.

Müslim b. Yesar şöyle demiştir: ´Cedelden kaçınınız! Zira o an, âlimin câhilleştiği andır. O saatte şeytan, âlimin sürçmesini bekler!´

Denildi ki: ´ALLAH´ın hidayet ettiği bir kavim dalâlete, ancak cedel ile saplanır!´

Mâlik b. Enes (r.a) şöyle demiştir: ´Dinde cedel yoktur´. Yine şöyle demiştir: ´Mücadele kalpleri katılaştırır, kin ve nefret doğurur´.
Lokman Hakîm, oğluna şöyle demiştir: ´Âlimlerle tartışma, sana buğzederler!´

Bilâl b. Sa´d şöyle demiştir: ´Kişiyi konuşmada fazla inatçı, cedelci veya görüşünü beğenmiş olarak gördüğün zaman bil ki onun zararı zirveye ulaşmıştır´.

Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: ´Eğer kardeşim bir nar hakkında ´o tatlıdır´ dese, ben de ´hayır, ekşidir´ desem mutlaka gidip beni sultana şikayet eder!´

Yine şöyle demiştir: ´Dilediğin bir insanla muhabbet et! Sonra onu bir defacık cedelle kızdır. O sana öyle bir iftira atar ki o felâket senin hayatını alt üst eder´.

İbn Ebi Leylâ şöyle demiştir:54 ´Ben kesinlikle arkadaşımla cedel etmem! Çünkü onunla cedelleştiğim takdirde ya onu yalanlayacak veya kızdıracağım. (İkisi de mahzurludur)´.

Ebû Derdâ şöyle demiştir: ´Devamlı cedel yapman günah bakımından sana yeter´.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Her münakaşanın kefareti iki rek´at namazdır.55 Hz. Ömer şöyle demiştir: İlmi şu üç şey için öğrenme:
1. İlmi, halkla mücadele etmek için
2. Onunla böbürlenmek için
3. Riyakarlık yapmak için...

Üç şey için de ilmi bırakma:

1. İlmi öğrenmekten utanmak için
2. İlmi kıymetsiz saymak için
3. İlim yerine cahilliğe razı olmak için...

Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: ´Kimin yalanı çoğalırsa, güzelliği silinir. Halkla münakaşa edenin ise mürüvveti düşer! Üzüntüsü çoğalanın bedeni hastalanır. Ahlâkı kötü olanın da devamlı canı sıkılır ve sıkıntı içinde kalır´.

Ömer bin Abdülâziz´in kâtibi Meymûn b. Mihran´a şöyle denildi: ´Sen neden arkadaşına küsüp onu terketmiyorsun?´ Cevap olarak dedi ki: ´Çünkü ben onunla ne husumet ederim, ne de cedel´.

Mira ve cedelin aleyhinde vârid olan hadîsler ve rivayetler sayılamayacak kadar çoktur. Mira´nın tarifi şudur: Mira, başkasının konuşmasındaki bir eksikliği belirtmek suretiyle o konuşmaya yapılan herhangi bir itiraz demektir. Bu belirtilen eksiklik ya lâfızda, ya mânâda veya konuşanın maksadında olur. Mirayı terke etmek, muhatabın konuşmasını münker görmeyi ve konuşmasına yapılan itirazı terketmekle olur. Bu bakımdan dinlediğin konuşma hak ise tasdik et! Eğer bâtıl ve yalansa ve aynı zamanda dinî emirlerle ilgili değilse sus! Başkasının konuşmasına tanedip itiraz etmek, bazen o konuşmanın lâfzına yapılır. Yani gramer cihetinden lâfızdaki bir eksikliği belirtmekle olur veya lûgat cihetinden veya arapçası cihetinden veya tanzim ve tertip cihetinden olur. İtiraza sebep olan bu durum, bazen marifetteki kusurundan dolayı meydana çıkar. Bazen de dil yanılmasından ötürü sözüne itiraz edilir -durum ne olursa olsun, başkasının konuşmasındaki eksikliği belirtmenin bir faydası yoktur- veya mânâsı bakımından başkasının konuşmasına itiraz edilir, ´Senin dediğin gibi değildir. Çünkü sen filan filan yönden bu konuşmada yanıldın´ denir.

Konuşmanın maksadından dolayı konuşmaya itiraz etmeye gelince, ´Şu söz haktır, fakat senin bu sözden kasdettiğin hak değildir. Senin maksadın bozuktur!´ demesi veya buna benzer sözler sarfetmesi gibi... İşte bu tür mücadele, eğer ilmî bir meselede cereyan ederse, bazen ona cedel ismi verilir ve o kötüdür. Bir müslüman a farz olan susmaktır, inat etmek ve tenkid etmek değildir. İstifade tarzında sormaktır veya itiraz etmek şeklinde değil de tariz etmede ince ve zarif davranmaktır.

Cedel e gelince, o başkasını susturmak, âciz bırakmak, konuşmasını tenkid suretiyle onun değerini düşürmek, onu kusurlu bulmak ve cahilliğe nisbet etmekten ibarettir. Mücadelenin alâmeti, hakka dikkat çekerken karşıdakinin hoşuna gitmeyecek şekilde yapılmasıdır. Şöyle ki, muhatabın hatasını açıklar. Bunu da karşımdakinden üstün olduğunu ve muhatabının da değersiz ve eksik olduğunu açığa vurmak için yapar. Bu tür mücadeleden, sustuğu takdirde günahkar olmayacağı her tür tartışmadan kaçınmakla kurtulunabilir. İnsanı bu tür mücadeleye teşvik eden şey ise, ilmini ve faziletini göstermek suretiyle üstünlüğünü ispat etmek ile başkasının eksikliğini göstererek ona hücum etmek hevesidir! Bunların ikisi de nefsin gizli ve pek kuvvetli iki şehvetidir.

Faziletini göstermeye gelince, bu kendisini büyük gösterme kabilindendir! Bu tezkiye, kulda bulunan büyüklük davasının gereğidir. Oysa bu nitelik rubûbiyet sıfatlarmdandır! Başkasını eksik ve düşük göstermeye gelince, bu da yırtıcılık tabiatının gereğidir. Çünkü bu tabiat yırtmayı, vurup kırmayı, eziyet etmeyi ister.

İşte bu iki sıfat kötü ve helâk edicidir. Bu iki sıfatı mira ve cedel takviye etmektedir. Bu bakımdan Mira ve Cedele devam eden bir kimse, bu helâk edici sıfatları takviye etmiş olur. Bu ise kerahiyeti ihlal etmektir. Hatta -eğer içinde başkasına eziyet vermek varsa-mâsiyetin ta kendisidir. Oysa cedel, hiçbir zaman başkasını üzmekten uzak değildir. Öfkeyi kabartmaktan, kendisine itiraz edilen kişinin konuşmasını -ister hak, ister bâtıl olsun- mümkün olduğu şekilde takviye etmeye teşvik etmekten uzak değildir! Kendisine itiraz edilen kişi aklına gelen herşey ile itiraz edeni tenkid eder. Böylece iki tartışmacının arasında şiddet gittikçe kızışır. Tıpkı birbirine hırlayan iki köpeğin arasındaki sürtüşmenin kızışması gibi... Onların herbiri diğerini ısırmaya fırsat kollar. Ceza bakımından daha büyük ve arkadaşını susturmak hususunda daha kuvvetli çıkışlara yeltenir.

Bunun tedavisi ise, kendi faziletini belirtmeye zorlayan, başkasını kusurlu ve eksik göstermeye iten yırtıcılık sıfatını kırmaktır. Nitekim bu, kibir, ucub ve öfkenin kötülüğünü anlattığımız bahislerde gelecektir. Çünkü her illet ve hastalığın tedavisi, onun sebebini silmekle olur. Mira ile cedelin sebebi ise bizim söylediklerimizdir. Sonra ona devam etmek de onu insanoğlunda âdet ve tabiat haline getirir! Öyle ki artık bu hastalık nefiste yerleşir. Bu hastalığa karşı sabretmek artık zorlaşır.

Rivayet ediliyor ki Ebû Hanife (r.a) Dâvûd et-Tâî´ye şöyle sordu: - Sen neden inzivaya çekilmeyi seçtin?

-Cidali terketmek suretiyle nefsimle mücadele etmek için inzivayı seçtim.

-Meclise gel! Söylenilen sözü dinle! Konuşma!

-Ben bunu yaptım! Bana bundan daha güç gelen bir mücâhede görmedim.

Hakîkat de Davud´un dediği gibidir. Çünkü başkasının yanlışını gören bir kimse, o yanlışı düzeltmeye veya belirtmeye gücü olduğu halde, orada sabretmesi cidden zordur ve bunun için de Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kim haklı olduğu halde tartışmayı terkederse, ALLAH Teâlâ ona cennetin en yücesinde bir ev bina eder.

Çünkü böyle bir durumda tartışmayı terketmek, nefse çok ağır gelir ve bu ağırlık en fazla mezhepler ve inançlarda insana galebe çalar. Çünkü mira ve cedelleşme öyle bir tabiattır ki kişi bundan dolayı kendisine bir sevap geleceğini zanneder ve hırsı daha da artar. O vakit tabiat ile ilâhî nizam bu hususta yardımlaşır. Oysa böyle sanması katıksız bir yanlışlıktır. Oysa insana ehl-i kıble hakkında dilini tutması daha uygun düşer. Ne zaman bir bid´atçıyı görürse ona tenha bir yerde cedel yoluyla değil, nasihat yoluyla ve uygun bir dille söylemelidir. Çünkü cedel, karşısındaki insanın hayaline ´adamın söylediği şey, beni şaşırtmak için bir hiledir´ fikrini getirebilir ve bid´atçı sanar ki bu bir sanattır. Benim mezhebimin ehlinden olan mücadeleciler de bu sanatın benzerlerini eğer isterlerse yapmaya muktedirdirler. Böylece bid´at, cedel yüzünden onun kalbinde devanı eder ve kuvvetlenir. Ne zaman bid´atçıya nasihat etmenin fayda vermeyeceğini bilirse, o vakit bid´atçıyı terkedip, kendi nefsiyle meşgul olmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Ehl-i kıble hakkında dilini tutan bir kimseden ALLAH razı olsun. Ancak bildiğini en güzel bir şekilde (söyleyebilir).56

Hişam b. Urve der ki: ´Hz. Peygamber bu hadîsi yedi defa tekrar etti. Kim bir müddet mücadeleyi âdet edinirse ve halk da onu överse ve bundan dolayı nefsinin aziz olduğunu ve halk tarafından kabul edildiğini görürse, o kimsede bu helâk edici sıfatlar kuvvet bulur ve öfke, kibir, riya, makam sevgisi ve faziletten dolayı aziz olmak gibi kötü sıfatlar kendisinde toplandığı zaman onlardan kurtulmaya gücü yetmez. Bu sıfatlarla teker teker mücadele etmek bile güç olduğu halde acaba tümüyle birden nasıl mücadele edilebilir?

45) Tirmizî
46)Taberânî, (Ebû Derdâ´darı)
47)İlim bölümünde geçmişti.
48)İbn Ebî Dünya, Taberânî, Beyhaki, (Ümmü Seleme´den)
49)Tirmizî, (Ebû Umâme´den)
50)İbn Ebî Dünya, (Ebû Hüreyre´den
51)Deylemî
52)Dedesi Huveylid b. Esed b. Abdüluzzâ b. Kusay b. Kilâb´dır. Künyesi Ebû Abdullah´tır. Kureyş´iıı, Esedî soyundan gelmektedir. Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hicretin 36. senesinde Cemel savaşından dönerken öldürülmüştür.
53)Bu zat Mısırlıdır. Künyesi Ebû Osman´dır
54)Adı Abdurrahman´dır, Cemâcim hâdisesinde H. 83 senesinde vefat
etmiştir.
55)Taberânî, (Ebu Umâme´den
56) İbn Ebî Dünya
 
Alt 01-28-2009, 02:32   #5
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Husûmet

Husûmet de kötüdür. Husûmet, cedel ve mira dan daha ileridir. Mira başkasının konuşmasındaki bir eksikliği belirtmek suretiyle itiraz etmektir. Bu itirazda muhatabını tahkir etmekten, kendi aklının salâbeti ile fikrinin kuvvetini göstermekten başka cedelcinin hiçbir gayesi yoktur. Cidal, mezhebini belirtmek ve yerleştirmek için yapılan münakaşadır. Husûmet ise, bir mal veya hak iddiası ile alâkalı sözünde ısrar ve inat etmektir. Bu ısrar ve inat bazen başlangıçta olur, bazen de karşısındakinin tavır ve davranışından kaynaklanır. Mira ise, bir konuşmaya yapılan itirazdan ibarettir. Nitekim Hz.

Âişe Hz. Peygamberin şöyle dediğini naklediyor:

ALLAH nezdinde erkeklerin en sevimsizi, münakaşada ısrar edenidir.57
Ebû Hüreyre Hz. Peygamberden (s.a) şöyle rivayet ediyor:

Kim ilimsiz olarak bir husûmette mücadele ederse, o mücadeleden vazgeçinceye kadar ALLAH´ın öfkesine maruz kalır.58

Seleften biri şöyle demiştir: ´Husûmetten sakın! Çünkü husûmet, dini mahveder´.

Deniliyor ki: ´Müttaki bir kimse, din hususunda hiçbir zaman husûmet etmez´.
İbn Kuteybe59 şöyle anlatıyor: "Bişr b. Abdullah yanımdan geçti ve bana şöyle dedi:

-Neden burada oturuyorsun?

-Benimle bir amcazadem arasında bir dâva var, onun için bekliyorum.

-Senin babanın bana iyiliği vardır. Ben de buna karşılık sana iyilik etmek isterim. ALLAH´a yemin ederim ki ben husûmetten daha fazla kalbi meşgul eden, huzuru bozan ve dini kökünden söken başka birşey görmedim!

İbn Kuteybe diyor ki: Bu söz üzerine gitmek için ayağa kalktım. Hasmım bana dedi ki:
-Ne yapacaksın?
-Seninle artık muhakeme olmayacağım.
-Sen benim haklı olduğumu anladın da ondan mı vazgeçtin?
-Hayır! Öyle olduğu için değil. Fakat ben nefsime ikram olarak vazgeçiyorum. Bunun üzerine hasmım ´Ben de senden birşey istemiyorum, senin olsun´ dedi.

Soru: Bir kimse haksızlığa uğradığı zaman, hakkını aramak ve korumak için elbette dâva etmesi gerekir. Bu bakımdan bu kimsenin hükmü ne olur ve bu kimsenin husûmeti nasıl kötü olabilir?

Cevap: Bu kötüleme, bâtıl yolda ve ilimsiz husûmet edenleri kapsamaktadır. Kadı´nın60 vekili gibi... Çünkü kadı vekili, meseleyi bilmeden ve hakkın hangi tarafta olduğunu öğrenmeden önce -hangi tarafın olursa olsun- bir tarafın vekili olur ve ilimsiz onu savunur. Aynı zamanda bu kötüleme, hakkını arayıp ihtiyaç kadarıyla yetinmeyen, husûmette ısrar ve inâd gösteren, bu ısrar ve inadı eziyet vermek için yapan kimseleri de kapsar. Bu hüküm, eziyet veren sözleri, delil olmadığı ve hakkın açığa çıkmasında bir yarar sağlamadığı halde söyleyen kimseleri de kapsar. Hasmını mağlup etmek ve kırmak için sadece inaddan dolayı husûmete yeltenen ve aynı zamanda mahkemelik olan malı çoğu zaman hakir görüp de iltifat etmeyen bir kimse de bu zemmin şümulüne dahildir. Halkın arasında bazı kimseler vardır. Açıkça şöyle söyler: ´Benim maksadım hasmımın inadı ve onun mürüvvetinin kırılmasıdır. Eğer ben ondan bu malı alıp kuyuya atsam bile önemi yoktur! İşte böyle diyen bir kimsenin maksadı inatçılıktır, husûmet ve ısrardır. Bu ise, gerçekten kötü bir şeydir.
Israr, israf, gereğinden fazla inâd ve eziyet maksadı olmaksızın sadece şer´î yoldan delil getiren mazluma gelince, onun yaptığı haram değildir. Fakat en güzeli husûmeti -mümkün olduğu kadar- terketmektir. Çünkü husûmette dili zaptetmek ve normale döndürmek zordur. Husûmet, göğsü alevlendirir, öfkeyi kabartır. Öfke harekete geçtiği zaman husûmet konusu olan şey unutulur. İki hasmın arasında ancak kin ve nefret kalır. Hatta onların her birisi diğerinin kötülüğüne sevinir. Sevindiğine de üzülür ve biri diğerinin aleyhinde dilini alabildiğine serbest kullanır. Bu bakımdan kim husûmete başlarsa, bütün bu mahzurlara kendisini mâruz bırakmış olur. Husûmetin en azında, kalbin karışması sözkonusudur. Hatta namazın içinde bile hasmını mağlup etmenin yollarını araştırır! Bu bakımdan iş vâcib olan hududunda kalmaz. O halde husûmet her şerrin başlangıcıdır. Mira ve cidal de böyledir. Bu bakımdan zaruret olmaksızın husûmet kapısını açmamak daha uygundur. Zaruret ânında ise, dilini ve kalbini hasmının sürçmelerini takip etmekten tutması uygundur. Bu ise gerçekten zor bir şeydir. Bu bakımdan husûmetinde sadece farz olan miktarla yetinen bir kimse, günahtan uzak kalmıştır. Böyle bir kimsenin husûmeti kötülenmez. Ancak böyle bir kimse husûmet ettiği şey hakkında husûmet etmekten müstağnidir. Çünkü yanında kendisine yetecek şey vardır. Bu bakımdan bu şekilde husûmet yapan bir kimse daha iyiyi terketmiş olur! Fakat günahkâr olmaz. Evet! Husûmette insanın elinden giden faydanın en azı, güzel konuşmak ve güzel konuşma hakkında vârid olan sevaptır; zira güzel konuşmanın en az derecesi muvafakatini göstermektir. Konuşmayı tenkit etmek ve kısacası; muhatabı cahillikle itham etmek veya yalanlamak olan itiraz etmekten daha sert birşey yoktur. Çünkü mücadeleye girişen miraya tutulan veyahut da muhaseme eden bir kimse, karşısındaki insanı ya cahillikle itham eder veya yalanlar. Böylece güzel konuşma elden kaçar. Oysa Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Güzel konuşma ve yemek yedirme, cennette sizi mekan sahibi kılar.61

Nitekim ALLAH Teâlâ da şöyle buyurmuştur: İnsanlara güzel söz söyleyiniz. (Bakara/83)

İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: ALLAH´ın kullarından sana selâm veren bir kimse, mecûsî olsa dahi, onun selâmının karşılığını ver. Çünkü ALLAH Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Bir selâmla seiâmlandığımz zaman, siz de ondan daha güzeliyle selâm verin yahut verilen selâmı aynen iade edin!(Nisa/86)

Yine İbn Abbas şöyle demiştir: ´Eğer Firavun bana hayrı söylemiş olsa, muhakkak ben de onun gibisini ona söylerdim´.

Enes, Hz. Peygamberin şöyle dediğini nakleder:

Cennette bir kısım köşkler vardır. Onların dışı içinden, içi de dışından görünür. ALLAH o köşkleri yemek yedirenler ve yumuşak konuşanlar için hazırlamıştır.02

Rivayet ediliyor ki, Hz. İsa´nın yanından bir domuz geçti. Hz. İsa domuza ´selametle geç!´ dedi. Bunun üzerine Hz. İsa´ya ´Sen domuza nasıl böyle diyorsun?´ dediler. Hz. İsa cevap olarak ´Dilimi kötü söze alıştırmak istemiyorum´ dedi.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Güzel bir söz sadakadır.63.

Bir hurmanın yarısı ile de olsa ateşten korununuz. Eğer hurmanın yarısını bulamazsanız güzel bir söz ile korununuz.64

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: ´Hayır yapmak kolay bir şeydir. Çünkü güler yüzlülük ve yumuşak konuşmak da hayır yapmaktır´.

Hükemadan birisi şöyle demiştir: ´Yumuşak konuşmak, kararlaşmış kinleri yıkar´.

Hükemadan biri şöyle demiştir: ´Rabbini öfkelendirmeyen ve arkadaşını razı eden konuşmada cimrilik yapma! Çünkü rabbinin o konuşmadan dolayı sana iyilik yapanların sevabını ihsan etmesi umulur´.

İşte bütün bunlar güzel konuşmanın fazileti hakkında vârid olmuştur. Husûmet, mira, cidal ve inatçılık bunun tam zıddıdır. Çünkü bunlar göğsü alevlendiren, öfkeyi kabartan, yaşayışı bulandıran, kalbe eziyet veren, ürkütücü ve iğrenç konuşmadır. ALLAH Teâlâ´dan, minnet ve keremine sığınarak güzel tevfîkini bize yoldaş etmesini dileriz.

57)Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî
58)İbn Ebî Dünya, İsfehanî
59)Meşhur İbn Kuteybe değildir.
60)Burada Kadı´darı maksad, hakkı almak isteyendir. Onun vekili olacak kimseden maksat ise avukatıdır.
61)Taberânî, Evsat, (Câbir´den)
62)İbn Ebî Dünya
 
Alt 01-28-2009, 02:33   #6
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Konuşmada Tekellüfe Kaçmak

Konuşmada, ağzını eğip-bükmek, fasih ve secî´li konuşacağım diye yapmacık hareketlerde bulunmak, konuşmasına kadın ve sevgiden bahsederek giriş yapmak ve hatiplik iddiasında bulunup fesahat gösterisinde bulunanların âdetlerinde cereyan eden usûllerle gösteriş yapmaktır, Bütün bunlar kötülenmiş ve buğzedilmiş tekellüf (zorlama) türündendir. Öyle bir tekellüf ki Hz. Peygamber onun hakkında şöyle buyurmuştur:

Ben ve ümmetimin muttakîleri tekellüften (gösteriş için zorlanmaktan) uzağız.65

Benim için en sevimsiz ve meclisimden en uzak olanınız, ağzını eğip-bükerek edebiyat yapmak için kendini zorlayanlardır.66

Fâtıma (r.a) Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Ümmetimin şerlileri o kimselerdir ki bol nimetlerle gıdalanıp, yemeklerin her çeşidini yerler, elbiselerin her rengini giyerler ve ağızlarını eğip-bükerek konuşurlar.67

Dikkat edin, derin söze dalıp gereksiz yere sözü uzatanlar helâk olmuşlardır.68

Bu sözü üç defa tekrar etti. Hadîs-i şerifte geçen tanattû kelimesi ´derinleşme ve ardına kadar dalmak´ demektir.

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: ´Çene çatlatarak deve kükremesi gibi konuşmak şeytandandır´.
Amr b. Sa´d, babası Sa´d´â gelerek bir ihtiyacını istedi. Bu münasebetle ihtiyacını istemezden önce bir konuşma yaptı. Sa´d kendisine dedi ki: Ben hiçbir zaman senin ihtiyacından bugün uzak olduğum kadar uzak olmadım. Ben Hz. Peygamberin şöyle dediğini duydum:

Öyle bir zaman gelecek ki sığırların dilleriyle ot geveledikleri gibi insanlar da konuşmayı o şekilde geveleyeceklerdir.69

Sa´d, oğlu Amr tarafından zoraki bir şekilde süslendirilmiş ve takdim edilmiş konuşmayı hoş karşılamadı. Bu da dilin âfetlerindendir. Evet! Zorla yapılan her secî, dilin âfetine dahil olur. Adetin sınırını aşan fesahat de böyledir. Konuşmalarda zoraki bir şekilde yapılan secfler de böyledir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) bir cenîn hakkında Gurre (diyet ve kan bedeline) hükmederken cinayet işleyenin kavminden biri ´İçmemiş, yememiş, bağırmamış ve kendisinden ses çıkmamış bir kimsenin diyetini biz nasıl veririz? Oysa böyle bir kimsenin kanı hederdir ve boşa gider´ dedi. Bu secîli sözü dinleyen Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Siz bedevilerin secî yapması gibi, secî ve kafiye mi yapıyorsunuz?70

Onların bu şekilde secî ve kafiye yapmalarını çirkin gördü. Çünkü onların bu konuşmalarında zorlamanın eseri apaçıktı. Herşeyde maksadını ifade etmekle yetinmek uygundur. Konuşmanın maksadı, gayeyi muhataba anlatmaktır. Onun ötesinde kalan, kötülenmiş zorlamadır. Hitabetin lâfızlarını güzelleştirmek, bu kötülenmiş kısma dahil olmaz. İfrata kaçmaksızın ve garip kelimeler kullanmaksızm hatırlatma (va´z u nasihat) da bu kısma dahil değildir. Çünkü hitabet ve hatırlatmadan gaye; kalpleri harekete geçirmek, teşvik etmek, gönülleri yumuşatmaktır. Lâfzın zarif oluşunun burada büyük bir tesiri vardır. Bu bakımdan güzel lafızlar, hitabet ve nasihata uygundur. İhtiyaçların belirtilmesi ve işlerin kolaylaştırılması için yapılan konuşmalara gelince, bu tür konuşmalarda şecî kullanmak, avurtları doldurarak sesli konuşmak uygun değildir ve böyle yapmakla uğraşmak, kötülenmiş bir zorlamadır. İnsanı buna sevkeden şey riya, arkadaşlarının arasında belâgat ve fesahatıyla mümtaz olduğunu ispat etmekten başka birşey değildir! Bütün bunlar kötüdür. ALLAH´ın dini bunları kerih görür ve insanı bunlardan sakındırır.

63)Müslim
64)Müslim (Ebû Hüreyre´den
65)Dârekutnî, İfrâd, (Hz. Zübeyr´den merfû olarak)
66)İmam Ahmed, (Ebû Salebc´den)
67)İbn Adîy, Beyhakî, İbn Asâkir
68)Müslim
69)İmam Ahmed
70)Ebû Dâvûd
 
Alt 01-28-2009, 02:34   #7
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Fahiş Konuşmak, Çirkin Sözler Sarfetmek

Fahiş konuşmak, başkasına sövmek ve dilin gevezeliğidir, bu şekilde konuşmak kötüdür ve yasaklanmıştır. Bunun kaynağı alçaklık ve kötü tabiatlı olmaktır. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurulıuştur:

Fahiş konuşmaktan sakının! Çünkü ALLAH Teâlâ ne fahiş konuşmayı ve ne de başkasına işittirmek için fahiş konuşmaya zorlanmayı sevmez.71

Hz. Peygamber (s.a) Bedir de öldürülen müşriklere küfretmeyi yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

Onlara sövmeyin! Çünkü söylediklerinizden onlara herhangi birşey gitmez. Fakat dirileri (onların akrabalarını) üzmüş olursunuz. İyi bilin ki fahiş ve kötü konuşmak alçaklıktır.72

Dört kimsenin cehennemde çektikleri azaptan cehennemlikler bile üzülürler. Hamim ile Cahîm arasında koşar dururlar. ´Vay hâlimize, helâk olduk´ derler. Bunlardan birinin ağzından irin ve kan akar. Ona denir ki: ´Şu uzaktaki adamın durumu nedir ki bizim içinde bulunduğumuz eziyete rağmen bizi rahatsız etmektedir?´ O da cevap olarak Şunları söyler: ´O adam dünyada çirkin ve habis olan her sözü dinler, cinsî münasebetten (veya fâhiş konuşmaktan) zevk aldığı gibi, o sözlerden zevk alırdı´.75 (Diğer sınıflar zikredilmemiştir).

Hz. Peygamber (s.a) Hz. Âişe´ye şöyle buyurmuştur:

Ey Aişe! Eğer fâhiş konuşma bir insan olsaydı, muhakkak kötü bir insan olurdu.76

Fâhiş açıklama ve gevezelik, münafıklığın şubelerinden iki şubedir.
İhtimaldir ki hadîs-i şerifte bahsi geçen açıklama´dan (beyan) gaye, açıklanması caiz olmayan birşeyi açıklamak ve izah etmekte mübalâğalı hareket etmektir. Çünkü tekellüf ve zorlamaya girmiş olur. Üçüncü bir ihtimal daha vardır ki o da şudur: Bu açıklama´dan gaye, dinî emirler ve ALLAH´ın sıfatlarındaki açıklamadır. Çünkü dinî emirler ve ALLAH´ın sıfatlarını mücmel bir şekilde halk tabakasına söylemek, mübalâğalı bir şekilde izahına girişmekten daha iyidir. Çünkü mübalâğalı bir şekilde izahlara girişmekten bazı zaman birtakım şüphe ve vesveseler doğar. Bu bakımdan bu emirler mücmel bir şekilde söylendiği zaman, kalpler vesveseye düşmeden onları kabul etmeye yanaşırlar. Fakat Hz. Peygamber, hadîs-i şerifteki açıklamayı, gevezelikle beraber zikrettiğine göre. oradaki açıklamadan insanoğlunun açıklamasından utandığı şeylerin açıklaması olması maksûd olsa gerektir. Çünkü insanoğlunun açıklamasından utandığı şeyleri kapalı ve onları üstün körü geçiştirmek fazlasıyla izah ve beyandan daha iyidir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

ALLAH Teâlâ, fâhiş konuşan, fâhiş konuşmak için kendisini zorlayan ve çarşılarda bağıran bir kimseyi sevmez.77

Câbir b. Semûre78 şöyle demiştir: Ben Hz. Peygamberin yanında oturuyordum, babam da önümdeydi. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Fâhiş konuşmanın ve karşılıklı fâhiş hareketlerde bulunmanın İslâm´da yeri yoktur. İnsanların İslâm yönünden en güzelleri, ahlâken en güzel olanlarıdır.79

İbrahim b. Meysere şöyle demiştir: ´Kıyamet gününde, fâhiş konuşup gevezelik yapan bir kişi, bir köpek suretinde veya bir köpeğin içinde getirilir (haşrolunur!)´

Ahmed b. Kays şöyle demiştir: ´Size hastalığın en şiddetlisinden haber vereyim mi? O hastalık dilin gevezeliği ve ahlâkın düşüklüğüdür!

İşte bunlar, fâhiş konuşmanın ve hareket etmenin aleyhine vârid olan hükümlerdir.
Fahiş konuşmanın tarifine ve hakikatine gelince, çirkin sayılan şeyleri açık ibarelerle söylemekten ibarettir. Bu ise, çoğu zaman cinsî ilişki ve onunla ilgili olan şeyleri ifade eden lâfızlarda cereyan eder. Çünkü fesâd ehlinin birtakım açık-saçık ve müstehcen terimleri vardır. Onları cinsî ilişkiden bahsederken kullanırlar. Salâh ehli ise, onlardan sakınır. O terimlerin ifade ettiğini kinaye yoluyla zikrederler. Onları ifade etme zarureti hasıl olduğunda işaretlerle onlara değinip, onlara yakın sözlerle ifade ederler.

İbn Abbas der ki: ´Muhakkak ALLAH, hayâ sahibi ve kerîmdir. Affeder ve kinaye ile belirtir´. Lemis tabirini cima yerine kullanmıştır. Bu bakımdan Mesis, Lemis, Duhul ve Sohbet terimleri cinsî ilişkiden ibarettirler ve fâhiş terimler de değildirler. Fakat bu sahada fâhiş terimler mevcuttur. Onları söylemek çirkin kaçar. Onların çoğu küfretmekte ve ayıplamakta kullanılır. Bu terimlerin fâhişlik dereceleri ayrı ayrıdır. Bazıları bazısından daha fahiştir. Bunlar çoğu zaman memleketin âdetiyle de değişirler. Başlangıçları mekruh, sonları mahzurlu ve haramdır. Bu iki taraf arasında birtakım dereceler vardır ki onlarda tereddüt edilir. Bu sadece cinsî ilişkiye mahsus değildir. Hatta küçük ve büyük abdesti de kinaye yoluyla ifade etmek, açık ve seçik bir şekilde ifade etmekten daha güzeldir. Çünkü bunlar da gizlenen ve açık söylenmesinden utanılan şeylerdendir. Bu bakımdan böyle şeyleri açık ibarelerle söylememek daha uygundur. Çünkü açıkça söylemek fâhiş konuşmak demektir.
Kadınlardan kinaye yoluyla bahsetmek, âdeten güzel sayılır. Bu bakımdan ´Benim karım şöyle dedi´ denilmemelidir. ´Odada veya perdenin arkasında şöyle denildi veya çocukların annesi şöyle dedi´ denilmelidir. Çünkü bu lâfızlarda incelik göstermek güzeldir.

Buralarda açık konuşmak, fâhiş konuşmaya sevkeder. Kendisinde alaca hastalığı, kellik ve basur gibi birtakım zahirî ayıplar bulunan ve o ayıplardan utanan bir kimseye hitap etmek de böyledir. Bu bakımdan onun o ayıplarının açıkça söylenmesi uygun değildir. ´Şikayet ettiği hastalık´ ve benzeri tabirler kulanılmalıdır. Bu bakımdan bu hastalıkları açık ibarelerle belirtmek, fâhiş konuşmaya dahildir. Bütün bunlar dilin âfetlerindendir.

Alâ b. Hârûn şöyle demiştir: "Ömer b. Abdulaziz konuşmasında çirkin kelimelerden çok saknırdı. Koltuğunun altında bir çıban çıktı. Ona gittik ´Yara nerende?´ diye sorduk. O da ´koltuğumun altında çıktı´ demeye utandığı için ´Elimin içinde çıktı´ dedi".
İnsanı fâhiş konuşmaya teşvik eden iki sebep vardır. Ya muhataba eziyet vermek kastıdır veya alçak ve fâsık kimselerle beraber bulunmaktan elde edilen kötü alışkanlıktır, âdetleri küfürbazlık olan kimselerin arkadaşlığından gelen çirkin huydur.
Bir bedevî Hz. Peygamber´e ´Bana nasihat et!´ deyince Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Takvadan ayrılma! Eğer bir kişi sende olan bir kusurunla seni kınarsa, sen onu onda bulunan bir kusurla kınama! Bu takdirde onun günahı ona olur, ecri de senin olur. Sakın hiçbir şeye küfretme!80

Bu bedevî der ki: ´Ben, Hz. Peygamberin nasihatından sonra hiçbir şeye küfretmedim".
İyad b. Himar81 Hz. Peygamber´e ´Benim kavmimden bir kişi, şeref bakımından benden eksik olduğu halde bana küfrederse, ben de ondan intikam alırsam bir zararım var mıdır?´ diye sorar. Hz. Peygamber şöyle cevap verir:

Sövüşen iki kişi, şeytan gibidir. Onlar köpek gibi hırlaşır, yalan söyler ve ayrılırlar.82

Mü´min bir kimseye sövmek fâsıklıktır. Mü´min bir kimseyi öldürmek küfürdür.83

Birbirine küfreden iki kişinin küfürlerinin mesuliyeti onlardan ilk başlayana aittir. Ta ki zâlimin dediklerinden fazlasını mazlum deyinceye kadar...84

Anne ve babasına küfreden bir kimse merundur!

Kişinin anne ve babasına küfretmesi, büyük günahlarının en büyüğüdür!
Ashâb ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Kişi nasıl anne ve babasına küfreder?´ deyince, Hz. Peygamber ´Karşıdaki kişinin babasına küfreder. O da onun babasına küfreder. Dolayısıyla babasına küfretmiş olur!´ dedi.85

71)Nesâî
72)İbn Ebî Dünya
73)Tirmizî
74)İbn Ebî Dünya, Ebû Nuaym
75)İbn Ebî Dünya
76)Tirmizî, Hâkim
77)İbn Ebî Dünya
78)Câbir, Günâde´nin torunudur. Sa´d b. Ebî Vakkas´m kardeşidir. Kûfe´ye
yerleşmiş, H. 76´da orada vefat atmiştir.
79)Ahmed, İbn Ebî Dünya
80)Ahmed? Taberânî
81)İbn Ebî Himar b. Naciye b. Akkal b. Muhammed b. Süfyan b. Meşâci´dir.
Teym soyundandır ve ashab´dandır
82)Tayâlisî, Ebû Dâvûd
83)Müslim, Buhârî
84)Müslim
85)İmam Ahmed, Ebû Yala, Taberânî
 
Konu Kapatılmıştır


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı