Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi


Konu Kapatılmıştır
Stil
Seçenekler
 
Alt 01-25-2009, 18:00   #1
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Bâtıla Dalmak

Bâtıla dalmak, günahlar hakkında konuşmak demektir. Kadınların, içki meclislerinin, fâsıklarm makamlarının, zenginlerin refahının, padişahların diktatörlüğünün, çirkin merasimlerinin ve çirkin durumlarının hikayesi gibi... Çünkü bunların tümü, kendisine dalmanın helâl olmadığı konulardır ve bunları anlatmak haramdır. Seni ilgilendirmeyen konuda konuşmak veya seni ilgilendiren konuda ihtiyaçtan fazla konuşmak ise evlâyı terketmektir. Fakat buna rağmen bu tür konuşmada haramlık yoktur. Evet! Kendisini ilgilendirmeyen bir konuda fazla konuşan bir kimsenin, sonunda bâtıla dalmayacağından emin olunamaz; zira insanların çoğu konuşması, halkın namusunu çiğnemek, bâtıla dalmak veya bâtılın diğer türlerini işlemek suretiyle meyvelenmenin ötesine gitmez. Bâtılın türlerini zapt u rapt altına alıp sınırlamak mümkün değildir. Çünkü çok ve çeşitlidir. İşte bundan ötürü bâtıldan korunmak, ancak din ve dünyanın önemli meselelerinden kişiyi ilgilendirdiği kadarı ile yetinmekle mümkün olur. Yine de birtakım kelimeler vâki olur. O kelimeleri konuşan, onları önemsemez ama o kelimeler onu helâk etmeye sebep olur!

Bilâl b. Hars41 Hz. Peygamberin (s.a) şöyle dediğini nakleder:
Kişi, ALLAH´ın rızasına uygun bir kelime konuşur, o kelime sayesinde varmış olduğu makama varacağını sanmaz. Dolayısıyla ALLAH Teâlâ o kelimeden ötürü rızasını kıyamete kadar o adam için yazar. Kişi ALLAH´ın gazabını hak eden bir kelime konuşur, c kelimeden dolayı felâkete uğrayacağını sanmaz ve böylece ALLAH Teâlâ onarı üzerine o kelimeden dolayı kıyamete kadar gazabını yazar.42

Alkame şöyle derdi: ´Konuşacağım nice şeyler vardır ki Bilâl b. Hars´in hadîsi beni o konuşmalardan menetti´.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kişi bir kelime söyler, o kelime ile yanında oturanları güldürür ve o kelimeden dolayı Süreyya´dan daha uzak bir mesafeden cehenneme düşüp yuvarlanır.43

Ebû Hüreyre şöyle demiştir:
İnsan bir kelime söyler ve onu önemsemez. Oysa o kelimeden ötürü cehenneme yuvarlanır ve yine bir kelime söyler, bu kelimeyi yeterince takdir etmez. Oysa ALLAH Teâlâ o kelimeden ötürü onu cennetin yüce mertebelerine yükseltir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kıyamette insanların en fazla hatalı olanları, dünyada en fazla bâtıla dalanlarıdır.44

ALLAH Teâlâ cehennemliklerin şöyle dediklerini aktarmaktadır: Boş şeylere dalanlarla birlikte dalardık! (Müddessir/45)

Onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz.(Nisa/140)

Selmân-ı Fârisî der ki: ´Kıyamet gününde insanların en günahkâr olanları, dünyadaki konuşmalarında ALLAH´a en fazla isyan edenleridir´.

İbn Şîrîn şöyle demiştir: "Ensâr-ı kiramdan bir kişi bu tür insanların yanından geçerken onlara ´(Kalkın) abdest alın! Muhakkak sizin söylediklerinizin bir kısmı abdestsizlikten daha şerlidir´ derdi".

İşte bu, bâtıla dalmanın ta kendisidir. Bu ise, ileri de sözkonusu edilecek olan gıybet, kovuculuk, fahiş konuşmak ve benzerlerinin ötesindedir. Hatta bu, varlığı daha önce geçen mahzurları anmaya dalmaktır veya onları anmaya dinî bir ihtiyaç olmaksızın onlara varmayı düşünmektir. Buna, bid´atlerin hikâyelerine dalmak da, bozuk mezheblerin ve ashâb-ı kiramın arasında cereyan eden savaşları ashâbm bir kısmına tanetmeyi andıracak şekilde hikaye etmek de dahildir! Bütün bunlar bâtıldır. Bunlara dalmak bâtıla dalmaktır. Biz ALLAH Teâlâ´nm lütuf ve keremi sayesinde güzel yardımını talep ediyoruz.

41) Asım´m torunudur. Künyesi Ebû Abdurrahman olup, Müzen kabilesin-dendir. H. 60 senesinde seksen yaşında iken vefat etmiştir.
42)İbn Mâce, Tirmizî
43)İbn Ebî Dünya
44)İbn Ebî Dünya

 

 
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 01-25-2009, 18:00   #2
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Mira (Başkasının Sözüne İtiraz) ve Cidal Etmek
Mira ve cidal etmek yasaklanmıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kardeşinle tartışma, onunla alay etme! Ona bir söz verdiğin zaman, sözüne muhalefet etme!45

(Aranızdaki) tartışmayı terkediniz; zira tartışmanın hikmeti anlaşılmaz, fitnesinden de emin olunmaz!46

Kim haklı olduğu halde tartışmayı terkederse, onun için cennetin en yüce yerinde bir ev bina edilir. Haksız olduğu halde tartışmayı terkeden bir kimse için ise, cennetin orta yerinde bir ev bina edilir.47

Putperestlik ve içkiden sonra RABBİMin beni nehyettiği ilk şey münakaşa etmekten sakındırmak olmuştur.48

ALLAH (ce) hidayet verdikten sonra cedele dalan bir kavim, dalâlete sapmış demektir.49

Haklı da olsa kul, cedeli bırakmadıkça iman hakikatini kemâle erdiremez.50

Altı haslet vardır ki kimde bulunursa o, imanın hakikatine varmıştır:

1.Yaz mevsiminde oruç tutmak

2.ALLAH düşmanları ile savaşmak

3.Yağmurlu ve bulutlu günlerde namazı ilk vaktinde kılmak

4.Musibetlere sabretmek

5.Zorluklara rağmen abdesti yerli yerinde (tam manâsıyla)almak

6.Haklı olduğu halde münakaşayı bırakmak.51

Zübeyr b. Avvam,52 oğlu Abdullah´a şöyle dedi: ´Halkla, Kur´ân ile tartışma! Çünkü sen onlara güç yetiremezsin. Fakat sünnet-i seniyye ile onlara karşı çık!´

Ömer b. Abdulaziz şöyle demiştir: ´Kim dinini husûmet ve tartışmaya maruz bırakırsa, o fazlasıyla değiştirmeye muhtaç olur!´.

Müslim b. Yesar şöyle demiştir: ´Cedelden kaçınınız! Zira o an, âlimin câhilleştiği andır. O saatte şeytan, âlimin sürçmesini bekler!´

Denildi ki: ´ALLAH´ın hidayet ettiği bir kavim dalâlete, ancak cedel ile saplanır!´

Mâlik b. Enes (r.a) şöyle demiştir: ´Dinde cedel yoktur´. Yine şöyle demiştir: ´Mücadele kalpleri katılaştırır, kin ve nefret doğurur´.
Lokman Hakîm, oğluna şöyle demiştir: ´Âlimlerle tartışma, sana buğzederler!´

Bilâl b. Sa´d şöyle demiştir: ´Kişiyi konuşmada fazla inatçı, cedelci veya görüşünü beğenmiş olarak gördüğün zaman bil ki onun zararı zirveye ulaşmıştır´.

Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: ´Eğer kardeşim bir nar hakkında ´o tatlıdır´ dese, ben de ´hayır, ekşidir´ desem mutlaka gidip beni sultana şikayet eder!´

Yine şöyle demiştir: ´Dilediğin bir insanla muhabbet et! Sonra onu bir defacık cedelle kızdır. O sana öyle bir iftira atar ki o felâket senin hayatını alt üst eder´.

İbn Ebi Leylâ şöyle demiştir:54 ´Ben kesinlikle arkadaşımla cedel etmem! Çünkü onunla cedelleştiğim takdirde ya onu yalanlayacak veya kızdıracağım. (İkisi de mahzurludur)´.

Ebû Derdâ şöyle demiştir: ´Devamlı cedel yapman günah bakımından sana yeter´.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Her münakaşanın kefareti iki rek´at namazdır.55 Hz. Ömer şöyle demiştir: İlmi şu üç şey için öğrenme:
1. İlmi, halkla mücadele etmek için
2. Onunla böbürlenmek için
3. Riyakarlık yapmak için...

Üç şey için de ilmi bırakma:

1. İlmi öğrenmekten utanmak için
2. İlmi kıymetsiz saymak için
3. İlim yerine cahilliğe razı olmak için...

Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: ´Kimin yalanı çoğalırsa, güzelliği silinir. Halkla münakaşa edenin ise mürüvveti düşer! Üzüntüsü çoğalanın bedeni hastalanır. Ahlâkı kötü olanın da devamlı canı sıkılır ve sıkıntı içinde kalır´.

Ömer bin Abdülâziz´in kâtibi Meymûn b. Mihran´a şöyle denildi: ´Sen neden arkadaşına küsüp onu terketmiyorsun?´ Cevap olarak dedi ki: ´Çünkü ben onunla ne husumet ederim, ne de cedel´.

Mira ve cedelin aleyhinde vârid olan hadîsler ve rivayetler sayılamayacak kadar çoktur. Mira´nın tarifi şudur: Mira, başkasının konuşmasındaki bir eksikliği belirtmek suretiyle o konuşmaya yapılan herhangi bir itiraz demektir. Bu belirtilen eksiklik ya lâfızda, ya mânâda veya konuşanın maksadında olur. Mirayı terke etmek, muhatabın konuşmasını münker görmeyi ve konuşmasına yapılan itirazı terketmekle olur. Bu bakımdan dinlediğin konuşma hak ise tasdik et! Eğer bâtıl ve yalansa ve aynı zamanda dinî emirlerle ilgili değilse sus! Başkasının konuşmasına tanedip itiraz etmek, bazen o konuşmanın lâfzına yapılır. Yani gramer cihetinden lâfızdaki bir eksikliği belirtmekle olur veya lûgat cihetinden veya arapçası cihetinden veya tanzim ve tertip cihetinden olur. İtiraza sebep olan bu durum, bazen marifetteki kusurundan dolayı meydana çıkar. Bazen de dil yanılmasından ötürü sözüne itiraz edilir -durum ne olursa olsun, başkasının konuşmasındaki eksikliği belirtmenin bir faydası yoktur- veya mânâsı bakımından başkasının konuşmasına itiraz edilir, ´Senin dediğin gibi değildir. Çünkü sen filan filan yönden bu konuşmada yanıldın´ denir.

Konuşmanın maksadından dolayı konuşmaya itiraz etmeye gelince, ´Şu söz haktır, fakat senin bu sözden kasdettiğin hak değildir. Senin maksadın bozuktur!´ demesi veya buna benzer sözler sarfetmesi gibi... İşte bu tür mücadele, eğer ilmî bir meselede cereyan ederse, bazen ona cedel ismi verilir ve o kötüdür. Bir müslüman a farz olan susmaktır, inat etmek ve tenkid etmek değildir. İstifade tarzında sormaktır veya itiraz etmek şeklinde değil de tariz etmede ince ve zarif davranmaktır.

Cedel e gelince, o başkasını susturmak, âciz bırakmak, konuşmasını tenkid suretiyle onun değerini düşürmek, onu kusurlu bulmak ve cahilliğe nisbet etmekten ibarettir. Mücadelenin alâmeti, hakka dikkat çekerken karşıdakinin hoşuna gitmeyecek şekilde yapılmasıdır. Şöyle ki, muhatabın hatasını açıklar. Bunu da karşımdakinden üstün olduğunu ve muhatabının da değersiz ve eksik olduğunu açığa vurmak için yapar. Bu tür mücadeleden, sustuğu takdirde günahkar olmayacağı her tür tartışmadan kaçınmakla kurtulunabilir. İnsanı bu tür mücadeleye teşvik eden şey ise, ilmini ve faziletini göstermek suretiyle üstünlüğünü ispat etmek ile başkasının eksikliğini göstererek ona hücum etmek hevesidir! Bunların ikisi de nefsin gizli ve pek kuvvetli iki şehvetidir.

Faziletini göstermeye gelince, bu kendisini büyük gösterme kabilindendir! Bu tezkiye, kulda bulunan büyüklük davasının gereğidir. Oysa bu nitelik rubûbiyet sıfatlarmdandır! Başkasını eksik ve düşük göstermeye gelince, bu da yırtıcılık tabiatının gereğidir. Çünkü bu tabiat yırtmayı, vurup kırmayı, eziyet etmeyi ister.

İşte bu iki sıfat kötü ve helâk edicidir. Bu iki sıfatı mira ve cedel takviye etmektedir. Bu bakımdan Mira ve Cedele devam eden bir kimse, bu helâk edici sıfatları takviye etmiş olur. Bu ise kerahiyeti ihlal etmektir. Hatta -eğer içinde başkasına eziyet vermek varsa-mâsiyetin ta kendisidir. Oysa cedel, hiçbir zaman başkasını üzmekten uzak değildir. Öfkeyi kabartmaktan, kendisine itiraz edilen kişinin konuşmasını -ister hak, ister bâtıl olsun- mümkün olduğu şekilde takviye etmeye teşvik etmekten uzak değildir! Kendisine itiraz edilen kişi aklına gelen herşey ile itiraz edeni tenkid eder. Böylece iki tartışmacının arasında şiddet gittikçe kızışır. Tıpkı birbirine hırlayan iki köpeğin arasındaki sürtüşmenin kızışması gibi... Onların herbiri diğerini ısırmaya fırsat kollar. Ceza bakımından daha büyük ve arkadaşını susturmak hususunda daha kuvvetli çıkışlara yeltenir.

Bunun tedavisi ise, kendi faziletini belirtmeye zorlayan, başkasını kusurlu ve eksik göstermeye iten yırtıcılık sıfatını kırmaktır. Nitekim bu, kibir, ucub ve öfkenin kötülüğünü anlattığımız bahislerde gelecektir. Çünkü her illet ve hastalığın tedavisi, onun sebebini silmekle olur. Mira ile cedelin sebebi ise bizim söylediklerimizdir. Sonra ona devam etmek de onu insanoğlunda âdet ve tabiat haline getirir! Öyle ki artık bu hastalık nefiste yerleşir. Bu hastalığa karşı sabretmek artık zorlaşır.

Rivayet ediliyor ki Ebû Hanife (r.a) Dâvûd et-Tâî´ye şöyle sordu: - Sen neden inzivaya çekilmeyi seçtin?

-Cidali terketmek suretiyle nefsimle mücadele etmek için inzivayı seçtim.

-Meclise gel! Söylenilen sözü dinle! Konuşma!

-Ben bunu yaptım! Bana bundan daha güç gelen bir mücâhede görmedim.

Hakîkat de Davud´un dediği gibidir. Çünkü başkasının yanlışını gören bir kimse, o yanlışı düzeltmeye veya belirtmeye gücü olduğu halde, orada sabretmesi cidden zordur ve bunun için de Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kim haklı olduğu halde tartışmayı terkederse, ALLAH Teâlâ ona cennetin en yücesinde bir ev bina eder.

Çünkü böyle bir durumda tartışmayı terketmek, nefse çok ağır gelir ve bu ağırlık en fazla mezhepler ve inançlarda insana galebe çalar. Çünkü mira ve cedelleşme öyle bir tabiattır ki kişi bundan dolayı kendisine bir sevap geleceğini zanneder ve hırsı daha da artar. O vakit tabiat ile ilâhî nizam bu hususta yardımlaşır. Oysa böyle sanması katıksız bir yanlışlıktır. Oysa insana ehl-i kıble hakkında dilini tutması daha uygun düşer. Ne zaman bir bid´atçıyı görürse ona tenha bir yerde cedel yoluyla değil, nasihat yoluyla ve uygun bir dille söylemelidir. Çünkü cedel, karşısındaki insanın hayaline ´adamın söylediği şey, beni şaşırtmak için bir hiledir´ fikrini getirebilir ve bid´atçı sanar ki bu bir sanattır. Benim mezhebimin ehlinden olan mücadeleciler de bu sanatın benzerlerini eğer isterlerse yapmaya muktedirdirler. Böylece bid´at, cedel yüzünden onun kalbinde devanı eder ve kuvvetlenir. Ne zaman bid´atçıya nasihat etmenin fayda vermeyeceğini bilirse, o vakit bid´atçıyı terkedip, kendi nefsiyle meşgul olmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Ehl-i kıble hakkında dilini tutan bir kimseden ALLAH razı olsun. Ancak bildiğini en güzel bir şekilde (söyleyebilir).56

Hişam b. Urve der ki: ´Hz. Peygamber bu hadîsi yedi defa tekrar etti. Kim bir müddet mücadeleyi âdet edinirse ve halk da onu överse ve bundan dolayı nefsinin aziz olduğunu ve halk tarafından kabul edildiğini görürse, o kimsede bu helâk edici sıfatlar kuvvet bulur ve öfke, kibir, riya, makam sevgisi ve faziletten dolayı aziz olmak gibi kötü sıfatlar kendisinde toplandığı zaman onlardan kurtulmaya gücü yetmez. Bu sıfatlarla teker teker mücadele etmek bile güç olduğu halde acaba tümüyle birden nasıl mücadele edilebilir?

45) Tirmizî
46)Taberânî, (Ebû Derdâ´darı)
47)İlim bölümünde geçmişti.
48)İbn Ebî Dünya, Taberânî, Beyhaki, (Ümmü Seleme´den)
49)Tirmizî, (Ebû Umâme´den)
50)İbn Ebî Dünya, (Ebû Hüreyre´den
51)Deylemî
52)Dedesi Huveylid b. Esed b. Abdüluzzâ b. Kusay b. Kilâb´dır. Künyesi Ebû Abdullah´tır. Kureyş´iıı, Esedî soyundan gelmektedir. Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hicretin 36. senesinde Cemel savaşından dönerken öldürülmüştür.
53)Bu zat Mısırlıdır. Künyesi Ebû Osman´dır
54)Adı Abdurrahman´dır, Cemâcim hâdisesinde H. 83 senesinde vefat
etmiştir.
55)Taberânî, (Ebu Umâme´den
56) İbn Ebî Dünya
 
Alt 01-28-2009, 02:32   #3
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Husûmet

Husûmet de kötüdür. Husûmet, cedel ve mira dan daha ileridir. Mira başkasının konuşmasındaki bir eksikliği belirtmek suretiyle itiraz etmektir. Bu itirazda muhatabını tahkir etmekten, kendi aklının salâbeti ile fikrinin kuvvetini göstermekten başka cedelcinin hiçbir gayesi yoktur. Cidal, mezhebini belirtmek ve yerleştirmek için yapılan münakaşadır. Husûmet ise, bir mal veya hak iddiası ile alâkalı sözünde ısrar ve inat etmektir. Bu ısrar ve inat bazen başlangıçta olur, bazen de karşısındakinin tavır ve davranışından kaynaklanır. Mira ise, bir konuşmaya yapılan itirazdan ibarettir. Nitekim Hz.

Âişe Hz. Peygamberin şöyle dediğini naklediyor:

ALLAH nezdinde erkeklerin en sevimsizi, münakaşada ısrar edenidir.57
Ebû Hüreyre Hz. Peygamberden (s.a) şöyle rivayet ediyor:

Kim ilimsiz olarak bir husûmette mücadele ederse, o mücadeleden vazgeçinceye kadar ALLAH´ın öfkesine maruz kalır.58

Seleften biri şöyle demiştir: ´Husûmetten sakın! Çünkü husûmet, dini mahveder´.

Deniliyor ki: ´Müttaki bir kimse, din hususunda hiçbir zaman husûmet etmez´.
İbn Kuteybe59 şöyle anlatıyor: "Bişr b. Abdullah yanımdan geçti ve bana şöyle dedi:

-Neden burada oturuyorsun?

-Benimle bir amcazadem arasında bir dâva var, onun için bekliyorum.

-Senin babanın bana iyiliği vardır. Ben de buna karşılık sana iyilik etmek isterim. ALLAH´a yemin ederim ki ben husûmetten daha fazla kalbi meşgul eden, huzuru bozan ve dini kökünden söken başka birşey görmedim!

İbn Kuteybe diyor ki: Bu söz üzerine gitmek için ayağa kalktım. Hasmım bana dedi ki:
-Ne yapacaksın?
-Seninle artık muhakeme olmayacağım.
-Sen benim haklı olduğumu anladın da ondan mı vazgeçtin?
-Hayır! Öyle olduğu için değil. Fakat ben nefsime ikram olarak vazgeçiyorum. Bunun üzerine hasmım ´Ben de senden birşey istemiyorum, senin olsun´ dedi.

Soru: Bir kimse haksızlığa uğradığı zaman, hakkını aramak ve korumak için elbette dâva etmesi gerekir. Bu bakımdan bu kimsenin hükmü ne olur ve bu kimsenin husûmeti nasıl kötü olabilir?

Cevap: Bu kötüleme, bâtıl yolda ve ilimsiz husûmet edenleri kapsamaktadır. Kadı´nın60 vekili gibi... Çünkü kadı vekili, meseleyi bilmeden ve hakkın hangi tarafta olduğunu öğrenmeden önce -hangi tarafın olursa olsun- bir tarafın vekili olur ve ilimsiz onu savunur. Aynı zamanda bu kötüleme, hakkını arayıp ihtiyaç kadarıyla yetinmeyen, husûmette ısrar ve inâd gösteren, bu ısrar ve inadı eziyet vermek için yapan kimseleri de kapsar. Bu hüküm, eziyet veren sözleri, delil olmadığı ve hakkın açığa çıkmasında bir yarar sağlamadığı halde söyleyen kimseleri de kapsar. Hasmını mağlup etmek ve kırmak için sadece inaddan dolayı husûmete yeltenen ve aynı zamanda mahkemelik olan malı çoğu zaman hakir görüp de iltifat etmeyen bir kimse de bu zemmin şümulüne dahildir. Halkın arasında bazı kimseler vardır. Açıkça şöyle söyler: ´Benim maksadım hasmımın inadı ve onun mürüvvetinin kırılmasıdır. Eğer ben ondan bu malı alıp kuyuya atsam bile önemi yoktur! İşte böyle diyen bir kimsenin maksadı inatçılıktır, husûmet ve ısrardır. Bu ise, gerçekten kötü bir şeydir.
Israr, israf, gereğinden fazla inâd ve eziyet maksadı olmaksızın sadece şer´î yoldan delil getiren mazluma gelince, onun yaptığı haram değildir. Fakat en güzeli husûmeti -mümkün olduğu kadar- terketmektir. Çünkü husûmette dili zaptetmek ve normale döndürmek zordur. Husûmet, göğsü alevlendirir, öfkeyi kabartır. Öfke harekete geçtiği zaman husûmet konusu olan şey unutulur. İki hasmın arasında ancak kin ve nefret kalır. Hatta onların her birisi diğerinin kötülüğüne sevinir. Sevindiğine de üzülür ve biri diğerinin aleyhinde dilini alabildiğine serbest kullanır. Bu bakımdan kim husûmete başlarsa, bütün bu mahzurlara kendisini mâruz bırakmış olur. Husûmetin en azında, kalbin karışması sözkonusudur. Hatta namazın içinde bile hasmını mağlup etmenin yollarını araştırır! Bu bakımdan iş vâcib olan hududunda kalmaz. O halde husûmet her şerrin başlangıcıdır. Mira ve cidal de böyledir. Bu bakımdan zaruret olmaksızın husûmet kapısını açmamak daha uygundur. Zaruret ânında ise, dilini ve kalbini hasmının sürçmelerini takip etmekten tutması uygundur. Bu ise gerçekten zor bir şeydir. Bu bakımdan husûmetinde sadece farz olan miktarla yetinen bir kimse, günahtan uzak kalmıştır. Böyle bir kimsenin husûmeti kötülenmez. Ancak böyle bir kimse husûmet ettiği şey hakkında husûmet etmekten müstağnidir. Çünkü yanında kendisine yetecek şey vardır. Bu bakımdan bu şekilde husûmet yapan bir kimse daha iyiyi terketmiş olur! Fakat günahkâr olmaz. Evet! Husûmette insanın elinden giden faydanın en azı, güzel konuşmak ve güzel konuşma hakkında vârid olan sevaptır; zira güzel konuşmanın en az derecesi muvafakatini göstermektir. Konuşmayı tenkit etmek ve kısacası; muhatabı cahillikle itham etmek veya yalanlamak olan itiraz etmekten daha sert birşey yoktur. Çünkü mücadeleye girişen miraya tutulan veyahut da muhaseme eden bir kimse, karşısındaki insanı ya cahillikle itham eder veya yalanlar. Böylece güzel konuşma elden kaçar. Oysa Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Güzel konuşma ve yemek yedirme, cennette sizi mekan sahibi kılar.61

Nitekim ALLAH Teâlâ da şöyle buyurmuştur: İnsanlara güzel söz söyleyiniz. (Bakara/83)

İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: ALLAH´ın kullarından sana selâm veren bir kimse, mecûsî olsa dahi, onun selâmının karşılığını ver. Çünkü ALLAH Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Bir selâmla seiâmlandığımz zaman, siz de ondan daha güzeliyle selâm verin yahut verilen selâmı aynen iade edin!(Nisa/86)

Yine İbn Abbas şöyle demiştir: ´Eğer Firavun bana hayrı söylemiş olsa, muhakkak ben de onun gibisini ona söylerdim´.

Enes, Hz. Peygamberin şöyle dediğini nakleder:

Cennette bir kısım köşkler vardır. Onların dışı içinden, içi de dışından görünür. ALLAH o köşkleri yemek yedirenler ve yumuşak konuşanlar için hazırlamıştır.02

Rivayet ediliyor ki, Hz. İsa´nın yanından bir domuz geçti. Hz. İsa domuza ´selametle geç!´ dedi. Bunun üzerine Hz. İsa´ya ´Sen domuza nasıl böyle diyorsun?´ dediler. Hz. İsa cevap olarak ´Dilimi kötü söze alıştırmak istemiyorum´ dedi.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Güzel bir söz sadakadır.63.

Bir hurmanın yarısı ile de olsa ateşten korununuz. Eğer hurmanın yarısını bulamazsanız güzel bir söz ile korununuz.64

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: ´Hayır yapmak kolay bir şeydir. Çünkü güler yüzlülük ve yumuşak konuşmak da hayır yapmaktır´.

Hükemadan birisi şöyle demiştir: ´Yumuşak konuşmak, kararlaşmış kinleri yıkar´.

Hükemadan biri şöyle demiştir: ´Rabbini öfkelendirmeyen ve arkadaşını razı eden konuşmada cimrilik yapma! Çünkü rabbinin o konuşmadan dolayı sana iyilik yapanların sevabını ihsan etmesi umulur´.

İşte bütün bunlar güzel konuşmanın fazileti hakkında vârid olmuştur. Husûmet, mira, cidal ve inatçılık bunun tam zıddıdır. Çünkü bunlar göğsü alevlendiren, öfkeyi kabartan, yaşayışı bulandıran, kalbe eziyet veren, ürkütücü ve iğrenç konuşmadır. ALLAH Teâlâ´dan, minnet ve keremine sığınarak güzel tevfîkini bize yoldaş etmesini dileriz.

57)Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî
58)İbn Ebî Dünya, İsfehanî
59)Meşhur İbn Kuteybe değildir.
60)Burada Kadı´darı maksad, hakkı almak isteyendir. Onun vekili olacak kimseden maksat ise avukatıdır.
61)Taberânî, Evsat, (Câbir´den)
62)İbn Ebî Dünya
 
Alt 01-28-2009, 02:33   #4
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Konuşmada Tekellüfe Kaçmak

Konuşmada, ağzını eğip-bükmek, fasih ve secî´li konuşacağım diye yapmacık hareketlerde bulunmak, konuşmasına kadın ve sevgiden bahsederek giriş yapmak ve hatiplik iddiasında bulunup fesahat gösterisinde bulunanların âdetlerinde cereyan eden usûllerle gösteriş yapmaktır, Bütün bunlar kötülenmiş ve buğzedilmiş tekellüf (zorlama) türündendir. Öyle bir tekellüf ki Hz. Peygamber onun hakkında şöyle buyurmuştur:

Ben ve ümmetimin muttakîleri tekellüften (gösteriş için zorlanmaktan) uzağız.65

Benim için en sevimsiz ve meclisimden en uzak olanınız, ağzını eğip-bükerek edebiyat yapmak için kendini zorlayanlardır.66

Fâtıma (r.a) Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Ümmetimin şerlileri o kimselerdir ki bol nimetlerle gıdalanıp, yemeklerin her çeşidini yerler, elbiselerin her rengini giyerler ve ağızlarını eğip-bükerek konuşurlar.67

Dikkat edin, derin söze dalıp gereksiz yere sözü uzatanlar helâk olmuşlardır.68

Bu sözü üç defa tekrar etti. Hadîs-i şerifte geçen tanattû kelimesi ´derinleşme ve ardına kadar dalmak´ demektir.

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: ´Çene çatlatarak deve kükremesi gibi konuşmak şeytandandır´.
Amr b. Sa´d, babası Sa´d´â gelerek bir ihtiyacını istedi. Bu münasebetle ihtiyacını istemezden önce bir konuşma yaptı. Sa´d kendisine dedi ki: Ben hiçbir zaman senin ihtiyacından bugün uzak olduğum kadar uzak olmadım. Ben Hz. Peygamberin şöyle dediğini duydum:

Öyle bir zaman gelecek ki sığırların dilleriyle ot geveledikleri gibi insanlar da konuşmayı o şekilde geveleyeceklerdir.69

Sa´d, oğlu Amr tarafından zoraki bir şekilde süslendirilmiş ve takdim edilmiş konuşmayı hoş karşılamadı. Bu da dilin âfetlerindendir. Evet! Zorla yapılan her secî, dilin âfetine dahil olur. Adetin sınırını aşan fesahat de böyledir. Konuşmalarda zoraki bir şekilde yapılan secfler de böyledir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) bir cenîn hakkında Gurre (diyet ve kan bedeline) hükmederken cinayet işleyenin kavminden biri ´İçmemiş, yememiş, bağırmamış ve kendisinden ses çıkmamış bir kimsenin diyetini biz nasıl veririz? Oysa böyle bir kimsenin kanı hederdir ve boşa gider´ dedi. Bu secîli sözü dinleyen Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Siz bedevilerin secî yapması gibi, secî ve kafiye mi yapıyorsunuz?70

Onların bu şekilde secî ve kafiye yapmalarını çirkin gördü. Çünkü onların bu konuşmalarında zorlamanın eseri apaçıktı. Herşeyde maksadını ifade etmekle yetinmek uygundur. Konuşmanın maksadı, gayeyi muhataba anlatmaktır. Onun ötesinde kalan, kötülenmiş zorlamadır. Hitabetin lâfızlarını güzelleştirmek, bu kötülenmiş kısma dahil olmaz. İfrata kaçmaksızın ve garip kelimeler kullanmaksızm hatırlatma (va´z u nasihat) da bu kısma dahil değildir. Çünkü hitabet ve hatırlatmadan gaye; kalpleri harekete geçirmek, teşvik etmek, gönülleri yumuşatmaktır. Lâfzın zarif oluşunun burada büyük bir tesiri vardır. Bu bakımdan güzel lafızlar, hitabet ve nasihata uygundur. İhtiyaçların belirtilmesi ve işlerin kolaylaştırılması için yapılan konuşmalara gelince, bu tür konuşmalarda şecî kullanmak, avurtları doldurarak sesli konuşmak uygun değildir ve böyle yapmakla uğraşmak, kötülenmiş bir zorlamadır. İnsanı buna sevkeden şey riya, arkadaşlarının arasında belâgat ve fesahatıyla mümtaz olduğunu ispat etmekten başka birşey değildir! Bütün bunlar kötüdür. ALLAH´ın dini bunları kerih görür ve insanı bunlardan sakındırır.

63)Müslim
64)Müslim (Ebû Hüreyre´den
65)Dârekutnî, İfrâd, (Hz. Zübeyr´den merfû olarak)
66)İmam Ahmed, (Ebû Salebc´den)
67)İbn Adîy, Beyhakî, İbn Asâkir
68)Müslim
69)İmam Ahmed
70)Ebû Dâvûd
 
Alt 01-28-2009, 02:34   #5
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Fahiş Konuşmak, Çirkin Sözler Sarfetmek

Fahiş konuşmak, başkasına sövmek ve dilin gevezeliğidir, bu şekilde konuşmak kötüdür ve yasaklanmıştır. Bunun kaynağı alçaklık ve kötü tabiatlı olmaktır. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurulıuştur:

Fahiş konuşmaktan sakının! Çünkü ALLAH Teâlâ ne fahiş konuşmayı ve ne de başkasına işittirmek için fahiş konuşmaya zorlanmayı sevmez.71

Hz. Peygamber (s.a) Bedir de öldürülen müşriklere küfretmeyi yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

Onlara sövmeyin! Çünkü söylediklerinizden onlara herhangi birşey gitmez. Fakat dirileri (onların akrabalarını) üzmüş olursunuz. İyi bilin ki fahiş ve kötü konuşmak alçaklıktır.72

Dört kimsenin cehennemde çektikleri azaptan cehennemlikler bile üzülürler. Hamim ile Cahîm arasında koşar dururlar. ´Vay hâlimize, helâk olduk´ derler. Bunlardan birinin ağzından irin ve kan akar. Ona denir ki: ´Şu uzaktaki adamın durumu nedir ki bizim içinde bulunduğumuz eziyete rağmen bizi rahatsız etmektedir?´ O da cevap olarak Şunları söyler: ´O adam dünyada çirkin ve habis olan her sözü dinler, cinsî münasebetten (veya fâhiş konuşmaktan) zevk aldığı gibi, o sözlerden zevk alırdı´.75 (Diğer sınıflar zikredilmemiştir).

Hz. Peygamber (s.a) Hz. Âişe´ye şöyle buyurmuştur:

Ey Aişe! Eğer fâhiş konuşma bir insan olsaydı, muhakkak kötü bir insan olurdu.76

Fâhiş açıklama ve gevezelik, münafıklığın şubelerinden iki şubedir.
İhtimaldir ki hadîs-i şerifte bahsi geçen açıklama´dan (beyan) gaye, açıklanması caiz olmayan birşeyi açıklamak ve izah etmekte mübalâğalı hareket etmektir. Çünkü tekellüf ve zorlamaya girmiş olur. Üçüncü bir ihtimal daha vardır ki o da şudur: Bu açıklama´dan gaye, dinî emirler ve ALLAH´ın sıfatlarındaki açıklamadır. Çünkü dinî emirler ve ALLAH´ın sıfatlarını mücmel bir şekilde halk tabakasına söylemek, mübalâğalı bir şekilde izahına girişmekten daha iyidir. Çünkü mübalâğalı bir şekilde izahlara girişmekten bazı zaman birtakım şüphe ve vesveseler doğar. Bu bakımdan bu emirler mücmel bir şekilde söylendiği zaman, kalpler vesveseye düşmeden onları kabul etmeye yanaşırlar. Fakat Hz. Peygamber, hadîs-i şerifteki açıklamayı, gevezelikle beraber zikrettiğine göre. oradaki açıklamadan insanoğlunun açıklamasından utandığı şeylerin açıklaması olması maksûd olsa gerektir. Çünkü insanoğlunun açıklamasından utandığı şeyleri kapalı ve onları üstün körü geçiştirmek fazlasıyla izah ve beyandan daha iyidir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

ALLAH Teâlâ, fâhiş konuşan, fâhiş konuşmak için kendisini zorlayan ve çarşılarda bağıran bir kimseyi sevmez.77

Câbir b. Semûre78 şöyle demiştir: Ben Hz. Peygamberin yanında oturuyordum, babam da önümdeydi. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Fâhiş konuşmanın ve karşılıklı fâhiş hareketlerde bulunmanın İslâm´da yeri yoktur. İnsanların İslâm yönünden en güzelleri, ahlâken en güzel olanlarıdır.79

İbrahim b. Meysere şöyle demiştir: ´Kıyamet gününde, fâhiş konuşup gevezelik yapan bir kişi, bir köpek suretinde veya bir köpeğin içinde getirilir (haşrolunur!)´

Ahmed b. Kays şöyle demiştir: ´Size hastalığın en şiddetlisinden haber vereyim mi? O hastalık dilin gevezeliği ve ahlâkın düşüklüğüdür!

İşte bunlar, fâhiş konuşmanın ve hareket etmenin aleyhine vârid olan hükümlerdir.
Fahiş konuşmanın tarifine ve hakikatine gelince, çirkin sayılan şeyleri açık ibarelerle söylemekten ibarettir. Bu ise, çoğu zaman cinsî ilişki ve onunla ilgili olan şeyleri ifade eden lâfızlarda cereyan eder. Çünkü fesâd ehlinin birtakım açık-saçık ve müstehcen terimleri vardır. Onları cinsî ilişkiden bahsederken kullanırlar. Salâh ehli ise, onlardan sakınır. O terimlerin ifade ettiğini kinaye yoluyla zikrederler. Onları ifade etme zarureti hasıl olduğunda işaretlerle onlara değinip, onlara yakın sözlerle ifade ederler.

İbn Abbas der ki: ´Muhakkak ALLAH, hayâ sahibi ve kerîmdir. Affeder ve kinaye ile belirtir´. Lemis tabirini cima yerine kullanmıştır. Bu bakımdan Mesis, Lemis, Duhul ve Sohbet terimleri cinsî ilişkiden ibarettirler ve fâhiş terimler de değildirler. Fakat bu sahada fâhiş terimler mevcuttur. Onları söylemek çirkin kaçar. Onların çoğu küfretmekte ve ayıplamakta kullanılır. Bu terimlerin fâhişlik dereceleri ayrı ayrıdır. Bazıları bazısından daha fahiştir. Bunlar çoğu zaman memleketin âdetiyle de değişirler. Başlangıçları mekruh, sonları mahzurlu ve haramdır. Bu iki taraf arasında birtakım dereceler vardır ki onlarda tereddüt edilir. Bu sadece cinsî ilişkiye mahsus değildir. Hatta küçük ve büyük abdesti de kinaye yoluyla ifade etmek, açık ve seçik bir şekilde ifade etmekten daha güzeldir. Çünkü bunlar da gizlenen ve açık söylenmesinden utanılan şeylerdendir. Bu bakımdan böyle şeyleri açık ibarelerle söylememek daha uygundur. Çünkü açıkça söylemek fâhiş konuşmak demektir.
Kadınlardan kinaye yoluyla bahsetmek, âdeten güzel sayılır. Bu bakımdan ´Benim karım şöyle dedi´ denilmemelidir. ´Odada veya perdenin arkasında şöyle denildi veya çocukların annesi şöyle dedi´ denilmelidir. Çünkü bu lâfızlarda incelik göstermek güzeldir.

Buralarda açık konuşmak, fâhiş konuşmaya sevkeder. Kendisinde alaca hastalığı, kellik ve basur gibi birtakım zahirî ayıplar bulunan ve o ayıplardan utanan bir kimseye hitap etmek de böyledir. Bu bakımdan onun o ayıplarının açıkça söylenmesi uygun değildir. ´Şikayet ettiği hastalık´ ve benzeri tabirler kulanılmalıdır. Bu bakımdan bu hastalıkları açık ibarelerle belirtmek, fâhiş konuşmaya dahildir. Bütün bunlar dilin âfetlerindendir.

Alâ b. Hârûn şöyle demiştir: "Ömer b. Abdulaziz konuşmasında çirkin kelimelerden çok saknırdı. Koltuğunun altında bir çıban çıktı. Ona gittik ´Yara nerende?´ diye sorduk. O da ´koltuğumun altında çıktı´ demeye utandığı için ´Elimin içinde çıktı´ dedi".
İnsanı fâhiş konuşmaya teşvik eden iki sebep vardır. Ya muhataba eziyet vermek kastıdır veya alçak ve fâsık kimselerle beraber bulunmaktan elde edilen kötü alışkanlıktır, âdetleri küfürbazlık olan kimselerin arkadaşlığından gelen çirkin huydur.
Bir bedevî Hz. Peygamber´e ´Bana nasihat et!´ deyince Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Takvadan ayrılma! Eğer bir kişi sende olan bir kusurunla seni kınarsa, sen onu onda bulunan bir kusurla kınama! Bu takdirde onun günahı ona olur, ecri de senin olur. Sakın hiçbir şeye küfretme!80

Bu bedevî der ki: ´Ben, Hz. Peygamberin nasihatından sonra hiçbir şeye küfretmedim".
İyad b. Himar81 Hz. Peygamber´e ´Benim kavmimden bir kişi, şeref bakımından benden eksik olduğu halde bana küfrederse, ben de ondan intikam alırsam bir zararım var mıdır?´ diye sorar. Hz. Peygamber şöyle cevap verir:

Sövüşen iki kişi, şeytan gibidir. Onlar köpek gibi hırlaşır, yalan söyler ve ayrılırlar.82

Mü´min bir kimseye sövmek fâsıklıktır. Mü´min bir kimseyi öldürmek küfürdür.83

Birbirine küfreden iki kişinin küfürlerinin mesuliyeti onlardan ilk başlayana aittir. Ta ki zâlimin dediklerinden fazlasını mazlum deyinceye kadar...84

Anne ve babasına küfreden bir kimse merundur!

Kişinin anne ve babasına küfretmesi, büyük günahlarının en büyüğüdür!
Ashâb ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Kişi nasıl anne ve babasına küfreder?´ deyince, Hz. Peygamber ´Karşıdaki kişinin babasına küfreder. O da onun babasına küfreder. Dolayısıyla babasına küfretmiş olur!´ dedi.85

71)Nesâî
72)İbn Ebî Dünya
73)Tirmizî
74)İbn Ebî Dünya, Ebû Nuaym
75)İbn Ebî Dünya
76)Tirmizî, Hâkim
77)İbn Ebî Dünya
78)Câbir, Günâde´nin torunudur. Sa´d b. Ebî Vakkas´m kardeşidir. Kûfe´ye
yerleşmiş, H. 76´da orada vefat atmiştir.
79)Ahmed, İbn Ebî Dünya
80)Ahmed? Taberânî
81)İbn Ebî Himar b. Naciye b. Akkal b. Muhammed b. Süfyan b. Meşâci´dir.
Teym soyundandır ve ashab´dandır
82)Tayâlisî, Ebû Dâvûd
83)Müslim, Buhârî
84)Müslim
85)İmam Ahmed, Ebû Yala, Taberânî
 
Alt 01-28-2009, 02:34   #6
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Lânetleme

Bu lânet -ister hayvana, ister nebata, ister insana olsun- kötüdür. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Ne ALLAH´ın lânetiyle, ne gazapla ve ne de cehennemle birbirinize lânet okumayınız.87
Huzeyfe b. Yeman şöyle demiştir: ´Birbirlerine lânet okuyan bir kavim, ALLAH´ın azabına müstehak olur!´
İmrân b. Husayn şöyle anlatıyor: ´Hz. Peygamber, bir seferde bulunuyordu. Devesinden âciz kalan Ensar´dan bir kadın, deveye lânet okudu. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:

Devenin sırtında bulunan şeyleri alınız. Zira deve mel´undur.88

Râvî der ki: ´Sanki ben şimdi deveyi görüyor gibiyim. Deve halkın arasında yürüyor} hiç kimse ona dokunup yaklaşmıyordu´.

Ebû Derdâ der ki: "Herhangi bir kimse, yere lânet okursa, yer ona: ´İkimizden hangisi ALLAH´a daha âsi ise, ALLAH ona lânet etsin!´ der".

Hz. Âişe şöyle anlatır: "Hz. Peygamber, Ebubekir Sıddîk´ın bir kölesine lânet okuduğunu duyunca dönüp Ebubekir´e baktı ve şöyle dedi:

Ey Ebubekir! Hem sıdk, hem lânet edicilik bir arada olur mu? Hayır! Kabe´nin rabbine yemin ederim ki olmaz!89

Hz. Peygamber bu sözünü iki veya üç defa tekrar etti. Bunun üzerine Hz. Ebubekir o gün kölesini âzâd ederek Hz. Peygambere gelip ´Bir daha böyle yapmayacağım´ dedi". Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Lânet edenler, kıyamet gününde ne bir kimseye şefaat edebilirler ve ne de şahid olurlar.90

Enes şöyle anlatıyor: ´Adamın biri Hz. Peygamber ile beraber yürürken devesine lânet okudu. Bunun üzerine Hz. Peygamber kendisine şöyle dedi:

Ey ALLAH´ın kulu! Lânete uğramış bir devenin sırtında olduğun halde bizimle beraber yürüme!91

Hz. Peygamber, bu sözünü adamın yaptığının hoşuna gitmediğini belirtmek için söyledi. Lânet, kovmak ve ALLAH´tan uzaklaştırmaktan ibarettir. Bu ise, ancak ALLAH´tan uzaklaştırılmayı hak eden bir kimse hakkında caizdir. ALLAH´tan uzaklaştırılmayı gerektiren sıfatlar da küfür ve zulümdür. Mesela şöyle demelidir: ´ALLAH´ın laneti zâlim ve kâfirlerin üzerine olsun!´ Böyle dediği zaman da Kur´ân ve hadîste vârid olan lâfızları kullanmak uygundur. Çünkü lânet okumakta tehlike vardır; zira lânet ´ALLAH mel´unu uzaklaştırmıştır´ şeklinde ALLAH adına hükmetmek demektir. Bu ise gaybdır. ALLAH´tan başka gaybı bilen yoktur. Hz. Peygamber (s.a) bile ancak ALLAH kendisini gayba muttali ederse bilir. Laneti gerektiren sıfatlar üçtür:
1.Küfür
2.Bid´at
3.Fısk

Bu sıfatların her birinde lanetin üç mertebesi vardır:

Birinci mertebe, umumî bir vasıftan dolayı lânet etmektir. ´ALLAH´ın laneti, kâfirlerin, bid´atçıların ve fâsıklarm üzerine olsun´ denmesi gibi...

İkinci mertebe, daha hususî vasıflarla lânet etmektir. ´ALLAH´ın laneti, yahudiler, hristiyanlar, mecusiler, kaderîler, hâriciler, râfıziler veya zinacılar, zâlimler ve ribacılar üzerine olsun´ denmesi gibi... Bütün bunlar caizdir. Fakat bid´atçıların vasıflarmdaki lanette tehlike vardır. Çünkü bid´atın bilinmesi gayet çapraşıktır. Onun hakkında peygamberden nakledilen bir lâfız vârid olmamıştır. Bu bakımdan bu kısım lanetten avamın çekinmesi uygun olur. Çünkü böyle bir lânet okuyuş, benzeri ile muâraze etmeyi teşvik eder. Böylece halk arasında münakaşa kopar, fesâd doğar!

Üçüncü mertebe, belli bir şahsa lânet okumaktır. Bu tür lânet okumada tehlike vardır. Mesela ´ALLAH´ın laneti Zeyd´in üzerine olsun! O kâfirdir veya fâsık veya bid´atçı dır´ demek gibi... Bu husustaki tafsilat şudur: Şer´an lânet etmenin caiz olduğu insana lânet okumak caizdir. ´ALLAH, Firavun´a ve Ebû Cehil´e lânet etsin´ demek gibi... Çünkü bu kimseler küfür üzerinde ölmüşler ve bu durum şer´an da bilinmektedir. Bizim zamanımızda belli bir şahsa lânet okumaya gelince -mesela ´ALLAH, Zeyd´e lânet etsin! O yahudidir´ demek gibi- bu sözde tehlike vardır. Çünkü Zeyd´in yahudilikten dönüp müslüman olma ve ALLAH nezdinde müslüman olarak ölme ihtimali vardır. O halde onun mel´un olduğuna nasıl hükmedilebilir?

Eğer ´Zeyd hâl-i hazırda kâfir olduğundan dolayı ona lânet okunuyor. Nitekim müslüman bir kimse hâl-i hazırda, müslüman olduğundan dolayı ´ALLAH ona rahmet etsin´ denildiği gibi...´ dersen, -her ne kadar bu müslümanın maazALLAH sonunda dininden dönmesi tasavvur edilebilirse de- bil ki bizim ´ALLAH ona rahmet etsin!´ sözümüzün mânâsı: ´Rahmetin sebebi olan İslâm dini üzere ALLAH onu sabit kılsın, ALLAH onu ibadet üzerine daim eylesin´ demektir. Fakat ´ALLAH kâfiri, lanetin sebebi olan küfür üzerinde sabit kılsın´ demek mümkün değildir. Çünkü böyle demek -ALLAH korusun- küfrü istemektir. Küfrü istemek de haddi zatında küfürdür. Caiz olanı şöyle demektir: ´Eğer o küfür üzerine ölmüşse, ALLAH ona lânet etsin, Eğer İslâm üzere ölmüşse lânet etmesin´. Bu ise gaybdır ve bilinmemektedir. Kayıtsız şartsız lânet okuyan bir kimse ise, küfür veya İslâm arasında bulunuyordur. Bu bakımdan mutlak lânet okumakta tehlike vardır. Fakat kâfir için olsa bile laneti terketmekte hiçbir tehlike yoktur. Madem ki kâfir hakkında bu kaideyi öğrendin, o halde fâsık veya bid´atçı olan Zeyd hakkında böyle olması daha evlâdır. Bu bakımdan belli şahıslara lânet okumakta büyük tehlike vardır. Çünkü belli şahısların durumu durmadan değişmektedir. Ancak sonunda lânete layık olacağı Hz. Peygambere bildirilen şahıs olursa durum değişir. Çünkü küfür üzere öleceği bilinen bir kimse için lânet okumak caizdir. Bu sırra binaen Hz. Peygamber birtakım kimseleri lânetlemiştir; zira Hz. Peygamber, Kureyş için yaptığı bedduada şöyle diyordu:

Ey ALLAHım! Hişam´ın oğlu Ebû Cehil ve Rabia´nın oğlu Utbe´yi pençe-i kahrınla yakala!..
Hz. Peygamber, bir cemaatin ismini zikretti ki onların tamamı Bedir savaşında küfür üzere öldürüldüler. Hatta Hz. Peygamber âkibeti bilinmeyen bir kimseye de lânet ediyordu. Sonra bu tür lânet etmek ALLAH tarafından menedildi; zira rivayet ediliyor ki Hz. Peygamber Maune kuyusunda öğretmen olarak gönderilen ashâb-ı kiramı öldüren kimselere bir ay boyunca (sabah namazının ikinci rek´atinin rükûundan sonra okuduğu) kunut duasında lânet okurdu.93 Bunun üzerine ALLAH Teâlâ´nm şu ayeti nâzil oldu:

Senin elinde birşey yoktur. ALLAH ya onların tevbesini kabul edip onları affeder veya zâlim oldukları için onlara azabeder.

Yani ´Onlar belki müslüman olurlar. Onların melun olduklarını nereden biliyorsun?´ Küfür üzerinde öldüğü bizce bilinen bir kimseye de lânet okumak caizdir. Fakat müslüman bir yakınma eziyet vermemek şartıyla. Eğer bir müslüman akrabası rahatsız oluyorsa caiz olmaz. Nitekim rivayet ediliyor ki; Hz. Peygamber (s.a) Tâife giderken bir kabrin yanından geçti ve kime ait olduğunu Ebubekir Sıddîk´tan sordu. Ebubekir ´Bu kabir, ALLAH´a ve Hz. Peygambere âsi olan Said b. Âs´ın kabridir´ dedi. Bu söz üzerine Amr b. Said öfkelendi ve şöyle dedi: ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Bu, öyle bir kişinin kabridir ki Ebû Kuhâfe´den (Ebubekir´in pederi) daha fazla düşman kellesi vurdu ve misafirlere daha fazla yemek yedirdi´. Bunun üzerine Ebubekir ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Bu adam bana karşı bunu nasıl söyler?´ dedi. Hz. Peygamber (s.a), Amr´a hitaben şöyle dedi: ´Ebubekir´e karşı dilini tut!´ Amr uzaklaştıktan sonra Hz. Peygamber, Ebubekir´e yönelerek şöyle dedi:

Ey Ebubekir! Kâfirlerden bahsettiğiniz zaman umumî bir şekilde bahsediniz. Çünkü isim zikrettiğiniz zaman evlâtlar babaları için kızarlar.95

Bunun üzerine halk, artık hususî bir şekilde kâfirleri zikretmekten menolundu.
Nuayman96 şarap içti ve birkaç defa Hz. Peygamber´in huzurunda cezalandırıldı. Bunun üzerine ashabdan biri ´ALLAH ona lânet etsin! Ne çok içiyor´ dedi. Bu sözü işiten Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Ey kişi! Kardeşinin aleyhinde şeytana yardımcı olma! Başka bir rivayet şöyledir:

Böyle söyleme! Çünkü Nuayman, ALLAH´ı ve Peygamber´i sever.97

İşte görüldüğü gibi, Hz. Peygamber lânet okuyanı, lanetten menetmiştir. Hz. Peygamberin bu yasağı belli bir fâsığa dahi lânet okumanın caiz olmadığına delâlet eder. Kısacası belli şahıslara lânet okumakta tehlike vardır. Bundan her mü´min sakınmalıdır. İblis´e dahi lânet okumasa, okumayan için hiçbir tehlike yoktur. Artık İblis´ten başkasına lânet okumanın keyfiyeti düşünülsün!...

Soru: Yezid´e lânet okumak caiz midir? Çünkü o Hz. Hüseyin´in katilidir veya Hz. Hüseyin´in öldürülmesini emretmiştir.98

Cevap: Yezid´in Hz. Hüseyin´i öldürmesi veya öldürülmesini emrettiği sabit değildir. Bu bakımdan böyle yaptığı sabit olmadıkça ´Yezid, Hz. Hüseyin´i öldürdü´ veya ´Onun öldürülmesini emretti´ demek bile caiz değildir. Acaba böyle demek caiz değilse ona lânet okumak nasıl caiz olur? Çünkü müslüman bir kimseyi tahkik ve tedkiksiz büyük bir günaha nisbet etmek caiz değildir. Evet ´İbn Mülcem Hz. Ali´yi, Ebû Lu´lu Hz. Ömer´i öldürdü´ demek caizdir. Çünkü bu olaylar tevatür yoluyla sabit olmuştur. Bu bakımdan hiçbir müslümana fısk veya küfür sıfatını, tahkik ve tedkik etmeksizin yakıştırmak caiz değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kimse kimseyi ne küfürle ne de fıskla suçlamasın! Çünkü o kişi, suçlayanın dediği gibi değilse, o suç suçlayana döner.99

Bir kişi, başka bir kişinin küfrüne şahidlik ederse, muhakkak onlardan biri o küfrü alır. Eğer ´kâfirdir´ dediği kişi hakîkaten dediği gibi ise, bu hüküm doğrudur. Eğer kâfir değilse, başkasını tekfir ettiğinden dolayı kendisi kâfir olur!100

Bu hadîs-i şerifin mânâsı şudur: Karşıdaki insanın müslüman olduğunu bildiği halde onu tekfir ederse kâfir olur. Eğer bir bid´atten veya başka bir şeyden dolayı onun kâfir olduğunu zannederse ve ona kâfir derse (haddi zatında o da kâfir değilse) bu sefer böyle diyen kâfir değil, yanılmış olur.

Muaz der ki: Hz. Peygamber bana şöyle dedi:

Ey Muaz! Bir müslümana küfretmekten veya âdil bir imama (devlet başkanına) isyandan seni menediyorum.101

Ölülere lânet okumak daha da şiddetlidir. Mesrûk der ki: Hz. Aişe´nin huzuruna girdim. Aişe validemiz ´Filân adam ne yapıyor? ALLAH ona lânet etsin!´ dedi. Cevap olarak ona ´O öldü!´ deyince, bu sefer Aişe validemiz ´ALLAH ona rahmet etsin!´ dedi. Ben ´Bu nasıl oluyor? (Bir lânet okuyorsun, bir rahmet)´ dedim. Cevap olarak şöyle dedi:

Sakın ölülere küfretmeyin. Çünkü onlar daha önce ALLAH´ın huzuruna gönderdikleri amellerinin üzerine gitmişlerdir.102

Hz. Peygamber başka bir hadîsinde şöyle buyurmuştur:

Ölülere sövmeyin! Çünkü siz bu sövmekle dirileri üzmüş olursunuz.103

Ey insanlar! Ashabım, arkadaşlarım ve dünürlerim hakkında beni koruyup gözetiniz. Onlara sövmeyiniz. Ey insanlar! Kişi öldüğü zaman onun hayırlı taraflarını anınız.104

Soru: Acaba ´Hz. Hüseyin´in katiline ALLAH lânet etsin!´ veya ´Onu öldürmeyi emredene ALLAH lânet etsin!´ demek caiz midir?

Cevap: Doğrusu şöyle demektir: ´Hz. Hüseyin´in katili; eğer tevbe etmeden ölmüş ise, ALLAH ona lânet etsin´. Çünkü Hz. Hüseyin´in katilinin tevbe ettikten sonra ölmüş olma ihtimali vardır; zira Hz. Peygamberin amcası Hz. Hamza´nm katili Vahşî, onu öldürürken kâfirdi. Sonra gelip yaptıklarından ve küfründen tevbe etti. Bu bakımdan bir müslümanı öldürmek büyük bir günahtır. Bu günah küfür mertebesine varmaz. Bu bakımdan kişi, Hz. Hüseyin´in katiline ´eğer tevbe etmemişse´ şeklinde değil de mutlak bir şekilde lânet okursa, bu okuyuşta tehlike vardır. Fakat Hz. Hüseyin´in katiline lânet okumazsa hiçbir tehlike yoktur. O halde susmak daha evlâdır.

Biz bu hususları halkın lânet hususundaki gevşekliğinden ve dilini başıboş bırakmasından dolayı belirttik. Mü´min bir kimse çok lânet okuyan bir kimse olamaz. Bu yüzden lânet, ancak küfür üzerine ölen kimseler hakkında veya vasıflarıyla bilinenler hakkında kullanılmalı... Belli şahıslar hakkında değil! Bu bakımdan belli şahıslara lânet etmek yerine ALLAH´ı anmak daha iyidir. Eğer bu da yoksa, susmakta selâmet ve kurtuluş vardır.

Mekkî b, İbrahim şöyle anlatıyor: "Biz, İbn Avn´ın yanında oturuyorduk. Bu arada Bilâl b. Ebi Burde´den105 bahsettiler ve kendisine lânet okudular. Aleyhinde atıp tuttular. İbn Avn da susmuştu. Dediler ki: ´Ey İbn Avn! Biz ancak Bilâl´in sana yapmış olduğu zulümden dolayı aleyhinde konuşuyoruz! (Sen niçin sükût ediyorsun?)´ İbn Avn cevap olarak dedi ki:

"Bu iki kelime kıyamet gününde benim amel defterimden çıkacaktır:
1.Lâ ilâhe illâllah.
2.ALLAH filan adama lânet etsin!

Bu bakımdan benim sahifemden ´Lâ ilâhe illâllah´ın çıkması ´ALLAH filâna lânet etsin5 sözünün çıkmasından daha iyidir".

Bir zat Hz. Peygambere dedi ki: ´Bana nasihatta bulun!´ Hz. Peygamber şöyle dedi:

Sana lânetçi olmamanı tavsiye ederim.106
İbn Ömer şöyle demiştir: ´ALLAH nezdinde insanların en sevimsizi, halka ta´neden ve lânet okuyanlardır´.

Seleften biri şöyle demiştir: ´Müslümana yapılan lânet, onu öldürme ile eşittir!´ Hammad b. Zeyd, bu sözü rivayet ettikten sonra şöyle demiştir: "Ben ´bu söz hadîs-i merfu´dur´ demekten zerre kadar çekinmem".

Ebû Katâde´den şöyle söylediği rivayet ediliyor: Geçmiş zamanda şöyle deniliyordu: ´Bir mü´mine lânet okuyan onu öldürmüş gibidir´. Bu söz aynı zamanda Hz. Peygambere isnâd edilen merfû bir hadîs olarak da nakledilmiştir.107

Bir insanın aleyhinde beddua etmek de mesuliyet bakımından lânete yakındır. Hatta zâlimin aleyhinde beddua etmek bile böyledir. İnsanın meselâ ´ALLAH ona sıhhat vermesin, ´ALLAH ona selâmet vermesin´ demesi ve benzeri sözler gibi... Çünkü böyle söylemek kötüdür. Nitekim haberde şöyle vârid olmuştur:

Mazlum bir kimse muhakkak zâlimin zulmüne karşılık verecek kadar beddua eder. Sonra kıyamet gününde zâlimin hakkı onun yanında fazla bile kalır!108

86)Tirmizî
87)Tirmizî, Ebû Dâvûd
88)Müslim
89)İbn Ebî Dünya
90)Müslim
91)İbn Ebî Dünya
92)Müslim
93)Buhârî ve Müslim
94)Hz. Peygamber BVr-i Matine de otuz kadar sahâbîyi öldürenlere, sabah
ları bedduada bulunuyordu. Buhârî ve Müslim´in diğer bir rivayetinde bir ay
devamlı Ra´l ve Zekvan kabilelerine beddua ettiği kayıtlıdır. Buhârî ve
Müslim, Ebû Hüreyre´den şöyle rivayet etmişlerdir: Sabah namazında oku
duktan scnra tekbir getirir, başım kaldırır ve şöyle derdi: ´Ey ALLAHım
Lâhyan vc RaTa lanet et´. Sonra Alu İmrân sûresinin 128. ayeti nazil
olunca, Hz. Peygamber lânet etmeyi terketmiştir. {İthaf us-Saade, VII/486)
İbn Abdilberr
98)Yezid´in Hz. Hüseyin´i bizzat öldürmediği açıkça ortadadır. Fakat öldü
rülmesini emredip etmediğinde ihtilâf vardır.
99)Buhârî, Müslim
100)Deylemî
101)Ebû Nuaym
102)Buhârî
103)Tirmizî
104)Deylemî
105)Bilâl, Ebû Bürde´nin, o da Ebû Musa el-Eş´ârî´nin oğludur. Künyesi Ebû
Amr olan bu zat, Basra´nın hem emîri, hem de kadısı idi. Uzun zaman vali
lik yapmıştır.
106)İmam Ahmed, Taberânî
107)Müslim, Buhârî
 
Alt 01-28-2009, 02:35   #7
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Teganni Etmek ve Şiir Okumak

Biz Sema kitabında teganninin helâl ve haram kısımlarını belirtmiştik. Bu bakımdan ikinci bir defa tekrar etmeye gerek görmüyoruz. Şiir´e gelince, o bir konuşmadır. Güzeli güzel, çirkini çirkindir. Ancak kendini sadece şiire vermek kötüdür. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Yemin ederim ki birinizin içi irin ile dolarsa, bu durum içinin şiirle dolmasından daha hayırlıdır.109

Mesruk´a şiir hakkında soruldu. Mesruk bu suali çirkin gördü. Kendisine ´Neden bunu çirkin gördün?´ denildiği zaman şu cevabı verdi: ´Ben, amel defterimde şiir bulunmasını istemiyorum´.

Seleften birisine şiirden birşey soruldu. Sorana ´Onun yerine ALLAH´ın zikrini koy! Çünkü ALLAH´ın zikri şiirden daha hayırlıdır´ dedi. Kısacası şiir inşad etmek (okumak) ve temelinden inşâ etmek haram değildir, eğer içinde müstehcen bir söz yoksa... Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: ´Muhakkak şiirin bir kısmı hikmettir´.110

Evet! Şiirin maksadı övmek, kötülemek ve kadınların vasıflarından bahsetmektir. Bazen buna yalan da katılır. Hz. Peygamber (s.a) Ensa´dan Hasan b. Sahife kâfirlere şiirleriyle taarruz etmesini emir buyurmuştur. Şairin medh u senada ileri gitmesi her ne kadar yalansa da haramlık bakımından yalan sınıfına girmez. Nitekim şair el-Mütenebbî şöyle demiştir:
Eğer onun elinde ruhundan başka birşey yoksa, ruhunu vermek suretiyle cömertlik yapar.
Bu nedenle ondan isleyen bir kimse ALLAH´tan korksun!

İşte şairin bu sözü, cömertliğin son zirvesini vasfetmekten ibarettir. Eğer şairin övdüğü kişi cömert değilse şair yalancıdır. Eğer cömertse, mübalağa etmek şiir sanatındandır. Şairin buna inanması gerekmez. Hz. Peygamber´in huzurunda birçok beyitler inşâd edilmiştir. Eğer onlar tedkik edilirse, onlarda da bunun benzeri şeyler bulunur. Oysa Hz. Peygamber onu söyleyen şairi menetmemiştir.111

Hz Aişe şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber ayakkabılarını tamir ediyordu. Ben de yün eğiriyordum. Hz. Peygamber´in alnının terlemeye başladığını gördüm. Bu ter nûra dönüşüyordu. Bu durum karşısında dilim tutuldu ve şaşkın şaşkın baktım. Bu durumumu gören Hz. Peygamber ´Neden hayrete düştün?´ dedi. Cevap olarak dedim ki: ´Ey ALLAH´ın Resulü! Alnından ter akmaya başladı. Sonra o terin nûra dönüştüğünü gördüm. Eğer Ebu Kebir el-HuzeJî´ (meşhur bir şairdir) seni görseydi senin onun şiirine konu olmaya herkesten daha lâyık olduğunu anlardı´. Hz. Peygamber şöyle dedi: ´Ey Âişe! Ebu Kebir el-Huzelî şiirinde ne diyor?´ ´O şiirinde şöyle diyor dedim:

Övdüğüm insan hayz kanının kalıntılarından, emziren kadının çirkin durumundan ve miğyel hastalığından uzaktır.112

Onun yüzünün hatlarına baktığın zaman o hatlar su serpen bulutun berraklığı gibi parlar.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) elindekini bıraktı ve benim yanıma gelip sevincinden iki gözümün ortasından öptü ve şöyle dedi:

Ey Âişe! ALLAH sana hayrı mükâfat olarak versin. Benim senden aldığım sevinç gibi (kadar), sen benden sevinç almış değilsin.113

Hz. Peygamber, Huneyn savaşında ganimeti taksim ederken Abbas b. Murdas´a dört deve verdi. ´´Abbas bunları az görüp bir şiirinde bu durumdan şikayet etti ve o şiirin sonunda şunlar vardır:

Benim ve atım Ubeyd´in aldığı ganimeti, Uyeyne ve Akrâ arasında taksim mi ediyorsun?
Bedir ve Habis114 hiçbir toplantıda Mirdas´a efendilik yapmamışlardır.
Ben onlardan herhangi bir kişinin altında değilim.
Bugün mertebesi düşürülen bir insan artık hiçbir zaman yükselemez.
Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:

Bunun dilini benden kesiniz.

Bu emir üzerine Ebubekir (r.a), Abbas´ı götürüp istediği yüz deveyi kendisine verdi. Sonra Hz. Peygamberin huzuruna herkesten daha fazla Hz. Peygamber´den razı olarak döndü. Bunun üzerine Hz. Peygamber kendisine ´Benim aleyhimde şiir mi söylüyorsun?´ dedi. Abbas bu tenkide karşı Hz. Peygamber den özür dileyerek şöyle dedi: ´Annem ve babam cana fedâ olsun! Karıncaların üremesi gibi dilimin üzerinde şiirin yürüdüğünü hissediyorum. Sonra karıncaların ısırdığı gibi beni ısırıyor. Bu bakımdan şiir söylemekten kendimi alamıyorum´. Bunun üzerine Hz. Peygamber tebessüm ederek şöyle buyurdu:

Deve, inlemeyi veya bağırmayı bırakmadıkça Arap da şiiri bırakmaz.115

108)Tirmizî, (Hz. Âişe´den bir benzerini)
109)Müslim
110)İlim bölümünde geçmi
111) Meselâ Kn´b b. Zübeyr Mekke´nin fethinden sonra Hz, Peygamber´in hu-zuruna gelip müslüman olduğu zaman meşhur ´Bânet Suadû´ kasidesini inşa ederek irticalen okumuştur. O kasidede teşbih ve mübalâğa fazla olmasına rağmen Hz. Peygamber onu susturmamış ve sonunda hırkasını çıkarıp Ka´b´a vermiştir.
112)Miğyel hastalığı, cahiliyye devrinde emzikli kadının kocasıyla yatması
halinde sütünün bozulacağı ve çocuğun hasta olacağı inancıyla ilgilidir.
113)Beyhakî
114)Bedir ve Habis, Uyeyne ile Akra´nın babalarıdır. Mirdas da şairin ba-
basıdır.
 
Konu Kapatılmıştır


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı