Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi


Konu Kapatılmıştır
Stil
Seçenekler
 
Alt 02-02-2009, 15:10   #1
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Yalana İzin Verilen Yerler

Yalan, bizzat kendisi için değil, muhatabın veya başkasının zararına yol açtığı için haramdır. Çünkü yalanın en az derecesi, haber verenin, verdiği haberin aksine inanmasıdır. Bu bakımdan kişi bu hususta câhildir. Fakat bazen bu câhillik başkasının zararına yol açar! Bazen de bir şeyi bilmemekte ya bilmeyenin veya başkasının maslahat ve yararı vardır. Bu bakımdan yalan, onu bilmemek faydalı olduğu için bazen ruhsatlı, bazen de farz olur.

Nitekim Meymun b. Mihran ´Yalan, bazı yerlerde doğrudan daha hayırlıdır. Acaba bir kişi kılıçla başka bir insanı öldürmek için k-valıyorsa, o kovalanan insan bir eve girse, kovalayan adam sana gelip ´Sen filan adamı gördün mü?´ dese ne dersin? ´Hayır, görmedim´ demez misin? İşte bu, farz olan bir yalandır´ dedi. O halde deriz ki: ´Konuşma, maksat ve hedeflere götüren vesiledir. Bu bakımdan hem doğruluk, hem de yalanla güzel maksada varılabiliyorsa, orada yalan söylemek haramdır. Eğer o güzel maksad mübahsa ve doğrulukla değil, ancak yalanla varılabiliyorsa, burada yalan söylemek mübahtır. Eğer elde edilmesi istenen maksat farz ise, ona varılmak için yalan söylemek de farz olur. Nitekim müslümanın kanını korumak farz olduğu gibi, onu korumak için yalan söylemek de farzdır. Bu bakımdan ne zaman doğruyu konuşmakta, bir zâlimin zulmünden gizlenen bir müslümanın kanının akıtılması sözkonusu ise, burada yalan söylemek farz olur. Ne zaman savaşın maksadı veya barışın tamamlanması veya mazlumun razı edilip anlaşmaya yanaştırılması, yalan söylemeden olmuyorsa, bu takdirde yalan söylemek mübahtır. Ancak şu vardır ki mümkün olduğu kadar yalana ruhsat verildiği yerlerde bile yalandan kaçınmak uygundur. Çünkü kişi yalan kapısını bir defa açarsa o açılan kapının onu yok yere ve zaruret hududunu aşan kısma sürüklemesinden korkulur. Bu bakımdan yalan esasında haramdır. Ancak zaruret için mübah olur. Bu istisnaya, yani zaruret için mübah oluşuna Ümmü Gülsüm´den rivayet edilen şu hadîs-i şerîf delâlet eder. Ümmü Gülsüm şöyle diyor:

Hz. Peygamber´in yalanın hiçbir şekline ruhsat verdiğini duymadım. Ancak üç yer müstesna:

1.Kişinin, müslümanların arasını bulmayı ve ıslah etmeyi kasdettiği söz.

2.Kişinin savaş halinde müslümanların faydası için söylediği söz.

3.Kişinin hanımına, hanımın da maslahat için kocasına konuşması.186

Yine Ümmü Gülsüm´ün rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

İki kişinin arasını ıslah etmek için yalan söyleyen veya yalanı kendiliğinden katan bir kimse yalancı değildir.187

Yezid´in kızı Esma Hz. Peygamber´den (s.a) şöyle rivayet ediyor:

Yalanın hepsi, Ademoğlu´nun defterine yazılır. Ancak iki müslümanı barıştırmak için yalan söyleyen kişinin yalanı müstesna.188

Ebu Kâhil´den189 şöyle rivayet ediliyor: Ashâb-ı kiramdan iki kişinin arasında kılıç kılıca gelecek derecede münakaşa oldu. Ben onların birisiyle karşılaştım ve kendisine ´Seninle filan adamın arası niçin bozuldu? Oysa o, seni övüyor, medh-u senâ ediyor´ dedim. Sonra öbürüne rastladım, aynı şeyleri ona da söyledim. Böylece onların ikisini barıştırdım. Sonra dedim ki bu iki kişinin arasını buldum ama nefsimi de helâk ettim. Bunun üzerine Hz. Peygamber´e gittim hâdiseyi anlattım. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Ey Ebu Kâhil! Yalanla da olsa halkın arasını bul!190

Atâ b. Yesar şöyle diyor: ´´Bir kişi Hz. Peygamberi ´Ben hanımıma yalan söylüyorum!´ dedi. Hz. Peygamber ´Yalanda hayır yoktur7 dedi. O da ´Ben ona şöyle yapacağım diye söz veriyorum´ dedi. Hz. Peygamber şöyle buyurdu;

Öyleyse bu hususta bir günahın yoktur.191

Rivayet ediliyor ki İbn Ebî Uzre ed-Duelî, Hz. Ömer´in halifeliği zamanında evlendiği kadınlara hul´a yapardı.192 Bu bakımdan halk arasında hoşa gitmeyen dedikodular yayıldı. Bunu duyduğu zaman Abdullah b. Erkam´ın193 elinden tuttu, onu evine getirinceye kadar elini bırakmadı. Sonra hanımına dedi ki: ´Sana yemin ettiriyorum, benden nefret ediyor musun?´ Kadın ´Bana yemin mi teklif ediyorsun!´ dedi. O tekrar ´Sen ALLAH adına doğruyu söyle!´ dedi. Kadın ´Evet! Senden nefret ediyorum´ dedi. Bu sefer İbn Erkam´a dönüp ´Kadının dediğini işittin mi?´ dedi. Sonra ikisi beraber Hz. Ömer´e vardılar ve ´Siz, benim kadınlara zulmetmek için hul´a yaptığımı söylüyorsunuz, İşte İbn Erkam´a sor!´ dedi. Hz. Ömer, İbn Erkam´a sordu. İbn Erkam işittiğini olduğu gibi Hz. Ömer´e söyledi. Bunun üzerine Hz. Ömer, İbn Ebî Uzre´nin zevcesine haber saldı. Kadın, halasıyla beraber Hz. Ömer´e geldi. Hz. Ömer, kadına "Sen misin, kocasına ´Ben senden nefret ediyorum´ diyen?" dedi. Bunun üzerine kadın dedi ki: ´Ben ilk tevbe eden ve ALLAH´ın emrine dönen kimseyim. Kocam bana yemin ettirdi. Ben de yalan söylemekten çekindim. Ey mü´minlerin emiri! Yalan mı söyleyeydim?´ Hz. Ömer ´Evet! Bu hususta yalan söyle! Eğer siz kadınlardan biriniz erkeklerden birini sevmezse, sakın kendisine sevmediğini söylemesin. Çünkü sevgi üzerine bina edilen evler çok azdır. Halk, İslâm ve soylarla birbiriyle muaşeret ederler´ dedi.
Nevvas b. Sem´an b. Hâlid el-Kilâbî Hz. Peygamberden şöyle rivayet eder:

Neden ben sizin -pervanenin ateşe atıldığı gibi- yalanlara atıldığınızı görüyorum? Şüphesiz ki yalanın tümü, insanoğlunun aleyhine yazılır. Ancak kişi savaş halinde yalan söylerse, bu müstesnadır. Çünkü harb hile demektir veya iki kişinin arasında buğz olursa, kişi onların arasını düzeltirse veya hanımına birşeyler söyleyip onu razı ederse (bu durumlarda yalan söylemek mübahtır).194

Sevban der ki: ´Yalanın tümü günahtır. Ancak bir müslümana fayda veren veya ondan zararı defeden yalan müstesnadır´.

Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: ´Sizlere Hz. Peygamber´den hadîs naklettiğim zaman yemin ederim ki gökten düşüp parçalanmam, Hz. Peygamber´e yalan isnad ederek hadîs uydurmaktan bana daha sevimli gelir. Sizinle benim aramızda cereyan eden hâdiseleri konuştuğum zaman muhakkak harb hileden ibarettir´.

İşte bu üç durumda ruhsat verilmiştir. Bunlara benzer diğer durumlarda böyledir. Tabii ki o yalan ile bir müslümanın faydasını düşünüyorsa böyledir. Malına gelince, bir zâlimin kendisini tutup malının nerede olduğunu kendisine sorması gibidir. Bu takdirde malının yerini inkâr edebilir veya sultan kendisini tutuklar, kendisiyle ALLAH arasında olan yaptığı bir kötülüğü kendisine sorarsa, o kötülüğü inkâr edip ´Ben zina etmedim! Hırsızlık yapmadım´ diyebilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kim bu günahlardan bir şeyi işlerse, ALLAH´ın örtüsüyle örtünsün!195

Bunun hikmeti şudur; Günahı açıklamak da ikinci bir günahtır. Bu bakımdan kişi kanını ve zulmen kendisinden alınmak istenen malını ve namusunu diliyle, yalan da olsa koruyabilir. Başkasının namusuna gelince, bir müslüman kardeşinin sırrından sorulduğu zaman inkâr edebilir, iki kişinin arasını sulh etmesi gibi, hanımlarının arasını bulması gibi. Yani kumaların herbirine onu daha fazla sevdiğini belirtmesi gibi bütün bu yerlerde yalan söyleyebilir. Eğer hanımı kendisine ancak, takatinin dışında bir va´dde bulunduğu takdirde itaat ediyorsa, o anda kadına kalbini hoş etmek için o sözü verebilir veya bir insana karşı mazeret beyan etmek veya o insanın kalbi ancak bir günahı inkâr etmek ve fazla sevgi göstermek sûretiyle kendisinden hoşnut oluyorsa, böyle yapmasında sakınca yoktur. Fakat bunun hududu şudur: Yalan mahzurludur. Eğer bu yerlerde doğru söylerse, bu doğruluktan da mahzur doğacaksa bu iki mahzuru karşılaştırmalı, doğru bir terazi ile tartmak... Doğruluktan doğan mahzurun şer´an yalandan daha ağır bir mesuliyeti doğuracağını bildiği zaman yalan söyleyebilir. Eğer o maksad, doğrunun maksadından daha kıymetsiz ise, doğru söylemek farz olur. Bazen iki şey eşit olur. Hangisinin daha şiddetli olduğunda tereddüt edilir, İşte bu takdirde doğruya meyletmek daha evlâ olur; zira yalan, zaruretten veya önemli bir hacetten dolayı mübah olur. Eğer ihtiyacın önemli olup olmamasından şüphe ederse yalanda esas olan haramlıktır. Hedeflerin durumunu idrâk etmek zor olduğundan dolayı, en uygunu, insanın mümkün olduğu kadar yalandan sakınmasıdır. Böylece kişinin bir ihtiyacı olduğu zaman müstahab olan; garezlerini terkedip yalandan uzaklaşmasıdır. Fakat başkasının hakkıyla bağlantılı ise, başkasının hakkı hususunda müsamaha göstermek ve onu zarara sokmak caiz değildir. İnsanın söylediği yalanın çoğu ancak nefsinin arzularını yerine getirmek içindir. Yalanları mal ve mertebenin artması içindir. Elden kaçması mahzurlu olmayan birtakım işler içindir. Hatta kadın kocasından böbürlenmesine vesile olsun diye birtakım şeyleri hikâye eder. Kumalarını kızdırmak için yalanlar uydurur. Bu haramdır.
Esmâ, bir kadının Hz. Peygambere şöyle sorduğunu nakleder: ´Benim bir kumam vardır. Ben onu zarara sokmak ve üzmek için kocamın yapmadıklarını mübalâğalı bir şekilde yaptı diyorum. Acaba bundan dolayı bana bir zarar var mıdır?´ Hz. Peygamber cevap olarak şöyle buyurdu:

Kendisine verilmeyen bir şeyi verilmiş gibi gösteren bir kimse, yalan (ve riyanın) iki elbisesini giyen bir kimse gibidir.196

Kendisine yedirilmeyeıı bir yemeği yemiş gibi gösteren bir kimse veya kendisinin olmadığı halde ´benimdir´ diyen, kendisine verilmediği halde "bu bana verildi´ diyen bir kimse kıyâmet gününde (riya ve) iftiranın iki elbisesini giyen bir kimse gibidir.197

Âlimin tedkik ve tahkik etmeksizin verdiği fetva, tespit etmeden rivayet ettiği hadîsler, bu hadîs-i şerifin hükmüne girer; zira böyle yapan bir âlimin hedefi, kendisinin faziletini belirtmektir ve bunun için de ´ben bilmiyorum´ demekten kaçınır. Bu ise haramdır. Bu hususta çocuklar da kadınlara benzerler; zira çocuk mektebe ancak va´detmek veya tehditte bulunmak veya yalan bir korku vermekle gidiyorsa, bu takdirde yalan söylemek mübah olur. Bu hususta haberlerde, bu tür yalanın, kulun defterine yalan olarak yazıldığı vârid olmuştur. Fakat mübah olan yalan da kulun defterine yazılır. Kul ondan dolayı hesaba çekilir. O husustaki maksadının tashihi ile sorumlu tutulur. Sonra maksadı doğru olduğundan ötürü affedilir. Çünkü yalan, ancak ıslah maksadıyla mübah kılınmıştır. Bu hususa bazen büyük bir gurur ârız olup katılır! Çünkü bazen insanı bu tür yalana sürükleyen, zaruri olmayan bir gaye ve geçici bir zevktir. Ancak görünürde güya bu değilmiş de, ıslah maksadı kendisini yalan söylemeye zorluyormuş gibi gösterir ve bundan dolayı da defterine bu yalan yazılır. Kim bir yalan söylerse, o ictihad tehlikesine girmiş olur! Yalan söylediği maksadın acaba şeriat nazarında doğru söylemekten daha önemli olup olmadığını bilmelidir. Bunu tefrik etmek ise gerçekten zordur. En ihtiyatlı davranış terketmektir. Yalan söylemek farz olup terketmesi caiz değilse, o zaman durum değişir. Nitekim yalan söylememesi bir müslümanın kanının akıtılmasına veya herhangi bir şekilde büyük bir günahın işlenmesine vesile olacaksa, o zaman yalanı terketmek caiz olmaz.

Birtakım insanlar, amellerin fazileti hakkında ve günahlardan sakındırmak için hadîs uydurmanın caiz olduğunu zannetmişler ve ´Gaye doğru olduğu için hadîs uydurmakta sakınca yoktur´ demişlerdir. Onların bu zannı katıksız bir hatadır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kim bile bile benim ağzımdan hadîs uydurursa, o kimse cehennemde yerini hazırlasın,198
Böyle birşey ancak zaruretten dolayı yapılabilir. Oysa din hususunda herhangi bir zaruret yoktur; zira bu husustaki doğruluk yeter de artar bile. Bu bakımdan ayet ve hadîslerde bu hususta vârid olan hükümler yalan uydurmaya ihtiyaç bırakmamıştır.

İtirazcının ´Bu husustaki ayet ve hadîsler, çok tekrar edildiğinden dolayı tesirleri azalmış ve sakıt olmuştur. Yeni olan bir şeyin tesiri daha büyük olur´ demesi bir hevesten ibarettir. Hakikatte yeri olmayan bir sözdür; zira böyle yapmak ALLAH´ın ve Hz. Peygamber´in adına yalan uydurmanın mahzuruyla başa çıkacak gayelerden değildir. Bu hususta kapı açmak, İslâm şeriatını karmakarışık edecek birtakım işlere sürükler. Bu bakımdan buradaki hayr, doğacak şerle asla eşit olmaz. Hz. Peygamber´in namına yalan uydurmak, hiçbir şeyle eşit olmayan büyük günahlardandır.

ALLAH Teâlâ´dan bizi ve bütün müslümanları affetmesini dileriz!199

186)Müslim
187)Müslim, Buhârî
188)İmam Ahmed
189)Adı Kays b. Âiz´dir
190)Taberânî
191)İbn Abdilberr
192)Kadından alınan para karşılığı talâk veya hul´a lâfzıyla ayrılmaktır.
Yani kadın istediği an verdiği para karşılığı kocasını boşayabilir.
193)Adı Abdullah b. Erkam b. Abdiyağus b. Vehb b. Abdimenaf b. Zühre´dir.
Fetih senesi müslüman olmuştur. Hz. Peygamber´in, Hz. Ebubekir´in ve Hz.
Ömer´in kâtipliğini yapmıştır.
194)Taberânî
195)Hâkim
196)Müslim, Buhârî
197)Irâkî, bu lâfızla görmediğini söylüyorsa da mânâsı sahihtir. Riya´nın
iki elbisesi ile izar ve rida kastedilmektedir
198)Müslim, Buhârî
199)Suyutî, İbn Cevzî ve başkaları Cüyeynî´ye göre kasden hadîs uydurmanın küfür olduğunu rivayet ederler. Fakat İmam-ı Haremeyn´e göre bu söz zayıftır. (Bkz. İthaf´us-Saade, VII/528)

 

 
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 02-02-2009, 15:11   #2
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Târiz Yoluyla Yalandan Sakınmak

Târiz Yoluyla Yalandan Sakınmak
Selef-i sâlihînden nakledilmiştir ki târizlerle insan yalandan korunabilir. Nitekim Hz, Ömer (r.a) şöyle demiştir: ´Târizlerde kişiyi yalandan koruyacak birtakım özellikler vardır?´

Bu durum, İbn Abbas ve diğer ashâb-ı kirâmdan da rivayet edilmiştir. Onlar ancak insan yalana mecbur kaldığı zaman, böyle yapabileceğini kasdetmişlerdir. Yalana ihtiyaç ve zaruret olmadığı zamana gelince, ne açıkça ve ne de târiz yoluyla yalan söylemek caiz değildir. Ancak yine de târiz yoluyla yalan söylemek daha ha-fiftir. Târizin misali şu hâdisedir:

Rivayet ediliyor ki, Mutarrıf201 Basra valisi Ziyad´ın huzuruna girdi. Ziyad ona ´neden ziyaret etmekte geciktiğini´ sordu. O da hastalığını sebep göstererek şöyle dedi: ´Emir´den ayrıldığımdan beri yanımı kaldırmış değilim. Ancak ALLAH´ın kaldırdığı hariç..´

İbrahim Nehâî dedi ki: ´Birinin kulağına menfi olarak senden herhangi birşey gitmişse ve sen de yalan söylemeyi çirkin görüyorsan, ona şöyle de: ´Ondan bir şeyi söylemediğimi muhakkak ALLAH bilir´. Böylece ´söylemediğim´ mânâsına gelen ´mâ kultü´ nün başındaki olumsuz harf olan ´ma´yı ´ibham´ mânâsında kullanırsın. Fakat dinleyen onun ´olumsuz´ mânâsına geldiğini düşünür.

Muaz b. Cebel (r.a), Hz. Ömer tarafından bir vazifeye tayin edilmişti. Vazifeden dönünce hanımı kendisine ´Vazifelilerin ve memurların geldiklerinde ailelerine getirdikleri hediyelerden ne getirdin?´ diye sordu. Oysa Hz. Muaz, hanımına hiçbir şey getirmiş değildi. Bunun üzerine hanımına şu cevabı verdi: ´Benim yanımda beni kontrol eden biri vardı´.
Hanımı ´Sen Hz. Peygamber´in ve onun halifesi Ebubekir´in yarımda emin idin (vazife aldığın zaman seni kontrol eden birisini seninle göndermiyorlardı. Nasıl olur da) Ömer seninle beraber bir kontrolcü gönderir?´ dedi. Hz. Muaz´ın hanımı, Medine´nin kadınları arasında bunu söyledi ve Hz. Ömer´den şikayette bulundu. Hz. Ömer´in kulağına bu haber gittiğinde Muaz´ı huzuruna çağırdı ve ´Seninle beraber herhangi bir kontrolcü gönderdik mi?´ dedi. Muaz ´Ben hanımımdan özür dilemek maksadı ile çıkar yol olarak ancak böyle söylemeyi uygun gördüm´ dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer gülerek Muaza birşeyler verdi ve ´Hanımını bunlarla razı et´ dedi. Muaz´ın sözündeki ´baskı yapan´ tabirinden ´kontrol eden ALLAH Teâlâ´ kasdedilmiştir,

İbrahim Nehâî, kızma ´Sana şeker satın alacağım´ demezdi. ´Sana şeker almamı ister misin?´ derdi. Çünkü bazen şeker alma imkânı olmuyordu.

Yine bu zat, hoşlanmadığı bir insan kendisini dışarıya çağırdığı zaman, evde olduğu halde cariyeye ´´Ona İbrahim´i camide aramasını söyle! ´İbrahim burada değildir´ deme ki yalan olmasın" derdi.

Şa´bî evinde arandığı zaman, arayan kimse ile görüşmeyi istmediğinde bir daire çizer ve cariyesine "Parmağını dairenin içine koy ve ´Burada yoktur´ de" derdi.

Bütün bunlar ihtiyaç zamanında yapılan târizlerdir. İhtiyaç yoksa böyle yapmak caiz değildir. Çünkü burada, her ne kadar lâfız yalan değilse de bu ibareler bir yalanı bildirmektedirler!... Bu ise en azından mekruhtur. Nitekim Abdullah b. Utbe şöyle anlatıyor: ´Babamla beraber Ömer b. Abdülaziz´in huzuruna girdik. Çıktığımızda halk ´Bu elbiseyi sana emîr´ulmü´minîn mi giydirdi?´ diye sordular. Ben de ´ALLAH ona hayrı mükâfat olarak versin´ dedim. Bunun üzerine babam bana dedi ki: "Ey oğul! ´Yalandan sakın ve benzerinden kaçın´ diye rivayet edilmiştir" dedi.

İşte görüldüğü gibi Utbe, oğlunu böyle söylemekten menetmiştir. Çünkü böyle söylemekte, soranlara gururlanmak ve onlara yanlış bir zan verme durumu vardır. Bu ise bâtıl bir gayedir ve içinde hiçbir fayda mevcut değildir. Evet, târizler başkasının kalbini mizah yoluyla hoşnut etmek gibi basit bir gaye için de mübahtır. Hz. Peygamberin (s.a) şu sözleri ve benzerleri gibi:

´Cennete ihtiyar kadın giremez!´

´Senin kocan o gözünde beyazlık olan kimse midir?´

´Seni deveye değil de devenin yavrusuna bindireceğiz´.

Açık yalana gelince, Ensâr´dan Nuayman´ın Hz. Osman´a karşı yaptığı gibi202 ve halkın ahmak insanlarla oynayıp ´filan kadın seninle evlenmek istiyor´ şeklinde onları aldatması gibi... Eğer bu açık yalanda bir kalbi kıracak bir zarar varsa haramdır. Eğer bu açık yalan başkasının kalbini hoşnut etmek içinse, sahibi fısk ve fücur ile nitelendirilemez. Fakat bu yalanı söylemek onun iman derecesini düşürür. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kişinin imanı, kendisi için sevdiğini, (müslüman) kardeşi için de sevmedikçe ve şakalarında yalandan korunup sakınmadıkça kâmil olmaz.203
Adam, bir kelime söyler, onunla arkadaşlarını güldürür. O kelimeden dolayı Süreyya yıldızından daha uzak bir mesafeden cehenneme dalar.

Hz. Peygamber bu hadîste müslümanın gıybetini veya herhangi bir kalbe verilen eziyeti kasdetmiştir. Burada sadece mizah kastedilmiş değildir. Fâsıklığı gerektirmeyen yalan grubuna, halkın âdetinde cereyan eden mübalağalar da girer. Kişinin başkasına ´ben seni şu kadar aradım´, ´Ben sana yüz defa dedim´ demesi gibi; zira kişi bununla aramanın sayısını anlatmak istemez, çok aradığını anlatmak ister. Eğer kişinin araması sadece bir defa ise ve buna rağmen böyle söylüyorsa bu durumda sözü yalan olur. Eğer birkaç defa aramışsa, böyle demekle günahkâr olmaz. Her ne kadar yüz defa aramamış olsa da... Bunların ikisinin
kör olan bu zat mescidde küçük taharetini yapmak istedi. Halk ´Burası camidir´ diye bağırdı. Nuayman onun elinden tutup mescidin başka bir köşesine götürüp ´Burada yap, burası mescid değildir´ dedi. Yine halk ´orası mesciddir´ diye bağırdı. Bunun üzerine ´Acaba kim beni buraya getirdi. Yemin olsun eğer o elime geçerse asam ile ona hakettiği darbeyi indireceğim´ dedi. Aradan uzun bir zaman geçti. Nuayman, âmânın yanına geldi. Hz. Osman da namaz kılıyordu. Âmâya ´Nuayman´dan intikam almak ister misin?´ dedi. Âmâ ´evet´ dedi. Bunun üzerine âmâ´nm elini tutup Hz. Osman´ın yanında durdurdu. Âmâ var kuvvetiyle âsâsını Osman´ın
başına indirdi, Osman´ın başını yardı. Halk ´Emîr´ul-Mü´minîne vurdun!´ diye bağırdı.
arasında dereceler vardır. Yalanın tehlikesini düşünüp diline sahip olmayan bir kimse burada mübalağaya kaçar.

Yalanın âdet olduğu ve müsamaha ile karşılandığı yerlerden biri de şudur. ´Yemek ye!´ dendiğinde, karşıdaki adam da ´Benim iştahım yok´ derse (iştahı olduğu halde böyle diyorsa) böyle demesi -doğru bir gaye güdülmediğinde- yasaklanmıştır ve haramdır.

Mücahid, Esma´nın204 şöyle anlattığını rivayet ediyor: Âişe, gelin olup Hz. Peygamber ile gerdeğe girdiği gecede onun arkadaşı idim. Benimle beraber birkaç kadın daha vardı. ALLAH´a yemin ederim, biz Hz. Peygamberin evinde bir ziyafet yemeği görmedik. Ancak bir bardak süt vardı. Hz. Peygamber o sütten içti ve sonra Âişe´ye verdi. Âişe sütü içmekten utanarak çekindi. Ben Âişe´ye dedim ki: ´Hz. Peygamber´in elini geri çevirme. Hz. Peygamber´in eliyle uzattığı sütü al!´ Âişe utanmakla beraber, süt bardağını Hz. Peygamber´den aldı, içti. Sonra Hz. Peygamber ona ´Arkadaşlarına da ver´ dedi. Biz ´Bizim iştahımız yoktur´ dedik. Hz. Peygamber (s.a) ´Sakın açlıkla yalanı bir araya getirmeyin´ dedi. Ben ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Bizden biri iştahı çektiği halde iştahım çekmiyor dese bu söz yalan sayılır mı?´ dedim. Şöyle buyurdu:

Muhakkak ki yalan, deftere yalan olarak yazılır. Hatta deftere yalancık da yalancık olarak yazılır (yani en hafifi bile yazılır).205

Takvâ ehli, bu tür yalanlarda gösterilen müsamahadan kaçınırlar. Leys b. Sa´d şöyle anlatıyor: "Said b. Müseyyeb´in iki gözü ağrıyor ve çapaklanıyordu. Hatta çapaklar gözün dışında toplanmaktaydı. Said´e ´Eğer gözlerindeki çapakları süsen daha güzel olur!´ dedim. Said ´´Peki! Doktorun ´gözlerine el sürme´ demesi ve benim de ´Evet! El sürmeyeceğim´ demem nerde kalır?" dedi". İşte bu, ehl-i takvânın hareketidir. Bunu terkeden bir kimsenin dili yalan hususunda iradesinin sınırını aşar ve böylece bilmeden yalan söylemiş olur.

Havvat et-Teymî´den şöyle rivayet ediliyor: Rebî b. Heyseme´nin kızkardeşi, hasta olan bir yeğenini ziyarete geldi. Hastanın üzerine eğilerek ´Oğlum, nasılsın?´ diye sorunca, uzanan Rebî kalkıp oturarak kız kardeşine ´Sen bunu emzirdin mi?´ diye sordu. Kız kardeşi ´Hayır, emzirmedim!´ dedi. Rebî "O halde sen ´kardeşim oğlu´ deyip doğru söyleseydi, ne zararın olurdu?" dedi.

Âdetlerden biri de, kişinin bilmediği şey hakkında ´ALLAH bilir´ demesidir. Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: "ALLAH nezdinde günahların en büyüklerinden biri de kişinin bilmediği şey için ´muhakkak ALLAH bilir´ demesidir´´.
Bazen kişi rüyasını hikâye ederken yalan söyler. Burada günah çok büyüktür; zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kişinin kendisini soyundan başka bir soya nisbet etmesi veya uyku halinde görmediğini gözleriyle görmüş gibi anlatması veya benim ağzımdan yalan söylemesi, yalanın en büyüklerindendir.206

Rüya hususunda yalan söyleyen (rüya uyduran) bir kimseden kıyamet gününde iki arpayı birleştirmesi istenir. Oysa hiçbir zaman iki arpayı birleştiremez.207

200)Taftazanî´ye göre târiz, birkaç mânâya gelmesi muhtemel olan bir lâfız
söylenmesi ve konuşanın maksadının zıddının anlaşılması demektir.
Müteahhîrinin bazısına göre konuşmada olmayan bir mânâya delâlet etmek
İçin kinâî, mecazî veya hakikî bir lâfızla bir şeyi zikretmektir.
201)Basralıdır ve tabiîndendir. Güvenilir bir âbiddir.
202)Nevfel´in oğlu Mahreme 115 yaşma gelmiş bulunuyordu. Birgün gözleri
kör olan bu zat mescidde küçük taharetini yapmak istedi. Halk ´Burası ca-
midir´ diye bağırdı. Nuayman onun elinden tutup mescidin başka bir
köşesine götürüp ´Burada yap, burası mescid değildir´ dedi. Yine halk ´orası
mesciddir´ diye bağırdı. Bunun üzerine ´Acaba kim beni buraya getirdi.
Yemin olsun eğer o elime geçerse asam ile ona hakettiği darbeyi indi-
receğim´ dedi. Aradan uzun bir zaman geçti. Nuayman, âmânın yanına
geldi. Hz. Osman da namaz kılıyordu. Âmâya ´Nuayman´dan intikam al-
mak ister misin?´ dedi. Âmâ ´evet´ dedi. Bunun üzerine âmâ´nm elini tutup
Hz. Osman´ın yanında durdurdu. Âmâ var kuvvetiyle âsâsını Osman´ın
başına indirdi, Osman´ın başını yardı. Halk ´Emîr´ul-Mü´minîne vurdun!´
diye bağırdı.
203)Dârekutnî, İbn Abdilberr
204)Adı Umeys b. Ma´bed b. Hars b. Kâ´b´dır. Hz. Esmâ Cafer´le beraber
Habeşistan´a hicret etmiş, Cafer´den sonra Hz. Ebubekir ile, ondan sonra da
Hz. Ali ile evlenmiştir. Faziletli bir kadın sahâbî´dir.
205)İbn Ebî Dünya, Taberânî
206)Buhârî
207)Buhârî
 
Alt 02-02-2009, 15:12   #3
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Gıybet

Gıybet konusu oldukça uzundur. Bu bakımdan biz önce gıybetin aleyhinde vârid olan kötülemeleri ve gıybet hakkında vârid olan şer´î delilleri beyan edelim.
ALLAH Teâlâ Kur´an da gıybetin kötülenmesini nass ile yapmış ve gıybet yapanı ölünün etini yiyen bir kimseye benzeterek şöyle buyurmuştur:

Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz (değil mi)!(Hucurât/12) Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Müslümanın her şeyi diğer müslümana haramdır: Kanı, malı ve namusu(nu pâyimâl etmek)...208

Gıybet, haysiyete hoş gelmeyen kelimelerle saldırmaktır. Görüldüğü gibi Hz. Peygamber gıybeti, mal ve kan ile beraber zikretmiştir.

Ebu Hüreyre Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder:
Birbirinize hased etmeyin! Birbirinize buğzetmeyin! Kavga etmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin. Bazınız bazınızın gıybetini yapmasın. Ey ALLAH´ın kulları kardeş olun!209
Câbir ve Ebu Said Hz. Peygamber´den (s.a) şöyle rivayet ediyorlar:

Gıybetten kaçınınız! Muhakkak ki gıybet, zinadan daha kötüdür. Çünkü kişi, bazen zina eder, tevbe eder ve ALLAH tevbesini kabul eder. Gıybet yapan bir kimse ise, gıybeti yapılan kişi kendisini affetmedikçe ALLAH tarafından affedilmez.210

Enes (r.a) Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder:
İsrâ gecesinde yüzlerini tırnaklarıyla paramparça eden bir kavmin yanından geçtim. Cebrâil´e ´Bunlar kimlerdir?´ diye sordum. Cebrail ´Bunlar halkın gıybetini yapan, haysiyet ve mürüvvetlerine dil uzatanlardır!´ dedi,211

Selim b. Câbir şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber´e gelerek dedim ki: ´Bana bir hayır öğret ki ondan faydalanayım!´ Şöyle buyurdu:

Sakın yaptığın iyiliğin hiçbir şeyini az görme; isterse bu, elindeki kovadan su isteyen adamın kabına su boşaltmak olsun. Müslüman kardeşini güler yüzle karşılamanı tavsiye ederim. Dönüp gittiğinde de sakın gıybetini yapma!212

Berrâ b. Âzib der ki: Hz. Peygamber, evlerinde oturan hanımlara bile duyuracak derecede bize bir hutbe okuyarak şöyle buyurmuştur:

Ey sadece dilleriyle iman edip kalbiyle iman etmeyen kimseler! Sakın müslümanların gıybetini yapmayın. Kusurlarını araştırmayın! Çünkü müslüman kardeşinin kusurunu araştıran bir kimsenin kusurunu ALLAH araştırır ve ALLAH kimin kusurunu araştırırsa, önu evinin içinde olsa bile rezil eder.213

Rivayete göre ALLAH Teâlâ Hz. Musa´ya (a.s) şöyle vahyetmiştir: ´Kim gıybetten tevbe ederek ölürse, o cehenneme en son girecek kimsedir´.

Enes dedi ki: Hz. Peygamber (s.a) birgün oruç tutmayı emrederek şöyle buyurmuştur:
Sakın ben kendisine izin vermedikçe hiçbir kimse iftar etmesin!
Bunun üzerine halk oruç tutup akşamladı. İftar zamanı kişi gelir ve ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Ben bugünü oruçlu geçirdim. İftar için bana izin ver´ derdi. Hz. Peygamber de kendisine izin verirdi. Böylece biri diğerini takiben izin almaya gelirlerdi. En sonunda bir kişi geldi ve dedi ki: ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Kureyş´ten iki genç kız oruç tutmuşlar, sana gelmekten utanıyorlar. İftar için kendilerine izin ver´. Hz. Peygamber adamdan yüz çevirdi, adam sözünü tek-rarladı, Hz. Peygamber yine onun sözüne kulak vermedi. Adam tekrar etti, bunun üzerine Hz, Peygamber şöyle buyurdu:

Onların ikisi oruç tutmamıştır. Bütün gün halkın etini yiyen bir kişi nasıl oruçlu sayılır? Git onlara şöyle de: Eğer oruçlu iseler istifra etsinler.
Bunun üzerine adam onlara gelerek durumu haber verdi. Onlar istifra ettiler. Onların ağızlarından kan çıktı. Adam Hz. Peygamber´e gelip haber verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Nefsimi kudret elinde tutan ALLAH´a yemin olsun ki onlar bu kan parçasını karınlarında bıraksaydılar, ateş ikisini de yerdi.214

Bir rivayette Hz. Peygamber o kişiden yüz çevirdi, kişi sonra tekrar geldi ve ´Ey ALLAH´ın Rasülü! ALLAH´a yemin ederim, onların ikisi de öldü veya ölüme yaklaştılar´ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber adama ´Onların ikisini huzura getir´ diye emir verdi. Hz. Peygamber´e geldiler. Hz. Peygamber bir fincan istedi. Onlardan birine ´Bunun içine istifra et´ dedi. O da irin, kan ve sarı sudan oluşan bir kusmuğu, fincanı dolduruncaya kadar boşalttı. Hz. Peygamber diğerine de ´istifra et´ dedi. O da aynen o şekilde istifra etti bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi: ´Muhakkak bu iki kadıncağız, ALLAH Teâlâ´nın kendilerine helâl kıldığı nimetlerden oruç tutup yemediler, fakat kendilerine haram kıldığı şeyle iftar ettiler. Biri diğerinin yanına oturdu. Başladılar halkın etlerini yemeye!

Enes şöyle anlatıyor: Hz, Peygamber bize hutbe okudu. Faizden bahsetti. Onun korkunçluğunu uzun uzadıya belirtti. Sonra şöyle buyurdu:

Kişinin faizden bir dirhem kazanması, ALLAH nezdinde günah bakımından, otuzaltı zinadan daha tehlikelidir. Faizin en çirkini ise, müslümanın ırzına dil uzatmaktır.215

Câbir der ki: Bir seferde Hz. Peygamber ile beraberdik. Sahipleri azap gören iki kabrin yanında durarak şöyle buyurdu:

Bu iki kabrin sahibi azap görüyorlar! Oysa azap görmeleri pek büyük olmayan bir suçtan dolayıdır. Onlardan biri halkın gıybetini yapardı. Diğeri ise küçük taharetten korunmazdı.216

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) bir hurma dalı veya iki hurma dalı istedi. O dalları kırıp sonra her parçayı bir kabrin üzerine dikmeyi emretti ve şöyle dedi:
Bu iki dal yaş oldukça (kurumadıkça) onların azabı hafifletilir.

Hz. Peygamber (s.a) Maiz b. Mâlik´i recmettiği zaman bir kişi yanındaki arkadaşına dedi ki: ´Bu (Maiz), köpeğin ansızın ölmesi gibi öldü!´ Hz. Peygamber, bu iki kişi beraberinde olduğu halde bir leşin yanından geçti ve o iki kişiye dedi ki:

Şu leşi parçalayıp yeyiniz!

Onlar ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Biz leş mi yiyelim?´ dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
İkinizin, müslüman kardeşinizin ölüsünden yemiş olduğunuz şey, bu leşten daha pis kokuyor.217

Ashâb-ı kirâm birbirlerine rastladıkları zaman birbirlerini güler yüzle karşılar, gıyablarında konuşmazlardı ve bunun, amellerin en faziletlisi olduğunu ve bunun aksini yapmanın da münafıkların âdeti olduğunu bilirlerdi.
Ebu Hüreyre der ki:

Kim dünyada müslüman kardeşinin etini yerse, ahirette ona o müslümanın eti yaklaştırılır ve kendisine ´Diri iken onun etini yediğin gibi ölü iken de ye!´ denir. O da mecbur kalarak yer. Böylece geveler, tiksinir, bağırır ve yüzünü buruşturur.218

Bu söz aynı zamanda Hadîs-i merfû olarak da rivayet edilmiştir.

Rivayet ediliyor ki iki kişi, Mescid-i Haram´ın kapılarından birinin önünde oturuyordu. Daha önce kadınlığa özenen, fakat o anda o kötü âdeti terkeden biri onların yanından geçti. Onlar arkasından ´Onda kadınımsı hareketlerden bir şeyler kalmış!´ dediler ve o sırada namaz için kamet getirildi. O iki kişi içeri girdi. Halkla beraber namaz kıldılar.

Söyledikleri söz onların kalbinde ´Acaba gıybet oldu mu, olmadı mı?´ diye bir merak vesilesi oldu. Bunun üzerine ikisi Atâ´ya gelip hâdiseyi anlattılar. Atâ ikisine de yeniden abdest almayı, namaz kılmayı, eğer oruçlu iseler oruçlarını kaza etmelerini emretti.

Mücahid ´Azap olsun her ayıplayıcıya! Yüzlerine karşı dil uzatıcıya!´ (Hümeze/1) ayetinin tefsirinde şöyle dedi: ´Hümeze halka taneden kimse, Lümeze halkın etini yiyen kimse demektir´.

Katade der ki: ´Bize belirtildiğine göre kabrin azabı üç çeyrektir. Bir çeyreği gıybetten, bir çeyreği koğuculuktan ve bir çeyreği de sidikten korunmamaktan gelir!´

Hasan Basrî şöyle demiştir: ´ALLAH´a yemin ederim ki gıybet, mü´min kişinin nâmını ifsad hususunda cüzzam´ın ceseddeki tahribatından daha süratlidir´.

Birisi şöyle demiştir: ´Biz selef-i sâlihîn´e yetiştik. Onlar ibadeti oruç tutmakta ve namaz kılmakta değil, dillerini halkın ırzından tutmakta görürlerdi´.

İbn Abbas şöyle demiştir: ´Sen, arkadaşının ayıplarını belirtmek istediğin zaman onun yerine kendi ayıbını belirt!´

Ebu Hüreyre şöyle demiştir: ´Sizden bir kimse müslüman kardeşinin gözündeki çöpü görür de kendi gözündeki merteği görmez!´

Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Ey Âdemoğlu! Sen imanın hakikatini ancak sende mevcut olan bir ayıptan dolayı halkı ayıplamayı terkettikten sonra elde edebilirsin. Ancak o ayıbın ıslahına başlayıp nefsinde bulunan o ayıbı ıslah ettikten sonra elde edebilirsin. Bunu yaptığın zaman senin meşguliyetin, nefsin hakkında olur. ALLAH nezdinde kulların en sevimlisi böyle olanıdır´.

Mâlik b. Dinar şöyle anlatır: ´´Hz. İsa (a.s) beraberinde havariler olduğu halde bir köpek leşinin yanından geçti. Havariler ´Bu köpeğin kokusu amma da fena´ dediler. İsa (a.s) ´Onun dişinin parlaklığı ne de güzeldir´ diye karşılık verdi. Sanki İsa (a.s) bu sözüyle havarileri, köpeğin gıybetini yapmaktan bile menediyor ve onların ALLAH´ın mahluku hakkında güzelden başka birşey söyle-memelerine dikkatlerini çekiyordu´´,

Ali b. Hüseyin başkasının gıybetim yapan bir kişiyi dinledi ve şöyle dedi: ´Gıybetten kaçın! Çünkü gıybet, insan köpeklerinin katığıdır´.

Hz. Ömer şöyle demiştir: ´ALLAH´ın zikrinden ayrılmayın! Çünkü onda şifa vardır. Halktan bahsetmekten sakının! Çünkü o hastalıktır´.
ALLAH Teâlâ´dan, ibadetine yönelmek için tevfîkini talep ederiz.

208)Müslim
209)Müslim, Buhârî
210)İbn Ebî Dünya, İbn Hibban
211)Ebu Dâvud
212)İmam Ahmed, İbn Ebî Dünya
213)İbn Ebî Dünya, Ebu Dâvud
214)İmam Ahmed
215)İbn Ebî Dünya
216)İbn Ebî Dünya, Ebu Abbas Değulî
217)Ebu Dâvud, Nesâî
218) İbn Merduveyh

 
Alt 02-02-2009, 15:13   #4
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Gıybet´in Anlamı ve Tarifi

Gıybet duyduğu zaman insanın hoşuna gitmeyen, gıyabında yapılan konuşmadır. Söylemiş olduğun şey, ister bedeninde, ister nesebinde, ister ahlâkında, ister fiilinde, ister zihninde, ister bün-yesinde olsun hiçbir fark yoktur. Hatta elbisesinde, evinde ve bineğinde bile hoşuna gitmeyen bir eksikliği belirtsen yine gıybet olur.
Bedene gelince, gözündeki zayıflığı, şaşılığı, başındaki kelliği, boyunun kısa veya uzunluğunu, renginin siyahlığı ve sarılığını belirtmek gibidir. Nasıl olursa olsun, kişinin kendisiyle vasıflanabileceği düşünülen ve söylenildiği takdirde hoşuna gitmeyen her söz gıybete dahildir.

Nesebe gelince, ´Babası Nebtî (çiftçi, ziraatçı) veya Hindli´dir´ veya ´hasis´ veya ´ayakkabı tamircisi´ veya ´çöpçü´ gibi kişinin hoşuna gitmeyen herhangi bir vasfını söylemendir.

Ahlâka gelince, ´O kötü ahlâklıdır, cimridir, gururludur, riyakârdır. Fazla öfkeli, korkak, âciz, zayıf kalpli, mütehevvir ve benzeri ahlâklıdır!´ demek de gıybettir.

Dil ile ilgili fiillerine gelince, ´O hırsız, yalancı, içkici, hain, zâlim, namaz hususunda gevşek, zekât hususunda küstah veya güzel rükû yapmaz, güzel secde etmez, necasetlerden korunmaz veya anne ve babasına karşı itaatkâr değildir veya zekâtı yerine sarfetmiyor veya zekâtı güzelce taksim etmeyi beceremiyor veya orucunu kadınlarla müstehcen konuşmaktan, gıybet yapmaktan, halkın namusuna saldırmaktan korumuyor´ demek de gıybettir.

Dünya ile ilgili fiiline gelince, ´O az edeplidir. Halk hakkında küstahtır veya hiç kin senin kendi üzerinde hakkı olduğunu görmediği gibi, kendi nefsinin herkeste hakkı olduğunu sanar veya fazla konuşur. Fazla er, fazla uyur. Uyku vakti olmayan vakitlerde uyur, uygun olmayan yerlerde oturur´ demek de gıybettir. Elbisesinde ise ´Onun yenleri pek geniştir. Eteği uzun, elbisesi kir-lidir´ demek de gıybettir. Bir grup ´Din hususunda gıybet yoktur. Çünkü din hususunda başkasını kötüleyen bir kimse ALLAH´ın kötülediğini kötülüyor demektir. Bu bakımdan başkasını günahlarıyla zikredip o günahlarından dolayı kötülemek caizdir´ demişler ve delil olarak şu rivayeti öne sürmüşlerdir: Hz. Peygamber´e (s.a) bir kadından sözedilerek onun fazla saliha ve fazla oruç tutan olduğu söylendi. Fakat ´kadın diliyle komşularına eziyet veriyor´ da denildi. Hz. Peygamber de cevap olarak şöyle buyurdu:
O ateştedir.219

Yine Hz. Peygamber´in yanında başka bir kadından söz edilerek, onun cimri olduğu söylendi. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:
Böyle olduktan sonra onun hayrı nerede kalır?220

Bu (kadının cimri olduğuna dair) söz, bozuk bir sözdür. Çünkü ashâb-ı kirâm, Hz, Peygamber´den ahkâmı sormaya muhtaç olduklarından dolayı gelip Hz. Peygamber´e böyle şeyleri soruyorlardı. Onların gayeleri sözü edilen adamı tenkid değildi ve Hz. Peygamberin meclisinden başka bir mecliste de böyle bir şeye ihtiyaç yoktu. Bizim elimizdeki delil, ümmetin icmaıdır. Ümmet, başkasını, hoşuna gitmeyecek bir vasıfla anan kimsenin gıybetçi olduğunda ittifak etmiştir. Çünkü böyle bir kimse Hz. Peygamberin gıybet tarifinde belirttiği hükme dahil olur. Bütün bu konularda doğru olduğu halde gıybet eden bir kimse gıybetçidir, rabbine isyan etmiştir ve kardeşinin etini yemiş gibidir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

-Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?

-ALLAH ve Rasûlü daha iyi bilir.

-Gıybet kardeşinin hoşuna gitmediği bir vasıfla onu zikretmendir.

-Acaba benim dediğim kardeşimde varsa?

-Eğer senin dediğin kardeşinde varsa, onun gıybetini yapmış olursun. Eğer dediğin kendisinde yoksa ona iftira etmiş olursun.221

Muaz b. Cebel şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber´in yanında bir kişinin bahsi geçti. Ashâb ´O çok âciz bir kimsedir!´ dedi. Buna karşılık Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

-Siz kardeşinizin gıybetini yaptınız!

-Biz onda olanı söyledik!

-Eğer onda olmayanı söyleseydiniz kendisine iftira etmiş olurdunuz.222

Huzeyfe Hz. Âişe´nin şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Âişe, Hz, Peygamber´in yanında bir kadından bahsetti ve dedi ki: ´O kısa boyludur´. Bunun üzerine Hz. Peygamber Âişe ye şöyle dedi:
Sen onun gıybetini yapmış oldun!223

Hasan Basrî şöyle demiştir: Başkasından bahsetmek üç kısma ayrılır:
1.Gıybet
2.Bühtan
3.İfk (iftira)

Bunların hepsi ALLAH´ın Kitabı´nda zikredilmiştir. Bu bakımdan gıybet; kişide olanı söylemendir, bühtan kişide olmayanı söylemendir. İfk ise, kulağa geleni söylemendir!
İbn Şîrîn bir kişiden bahsederken şöyle demiştir: ´O siyah kişi...´ Sonra ALLAH´tan bağışlanma diledi ve ´Ben gıybet yapmış olduğum kanaatindeyim´ dedi. İbn Şîrîn, İbrahim Nehâî´den bahsederken elini gözünün üzerine koyup öyle konuştu, kör İbrahim demedi.
Hz. Âişe şöyle demiştir: ´Sakın hiçbiriniz başkasının gıybetini yapmasın! Çünkü ben bir ara Hz. Peygamber´in yanında iken bir kadın için ´Şu kadın ne kadar da uzun etekli imiş!´ dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber bana dedi ki: ´At, at!´ Ben ağzımdan bir çiğnem et parçası çıkardım.224

219)İbn Hibban, Hâkim
220)Harâitî, {Mürsel olarak)
221)Müslim
222)Taberânî
223)İmam Ahmed, Ebu Dâvud, Tirmizî
224)İbn Ebî Dünya, İbn Merduveyh
 
Alt 02-02-2009, 15:14   #5
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Gıybet Sadece Dille Yapılmaz

Dil ile söylemek, ancak başkasına müslüman kardeşinin bir eksikliğini anlattığın ve hoşuna gitmeyen bir vasfını belirttiğin için haram olmuştur. Bu bakımdan ta´rizen kendisinden bahsetmek, açıkça kendisinden bahsetmek gibidir. Bu hususta fiil de söz gibidir. İşaret, îma, dudak bükme, göz kırpma, yazı, hareket ve maksadı belirten her türlü söz, açıkça söylemek gibidir. O halde bunların tümü gıybet ve haramdır,

Âişe vâlidemizin şu sözü îma ve işaret kısmındandır: Bizim evimize bir kadın geldi. Kadın gittikten sonra elimle kadının kısa boylu oluşuna işaret ettim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) bana şöyle dedi:
Kadının gıybetini yaptın!225

Başkasının durumunu hikâye etmek sûretiyle taklidini yapmak da gıybettir. Aksayarak yürümek veya kişinin yürüdüğü gibi yürümek gıybettir, hatta azap bakımından gıybetten daha şiddetlidir. Çünkü böyle yapmak, kişiyi anlatmakta daha tesirli olur. Hz. Peygamber, Hz. Aişe´nin başka bir kadının taklidini yaptığını gördü ve şöyle buyurdu:

Bana şu kadar şu kadar verilse bile yine de bir insanın taklidini yapmak beni sevindirmez!226

Yazı ile gıybet de böyledir. Çünkü kalem de bir dildir. Bir kitabın yazarı, belli bir şahıstan bahseden kitabında onun konuşmasını çirkin gösterirse gıybet olur. Ancak konuşmayı böyle göstermeye kendisini mecbur eden birşey bulunursa, o zaman hüküm değişir. Nitekim ileride bu bahis gelecektir. Müellifin ´bir kavim şöyle dedi´ demesi ise, gıybete dahil olmaz. Ancak gıybet, belli bir şahsa -ister diri, isterse ölü olsun- saldırmaktan ibarettir.
´Bugün bizim yanımızdan geçenlerin veya bizim gördüklerimizin bir kısmı´ demen gıybettendir. Yani eğer muhatabın bu ibareden belli bir şahsı anlarsa, gıybet olur. Çünkü mahzurlu olan, muhataba belli bir şahsı anlatmaktır. Anlatmakta kullanılan metod ve sistem değildir. Eğer muhatab o konuşmandan belli bir şahsı anlamazsa öyle konuşman caizdir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) bir insanın herhangi bir hareketinden hoşlanmadığı zaman şöyle derdi:

Bazı kavimlere ne oluyor ki şöyle yapıyorlar?227

Hz. Peygamber isim söyleyerek eleştirmezdi. Senin ´Seferden gelenlerin bir kısmı, ilim iddia edenlerin bir kısmı´ demen, eğer belli bir şahsı anlatan karine varsa gıybet olur. Gıybet çeşitlerinin en çirkini, riyakar kurra´nın (okuyucular) gıybetidir. Çünkü bunlar maksatlarını salâh ve takvâ ehlinin tabirleriyle anlatırlar ki zâhirde gıybetten kaçındıklarını gösterip maksadlarnı anlatmış olsunlar! Bunlar cehaletlerinden dolayı iki fâhiş hareketi bir arada yaptıklarını bilmezler: Hem gıybet, hem riyakarlık!

Yanında bir insandan bahsedildiğinde ´Bizi sultanın huzuruna girmekle, dünyada müptezellikle imtihan etmeyen ALLAH´a hamd olsun!´ demek veya ´Hayânın azlığından ALLAH´a sığınırız. ALLAH bizi hayâsızlıktan korusun!´ demek de öyledir! Bu konuşmasından maksadı; başkasının ayıbını anlatmaktır. Fakat adamı (güya) dua tabiriyle zikrediyor. Bazen de gıybetini yaptığı bir kimsenin medhini gıybetten önce yapar ve der ki: ´Filan adamın durumu ne güzeldir. İbadetlerde kusur yapmazdı. Fakat kendisine, bir gevşeklik musallat olmuş. Hepimizin müptelâ olduğu sabırsızlık belasına müptelâ olmuştur!´ Böylece kendi nefsini zikreder. Oysa maksadı, onun zımnında başkasını kötülemek, kendi nefsini de, sâlih kimselere benzetmek sûretiyle övmektir. Böylece hem gıybetçi, hem riyakâr, hem de nefsini temize çıkarmış olur.

Dolayısıyla üç kötü davranışı bir araya getirmiş olur! Fakat cahilliğinden dolayı zanneder ki kendisi sâlih ve gıybetten korunan kimselerdendir ve bu sırra binaendir ki şeytan, câhillerle -ilimsiz olarak ibadete daldıkları zaman- oynar. Muhakkak şeytan onların yakasına yapışır, onları meşakkate sokar, hileleriyle onların amellerini yakıp kül eder. Onlara güler ve onlarla alay eder! Bir insanın ayıbı zikredildiği halde hazır bulunanlardan bazıları uyanıp da onu kavrayamaz. Bu bakımdan yapılan gıybeti anlamayan da anlasın diye ´SübhânALLAH! Bu ne kadar da acaib imiş!´ demek ve uyanmayan kişi kendisine kulak versin ve dediğini anlasın diye söylemek de gıybettendir. Böylece ALLAH Teâlâ´yı zikreder, onun ismini çirkin emeline ulaşmak için alet yapar. Oysa kendisi aldanmışlığından ve cehaletinden dolayı ALLAH´ı andığını sanarak
ALLAH´a karşı minnet eder ve ´Beni dostumuzun hakkında cereyan eden istihfaf üzdü. ALLAH´tan onun nefsini rahata kavuşturmasını isteriz´ der. Böyle söylemesine rağmen üzüldüğü iddiasında yalancıdır ve dua etmesinde samimi değildir. Eğer maksadı hakarete uğrayan kişiye dua etmek olsaydı, o duayı namazından sonra gizlice yapardı. Eğer adamın hakarete uğraması kendisini üzmüş olsaydı, adamın hoşuna gitmeyen şeyi açıklamak sûretiyle gıybetini yapmak da kendisini üzerdi.

Yine der ki: ´O miskin adam büyük bir belaya uğramış! ALLAH bizim de, onun da tevbesini kabul eylesin!´ Kişi bütün bu durumlarda dua ettiğini göstermesine rağmen ALLAH onun kalbindeki pisliğe muttali´dir. Onun gizli maksadını bilir. Fakat o cehaletinden dolayı, kendisinin, cahillerin açıkça günah işleyip cehaletlerinin gereğini yaptıkları zaman uğradıkları felâketten daha büyük bir felâkete maraz kaldığını bilmez. Benimsemek ve hayret etmek yoluyla gıybeti dinlemek de gıybettendir. Çünkü bu şekilde dinleyen bir kişi, gıybetçinin gıybet hususundaki keyfi artsın diye ve gıybette alabildiğine ileri gitsin diye onu şaşkın şaşkın dinler. Sanki o böyle davranmakla gıybetçinin içindekini söküp çıkarır ve şöyle demek ister: ´Hayret! Ben o adamın böyle olduğunu bilmiyordum. Ben onu şu ana kadar ancak hayırlı, sâlih bir kimse biliyordum. Ben onda senin söylediğinin tam tersi olduğunu sanıyordum. ALLAH bizi her türlü beladan korusun!´ Zira bütün söyledikleri ve hareketleri gıybeti tasdik etmektir. Gıybeti tasdik etmek de gıybetten başka birşey değildir. Hatta susan da gıybetçinin ortağıdır! Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Gıybeti dinleyen, gıybetçilerden biri olur.228

Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer´den rivayet ediliyor ki onlardan biri arkadaşına ´Filan adam çok uyuyor!´ dedi. Sonra ikisi birden ekmeklerini yemek için Hz. Peygamber´den bir katık istediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber ´Siz katıklandmız!´ dedi. Onlar ´Bizim katıklanmadan haberimiz yok!´ deyince, Hz. Peygamber şöyle dedi:

Evet, siz kardeşinizin etinden yediniz!229

Dikkat ettiğinde, Hz. Peygamber´in ikisini birden suçladığını göreceksin. Oysa o sözü söyleyen sadece onlardan biriydi. Diğeri onu dinliyordu. ´(Maiz), köpeğin öldüğü gibi öldü!´ diyen bir kişi olduğu halde Hz. Peygamber ikisine birden şöyle dedi:
Şu leşten yeyiniz!

İkisini birden leş yemeye davet etti. Bu bakımdan gıybeti dinleyen de gıybetin günahından kurtulamaz. Ancak diliyle veya korktuğu takdirde kalbiyle gıybeti reddederse veya gıybet meclisin-den kalkarsa veya gıybetçinin konuşmasını başka bir konuşma ile keserse gıybetçi sayılmaz. Aksi takdirde günahkâr olur! Eğer gıybetçiye diliyle sus deyip de kalben onun gıybetini dinlemek istiyorsa, bu münafıklık olur. Kalben gıybeti çirkin görmedikçe münafıklıktan kurtulamaz. Eliyle susması için işaret etmek veya kaşıyla veya kirpikleriyle işaret etmek yeterli değildir. Çünkü bu işaretler bahsi yapılan kişiyi hakir görmek demektir. Aksine o kişiyi tahkir değil de tazim etmeli ve açıkça onu müdafaa etmelidir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kimin yanında bir mü´min zelil ediliyorsa, o da kudreti olduğu halde o mü´mine yardım etmiyorsa, ALLAH onu kıyamet gününde insanların gözü önünde zelil eder (edecek).230

Kim (müslüman) kardeşinin bulunmadığı bir mecliste onun haysiyetini korursa, kıyamet gününde onun haysiyetini korumak ALLAH´a hak olur. Kim kardeşinin gıyabında onun
haysiyetini korur ve müdafaa ederse, o kimseyi ateşten azad etmek ALLAH´a hak olur.231
Gıyabında müslümana yardım etmek hususunda ve bunun fazileti hakkında birçok haberler vârid olmuştur. Biz bunları Sohbet Adabı ve Müslümanların Hakları bölümlerinde zikretmiştik. Bu bakımdan ikinci kez tekrarlamakla sözü uzatmak istemiyoruz.

223)İmam Ahmed, Ebu Dâvud, Tirmizî
224)İbn Ebî Dünya, İbn Merduveyh
225)İbn Ebî Dünya
226)Daha önce geçmişti.
227)Ebu Dâvud
228)Taberânî
229)Taberânî
230)İbn Ebî Dünya
231)Ahmed, Taberânî, (Ebu Derdâ´dan)
 
Alt 02-02-2009, 15:15   #6
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Gıybete Teşvik Eden Sebepler
İnsanoğlunu gıybete sürükleyen sebepler pek çoktur. Fakat bunları onbir sebepte toplamak mümkündür. Bu onbir sebebin sekizi, halkın geneliyle ilgilidir. Üç tanesi de din ehli ve havâsla ilgilidir. Halkın geneli hakkındaki sekiz sebep şunlardır:

1.Öfkesini teskin etmek. Bu tür gıybet, gıybeti yapılan adama kızmasına vesile olan bir sebep olduğu zaman meydana gelir. Çünkü kişi öfkesi kabardığı zaman karşısındaki adamın kötülüklerini söylemek suretiyle öfkesini dindirir. Eğer ortada gıybete mâni olacak din ve takvâ yoksa, dilin gıybete kayması tabiidir.Bazen öfkesini yenemez, öfke içinde birikir. Sabit bir kine dönüşür ve kötülüklerini daimi bir şekilde belirtmeye sebep teşkil eder. Bu
bakımdan kin ve öfke, insanı gıybete sürükleyen büyük sebeplerdendir.

2.Emsâl ve akranına uymak, arkadaşlarına ayak uydurmak ve konuşma hususunda onlara yardım etmektir. Çünkü arkadaşları, halkın gıybetini yaptıkları zaman, kişi onların yaptıklarını inkâr ettiği veya meclislerinden kalktığı takdirde arkadaşlarının ağrına gidip kendisinden nefret edeceklerini düşünür. Böylece bu hususta onlara yardımcı olur ve bunu da güzel muaşeretten sayar. Arkadaşlıkta müsamahalı davrandığını zanneder. Bazen arkadaşları öfkelenirler. Onlara uymak için o da öfkelenmeye mecbur olur ki sıkıntıda ve bollukta onlarla beraber olduğunu göstermiş olsun. Dolayısıyla onlarla beraber başkalarının ayıplarını ve kötü sıfatlarını saymaya dalar.

3.Bir insanın, bir şeyi kendi aleyhine kullanacağını, kendisine dil uzatacağını veya büyük bir insanın yanında halini çirkin gösterdiğini veya aleyhinde herhangi bir şahidlikte bulunacağını hissetmesidir. Bu takdirde o adam kendisini çirkin göstermeden önce
o adamı çirkin göstermeye acele eder. Onun aleyhinde bulunur ki onun kendi aleyhindeki şahidliğinin müsbet bir tesiri kalmasın veya önce doğru olarak onda bulunan şeyleri söyler ki arkasından ona iftira atsın ve önce söylediği doğrulardan ötürü, ettiği iftira revaç bulsun... Şahid tutar ve der ki: ´Yalan söylemek benim âdetim değildir. Çünkü ben size onun durumundan şu şu tarafları da haber verdim ve o da benim dediğim gibi çıktı´.

4.Herhangi bir şeye nisbet edilmesidir. Bu bakımdan nisbet edildiği şeyden kendisini uzaklaştırmak ister. Dolayısıyle o nisbeti yapanı açıklar. Oysa kendi nefsini o nisbetten kurtarmalı ve o nisbeti yapanı zikretmemeli ve intikam olarak başka kötülüğü ona nisbet etmemeliydi. Oysa kişi başkasının kendisiyle o fiilde ortak olduğunu zikreder ki o fiil hususunda kendini mâzur göstersin.

5.Tasannû ve gururu kasdetmektir. Bu, başkasını küçük göstermek sûretiyle kendini yüceltmek demektir. Bu bakımdan ´Filan adam cahildir, anlayışı kıttır, konuşması zayıftır´ der. Böyle söylemekten gayesi; kendisinin faziletini isbat etmektir. Onlara kendisinin daha âlim olduğunu göstermektir veya kendisine yapılan tâzim gibi, gıybeti yapılan kişiye tâzim etmekten sakındırımaktır. Bu gayeye de ancak adamın gıybetini yapmak sûretiyle varabilir!

6.Haseddir. Hased, insanlar tarafından övülen, sevilen ve ikram edilen bir kimseyi çekememek dermektir. Böyle yapmakla o adamdan o nimeti gidermek ister ve o nimeti gidermek için de onun aleyhinde atıp tutmayı çıkar yol sanar Böylece halkın
yanında o adamın itibarını düşürmek ister ki halk ona ikram etmekten, onu övmekten vazgeçsin. Çünkü halkın o adamı övmelerini dinlemek, halkın o adamın medhini yapmasını ve ikramda bulunmalarını görmek ona ağır gelir. Bu ise hasedin ta kendisidir. Hased, öfke ile kinden ayrıdır. Çünkü öfke ve kin insanı cinayete sevkeder. Hased ise. bazen iyilik yapan dosta ve tabiatça kendisine uyan arkadaşa bile yapılabilir.

7.Oynamak, şakalaşmak, lâtife yapmak ve vakti gülmekle geçirmektir. Bu bakımdan kişi, başkasının ayıbını zikreder. Onun taklidini yapmak suretiyle halkı güldürür. Böyle yapmasının sebebi kibir ve gururdur.

8. Karşısındaki insanı tahkir etmek için kendisiyle istihzâ etmek ve kendisini alaya almaktır. Böyle yapmak bazen kişinin yanında, bazen de gıyabında cereyan eder. Bunun kaynağı gurur ve alaya alınanı küçük görmektir.

Havâss´ta bulunan üç sebebe gelince, bu sebepler, gıybete sürükleyen âmillerin en çetrefillisi ve en incesidirler. Çünkü bunlar şeytan tarafından hayırların içine gizlenmiş şerlerdir. Burada hayır vardır. Fakat şeytan o hayra şerri katmıştır.

Birincisi: Birinin hatasına veya bir gerçeği inkâr etmesine şaşmasıdır. Bunun kaynağı dindir. Bu bakımdan der ki: ´Benim filan adamdan gördüğüm, ne acaip bir şeydir!´ Bu sözünde bazen doğru olabilir ve hakîkaten hayret etmesini gerektiren fiili de görmüş olabilir. Fakat onun buradaki vazifesi; hayret etmekle beraber adamın ismini zikretmemektir. Fakat şeytan onu, bu hayrete sebep olan adamın ismini zikretmeye sevkeder. Onun ismini zikretmekle gıybet etmiş olur ve bilmediği noktadan günahkâr olur. Kişinin ´Filan adamın durumuna hayret ettim. Câriyesi çirkin olduğu halde nasıl câriyesini sever. Filan adam câhil olduğu halde nasıl onun huzurunda oturur´ demesi de bu türdendir.

İkincisi: Şefkat ve merhamettir. Şöyle ki, kişinin müptelâ olduğu dertten dolayı üzülür. Bu bakımdan der ki: ´Filan adam fakirdir! Onun derdi beni üzdü. Onun başına gelen belâlar beni oldukça sarstı!´ Üzülme davasında doğru olabilir. Fakat üzülmek, adamın ismini zikretmesine sebep olmuştur. Böylece adamın ismini zikrederek gıybet etmiştir. Bu bakımdan üzülmesi, merhamet ve şefkat göstermesi hayırdır. Hayrete düşmesi de böyledir. Fakat şeytan onu bilmediği bir noktada şerre düşürmüştür. Çünkü kişinin ismini zikretmeden de üzülmek ve şefkat göstermek mümkündür. Fakat şeytan onu kendisinin üzüntü ve şefkattan dolayı elde ettiği sevabı iptal etmek için felâketzedenin ismini zikretmeye kışkırtır.

Üçüncüsü: ALLAH için öfkelenmektir. Kişi, bazen bir insanın yapmış olduğu münkeri gördüğü veya işittiği zaman öfkelenir. Dolayısıyla öfkesini belirtir ve adamın ismini zikreder. Oysa kendisine düşen vazife, adama karşı emr-i bi´l-ma´ruf ve nehy-i an´il münker´i icra etmek sûretiyle öfkesini belirtmektir. Başkasının yanında o öfkeyi belirtmemek ve adamın ismini gizlemek ve adamı kötülükle anmamaktır.

İşte bu üç sebep, âlimler için bile idrak edilmesi gayet güç olan sebeplerdendir. Halk tabakasının bunları anlaması nerede kalır? Halk tabakası hayret etmek, şefkat göstermek ve öfkelenmek ALLAH için olduğu zaman bunlara sebebiyet verenin ismini zikretmekte herhangi bir beis yok zanneder. Oysa böyle sanmak yanlıştır. Gıybete ruhsat veren durumlar, bazı özel ihtiyaçlardır ki o ihtiyaç-larda isim zikretmekten başka çıkar yol yoktur. Nitekim bunun bahsi ileride gelecektir.

Amr b. Vâsile´den şöyle rivayet ediliyor: Bir zat bir grubun yanından geçti ve onlara selâm verdi. Onlar da onun selâmının karşılığını verdiler. Onları geçtiği zaman içlerinden biri ´Ben ALLAH için bu adamdan nefret ediyorum´ dedi. Mecliste oturan diğer şahıslar ´Sen kötü konuştun. ALLAH´a yemin ederiz, biz gider ona senin söylediklerini söyleriz´ dediler. Sonra aralarından birisine ´Ey filan adam! Kalk ona yetiş! Bu adamın söylediğini kendisine söyle´ dediler. Onların elçisi adama yetişti ve söylenen sözü adama nakletti. Bunun üzerine adam, Hz. Peygamber´e geldi ve söyleneni Hz. Peygamber´e bildirdi. Hz. Peygamber kendisine ´Aleyhinde konuşan adamı çağır´ diye emir verdi. O da gidip adamı çağırdı. Adam Hz. Peygamber´in huzuruna gelerek söylediğini itiraf etti. Hz. Peygamber ´O halde neden bu adamdan nefret ediyorsun?´ dedi. Adam ´Ben onun komşusuyum ve onun durumunu biliyorum.

ALLAH´a yemin ederim, farz namazdan başka onun namaz kıldığını görmedim´ dedi. Gıybeti edilen adam, Hz. Peygamber´e ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Bu adamdan sor! Acaba farz namazı vaktinden tehir ettiğimi veya farz namaz için aldığım abdesti üstün körü geçtiğimi, yahut namazın içindeki rükû ve secdeyi çirkin bir şekilde yaptığımı görmüş mü?´ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, adama sordu. Adam ´hayır´ cevabını verdikten sonra şöyle devam etti: ´Yemin olsun! Hem fâsık ve hem doğru insanlar tarafından, Ramazan ayından başka hiçbir ayda oruç tuttuğunu görmedim´. Gıybeti yapılan adam, Hz. Peygambere ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Sor kendisinden, acaba Ramazan ayında hiç oruç tutmadığımı veya Ramazan ayı hakkında kusur ettiğimi hiç görmüş mü?´ dedi, Hz. Peygamber bunu sorunca adam şöyle cevap verdi: ´Yemin olsun! Ramazan ayında bir dilenciye veya bir fakire birşey verdiğini görmedim. ALLAH yolunda sarfettiğini ve infakta bulunduğunu görmedim. Ancak iyi ve kötü insanlar tarafından verilen şu zekat hariç!´ Gıybeti yapılan adam, Hz. Peygamber´e ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Sor kendisinden! Acaba zekâtımdan hiç eksik ettim mi veya zekâtı alan zekât memurlarını hiç geciktirdim mi?´ dedi. Hz. Peygamber bunu sorunca, adam ´hayır´ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, gıybet yapan adama şöyle dedi: ´Kalk! Buradan git. Umulur ki o adam senden daha hayırlıdır´.232

231) Ahmed, Taberânî, (Ebu Derdâ´dan)
 
Alt 02-02-2009, 15:16   #7
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Kalben Yapılan Gıybet´in Haram Olması

Kötü söz gibi su-i zan da haramdır! Bu bakımdan başkasının kötülüklerini dil ile zikretmek haram olduğu gibi, müslüman hakkında içinden su-i zanda bulunmak da haramdır. Ben bundan kalbin kinini ve başkasının aleyhine kötülükle hükmetmesini kastediyorum. Kalbinden bir anda gelip geçen şeyler affedilmiştir.

Hatta şek ve şüphe etmek de affedilmiştir. Yasaklanan, başkasının hakkında kötü zanda bulunmaktır. Zan ise nefsin meylettiği ve kalbin yöneldiği şeyden ibarettir. Nitekim ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Zira zarının bir kısmı günahtır.(Hucurât/12)

Kötü zannın haranı olmasının sebebi şudur: Kalbin esrarını ancak allâm´ul-guyûb olan ALLAH bilir. Bu bakımdan başkası hakkında kötü zanda bulunamazsın. Ancak te´vil kabul etmeyecek şekilde sana âyan beyan olursa, o zaman bildiğine ve gördüğüne inanmaktan başka seçeneğin yoktur.

Gözünle görmediğin, kulağınla işitmediğin birşeyin kalbine düşmesine gelince, o şeyi senin kalbine şeytan atmıştır. Bu bakımdan şeytanı yalanlaman gerekir. Çünkü şeytan, fâsıkların en katmerlisidir, Nitekim ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.(Hucurât/6)

Bu bakımdan İblis´i doğrulamak caiz değildir. Eğer orada fesâda delâlet eden bir hayal ve bir karine varsa, onu tasdik etmen caiz değildir. Çünkü fâsığın doğru söylemesi tasavvur edilebilir. Fakat onu tasdik etmek senin için caiz değildir. Hatta ağzını koklayıp içkinin kokusunu duyduğun bir insan için ceza tatbik etmek caiz değildir; zira bu adamın ağzını içki ile çalkalayıp içkiyi dökmesi ve içmemesi veya cebren içmeye zorlanması mümkün ve muhtemeldir denilebilir. Bütün bunlar şüphesiz ki muhtemel delillerdir. Kalben onları tasdik etmek ve o delillerden ötürü müslüman hakkında kötü zanda bulunmak caiz değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuşur:

ALLAH, müslümanın, kanını, malını ve hakkında kötü zanda bulunmayı haram kılmıştır.238

Bu bakımdan su-i zan ancak malın helâl olmasını gerektiren sebeplerle helâl olabilir. O da görme veya âdil bir delildir. Durum böyle değilse, kalbine su-i zannın vesvesesi gelirse, onu nefisten uzaklaştırmak gerekir ve nefsine ´Adamın -daha önce olduğu gibi-hali senin yanında kapalıdır. Senin ondan gördüğün şeyi hayra da, şerre de yorumlama ihtimâli vardır´ demek gerekir.

Soru: Kalbine gelenin zan olduğu ne ile bilinir? Oysa insanın içinde şüpheler oynamakta, nefis daima kendi kendine bir şeyler fısıldamaktadır?

Cevap: Kötü zan olmasının alâmeti, onunla beraber kalbin daha önceki durumundan değişmesidir. Bu bakımdan kalp, az da olsa ondan nefret ederek bir ağırlık hisseder. Onu gözetmen, araman, ikramda bulunman ve ondan dolayı üzülmen gevşer. İşte bütün bunlar, kötü zan olmasının alâmetleridir. Oysa Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Mü´minde üç şey vardır ki onlardan kurtulması için bir yol vardır. Kötü zandan kurtulmanın yolu ise şüphelendiği şeyin üzerine düşmemesidir.239

Yani ne fiilen ne de kalben onu araştırmamak ve üzerinde durmamaktır. Mü´min, kalbinde ve âzalarında ona yer vermemelidir. Kalpte yer vermesi, sevginin nefrete dönüşmesidir. Azalarda yer vermek ise, onun gereğince amel etmek demektir. Şeytan az bir hayalle bazı kere halk hakkındaki kötü zannı kalbe yerleştirir ve adama ´bu senin zeki oluşundan, zihninin süratle intikal edişinden dolayı kalbinde meydana gelmiştir´ vesvesesini ilka eder ve devamla şu vesveseyi verir: ´Muhakkak mü´min ALLAH´ın nû-ruyla bakar! (Sen ALLAH´ın nûruyla bakarak bunu sezdin)´. Oysa böyle bir insan hakikatte şeytanın gururu ve meydana getirdiği karanlıkla bakıyordur.

Âdil bir kimsenin haber verip, senin zannının da o adil kimseyi tasdik etmesine gelince, sen burada mazur sayılırsın. Çünkü sen o âdil insanı yalanlarsan bu yalanlaman adalete karşı bir cinayettir; zira adaleti yalan zannetmiş olursun, Bu da su-i zandır. Bu bakımdan herhangi birisine -yani ne haber veren âdil kimseye, ne de hakkında su-i zan yapılması gereken şahsa- su-i zan etmemeli ve ikisi hakkında da eşit bir şekilde düşünmelisin. İkisinin arasında düşmanlık, çekememezlik ve kindarlığın olup olmadığını araştırmak gerekir. Çünkü bunlardan dolayı da itham etmiş olabilir! ALLAH´ın nizâmı, âdil bir babanın evladı için şahidliğiıü itham edilmek sözkonusu olduğu için reddetmiştir. Düşman aleyhindeki şahidliği de reddetmiştir. Bu bakımdan sen böyle bir durumda duraklamasın. Her ne kadar söyleyen adam adil olsa da onu ne yalanlamalı, ne de doğrulamalısın. Fakat nefsine ´Bahsi edilen kişinin hali, benim yanımda, ALLAH´ın örtüsü altında bulunuyor. Onun işi benden örtülü ve olduğu gibi kaldı ve onun işinden bana hiçbir şey keşfolunmuş değildir´ demelidir. Kişi bazen zahirde adaletli olur. Onunla gıybeti yapılanın arasında herhangi bir kin de sözkonusu olmayabilir. Fakat halkın gıybetini yapmak, kötülüklerini belirtmek, bu zahirde adil görünen kişinin âdetinden olabilir. Dinleyen de onu âdil zanneder. Oysa o âdil değildir; zira başkasının gıybetini yapan bir kimse fâsıktır. Eğer gıybet onun âde-tinden ise şahidliği reddedilir. Ancak halk arasında gıybet yapmak âdet olduğundan dolayı gıybet hususunda gevşeklik gösteriyorlar. Halkın aleyhinde bulunmaya pek aldırış etmiyorlar.240

Ne zaman bir müslüman hakkında kalbine bir kötülük gelirse, o müslümanı daha fazla gözetmen ve durumunu sorman uygun olur. Ona hayırla dua etmen daha münâsib olur. Çünkü böyle yapman şeytanı kızdırır ve senden uzaklaştırır. Bir daha da şeytan senin kalbine kötü zannı ilka edemez. Çünkü senin dua etmekle ve hakkında kötü zan yapılmak istenen adamın hakkına daha fazla riayet etmekle meşgul olmandan korkar.

Müslümanın hatasını açık bir delille bildiğinde, gizlice kendi-sine nasihatta bulun. Sakın şeytan seni aldatıp o adamın gıybetini yapmaya sürüklemesin. O adama nasihat yaptığında, onun o eksikliğini bildiğine sevinerek nasihat yapma! Çünkü böyle bir sevinç, onun sana tâzim gözüyle, senin de ona hakaret gözüyle bakmandan ve kendini ondan üstün tutmandan kaynaklanır. Senin bu nasihattan maksadın onu günahtan kurtarmak olmalıdır. Bunu yaparken, dinin hakkında bir eksikliğin olduğunda nefsin için üzüldüğün gibi onun için de üzülerek yapmalısın ve yine adamcağızın o günahı nasihatinin tesiri olmaksızın bırakması, nasihatinin tesiriyle bırakmasından sence daha sevimli olmalıdır. Sen bunları yaptığın takdirde nasihat, musibetten dolayı üzülmek ve müslüman kardeşine din hususunda yardım etmek ecirlerini bir arada toplamış olursun. Su-i zannın semerelerinden biri de merakla araştırmaktır; zira kalp, su-i zanla kanaat getirmeyerek tedkik ve tahkik ister. Bu bakımdan hakkında su-i zan yapılan adamın durumunu araştırmakla meşgul olur. Bu da yasaklanmıştır. Nitekim ALLAH Teâlâ ´Birbirinizin gizli taraflarını araştırmayın´ (Hucurât/12) buyurmuştur. Bu bakımdan gıybet, su-i zan ve araştırmak aynı ayette yasaklanmışlardır.

Tecessüss´ün mânâsı, ALLAH´ın kullarını ALLAH´ın örtüsü altında bırakmamak, onların gizli taraflarını öğrenmeye çalışmak ve üzerlerine gerilen örtüyü yırtmaktır -eğer kendisinde gizli olsaydı kalbi ve dini için daha selâmetli olurdu- böylece gizli olan birşeyi bilmek ister.

Biz Emr-i bi´l-Ma´ruf bölümünde tecessüss´ün hüküm ve hakikatini belirtmiştik.

240) Bu büyük bir beladır. Her memlekette halkın hemen hemen tümünü içine alır. Bu durum fesadın en büyüğüdür. Ancak ALLAH´ın koruduğu insan bundan kurtulabilir! (İthafus-Saadc)
 
Konu Kapatılmıştır


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı