Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi


Konu Kapatılmıştır
Stil
Seçenekler
 
Alt 02-02-2009, 15:17   #1
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Gıybeti Ruhsatlı Kılan Özürler

Başkasının kötü taraflarını belirtmeyi ruhsatlı kılan şey, şer´an sıhhatli ve doğru bir hedeftir ki ona ancak gıybet yapmak sûretiyle varmak mümkün olur. Bu bakımdan bu durum, gıybetin günahını ortadan kaldırır. Gıybeti ruhsatlı kılan özürler altı tanedir:
Birincisi: Tazallüm/zulümden şikayet etmektir; zira bir kadıya zulmü haber veren, hıyâneti söyleyen, hasmının rüşvet aldığını haber veren bir kimse -eğer mazlum değilse- gıybet yapmış ve isyan etmiş bir kimse olur. Kadı tarafından zulme uğrayan bir kimse ise, kadı´nın üstünde bulunan sultana gidip şikayet eder ve kadı´nın zulmettiğini söyler; zira bu kimsenin hakkının alınması ancak bu gıybeti yapmak sûretiyle mümkün olur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki hak sahibi olan alacaklı için söz söyleme yetkisi vardır.241

Zengin bir kimsenin borcunu geciktirmesi zulümdür.242

Varlıklının (borcunu) geciktirmesi, hem cezalandırılmasını, hem de gıybetinin yapılmasını helâl kılar.243

İkincisi: Dinen münker ve yasak olanı engellemek, âsî bir kim-seyi doğru yola çevirmektir. Nitekim rivayet ediliyor ki, Hz. Ömer, Hz. Osman´ın yanından geçti. (Bazıları da ´Hz. Talha´nın yanından geçti´ demişlerdir). Osman´a´ selâm verdi. Hz. Osman (veya Hz. Talha) Hz. Ömer´in selâmına karşılık vermedi. Bunun üzerine Ömer, Hz. Ebubekir´e giderek durumu anlattı. Hz. Ebubekir, durumu düzeltmek için Hz. Osman´a geldi ve Hz. Ömer´in bu sözünü gıybet saymadılar. Yine bunun gibi Hz. Ömer´in kulağına Ebu Cendel´in Şam´da içki içtiği haberi geldiğinde Ebu Cendel´e şu mektubu yazdı:

Rahmân ve Rahîm olan ALLAH´ın ismiyle başlarım! Hâ, Mim! Bu kitabın indirilişi, azîz, alîm olan ALLAH´tandır. O, günahı bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı şiddetli olan, ihsan sahibi ALLAH´tandır ki, Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Dönüş ancak O´nadır. (Mü´min/1-2)

Hz. Ömer´in bu mektubu üzerine Ebu Cendel tevbe etti ve Hz. Ömer, bu haberi kendisine ulaştıranı gıybet yapmış kabul etmedi. Çünkü bu haberi Hz. Ömer´e ulaştıranın maksadı, Hz. Ömer´in Ebu Cendel´in bu yaptığını ortadan kaldırması içindir. Hz.Ömer´in Ebu Cendere yapacağı nasihatin, başkası tarafından yapılan nasihattan daha tesirli ve faydalı olacağını umdu. Bunun mübah olması, sıhhatli ve doğru bir maksadla olmasındandır. Eğer bu sıhhatli maksad ortada mevcud değilse, böyle söylemek haram olur.

Üçüncüsü: Fetva istemektir. Nitekim müftüye der ki: ´Babam veya hanımım veya kardeşim bana zulmetti! Bu zulümden kurtulmak için çare ve yol nedir?´ Bu hususta en sağlamı, târiz yoluyla sormaktır. Meselâ şöyle demelidir: ´Babası veya kardeşi veya hanımı kendisine zulmeden bir adam hakkında ne dersiniz?´ Fakat bu miktarın tayini mübahtır. Çünkü Utbe´nin kızı Hind´den244 rivayet edildiğine göre, Hz. Peygambere şöyle demiştir: ´Kocam Ebu Süfyan çok cimri bir kimsedir. Bana ve çocuğuma yetecek kadar nafaka vermiyor. Acaba onun haberi olmaksızın onun malından alabilir miyim?´

Hz. Peygamber cevap olarak şöyle buyurmuştur: ´Normal olarak sana ve çocuğuna yetecek kadarını al´.245 İşte Hind, Ebu Süfyân´ın cimriliğini, kendisine ve çocuğuna zulmettiğini belirtti. Buna rağmen Hz. Peygamber, onu bu gıybeti yapmaktan menetmedi. Çünkü onun maksadı fetva istemekti.

Dördüncüsü: Müslümanı şerden korumaktır. Bu bakımdan bid´atçı veya fâsığın bid´atının ona sirayet edeceğinden korktuğun zaman, o fâsık ve bid´atçı kimsenin fısk ve bid´atını bir fakîh´e açıklayabilirsin. Eğer seni, bunu açıklamaya teşvik eden, bid´at ve fıskın sirayet etme korkusundan başka bir hedef değilse, açıklayabilirsin; zira burası,, aldanma yeridir. Çünkü bazen o adama kızmak, insanoğlunu bu açıklamaya teşvik edebilir. Şeytan halka şefkat göstermekle bu durumu örterek onu aldatabilir. Bir köle satın alana -eğer kölenin hırsızlık, fâsıldık veya başka bir ayıbı biliniyorsa- kölenin bu kusurlarını söyleyebilirsin. Çünkü senin sükût etmende alıcının, söylemende de kölenin zararı vardır. Oysa alıcının tarafını gözetmek daha evlâdır. Böylece şahidleri temize çıkaran bir kimseye de şahidin halinden sorulduğu zaman, eğer şahidin kusurunu biliyorsa, onun kusurunu söylemek suretiyle aleyhinde bulunabilir. Evlenmek hususunda kendisiyle istişare edilen veya emaneti bırakmak hususunda kendisine danışılan bir kimse de böyledir. Müsteşar, istişare yapana gıybet maksadıyla değil, nasihat maksadıyla bildiklerini söyleyebilir. Eğer istişare eden, kişinin sadece ´Bu sana yararlı değildir´ sözüyle o evlenmeyi bırakacağını biliyorsa, öyle söylemek, tafsilâta geçmemek farzdır ve bu kadar söylemek yeterlidir. Eğer ancak açıkça ayıbını söylemek sûretiyle evlenmeyi bırakacağını biliyorsa, o vakit açıkça söy-lemek yetkisine sahiptir; zira Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Siz fâcir kimseyi belirtmekten korkar mısınız, çekinir misiniz? (Hayır çekinmeyin!) Halk kendisini tanısın diye maske-sini yırtınız. Halk ondan sakınsın diye onda bulunan kusuları soyleyin.

Selef-i Sâlihîn derler ki: Üç sınıf vardır, onların gıybeti yoktur, onların gıybetinden günah gelmez:

1.Zâlim idareci
2.Bid´atçı kimse
3.Fıskını açıklayan fâsık

Beşincisi: İnsanın, ayıbını belirten bir lâkab ile maruf olmasıdır. el-A´rec (Topal), el-A´meş (Gece görmez) gibi.2- Bu bakımdan ´Ebu Zennat, el-A´rec´den, Selman, el-A´meş´ten rivayet etti´ demende ve buna bezer ibareleri kullanmakta günah yoktur. Âlimler, bunu tarif etmenin zaruri olması sebebiyle böyle yapmışlardır. Bir de bu öyle bir hâl almış ki hakkında kullanılan adam bunu bilse dahi tiksinmez. Çünkü bununla şöhret bulmuştur. Evet! Eğer bundan sakınmak ve başka bir ibâre ile tarif etmek imkânı varsa, onu kullanmak daha evlâdır ve bunun için de âma bir kimseye noksanlık isminden kaçmak için gözlü denir.
246) el-Arec, Medineli Abdurrahman´ın lakabıdır. Bu zat Ebu Hüreyre´nin en yakın arkadaşıdır. Hicretin 17. senesinde İskenderiye´de vefat etmiştir, el-A´meş ise, Süleyman b. Mehran el-Kuhili´nin lâkabıdır, Kûfelidir.

Altıncısı: Gıybeti yapılanın, fâsıklığmı açıkça yapmasıdır. Kadınımsı giyinen, kadın gibi hareket eden, meyhane açan, açıkça içki içen ve halkın malını müsadere eden bir kimse gibi.. Aynı zamanda bu kimse böyle şeyleri kendisine bu lâkabların takılacağından çekinmeksizin açıktan açığa yapıyor, kendisini bu sıfatlarla anmaktan iğrenmiyorsa, açıktan işlemiş olduğu bir sıfatı kendisine atfettiğin zaman günahkâr olmazsın. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kim hayâ perdesini yüzünden atmışsa, onun gıybeti yoktur.247

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: Tâcir bir kimsenin hürmet ve ikrâmı yoktur´.248 Hz. Ömer bu sözüyle, gizli bir fâsığı değil, fâsıklığmı açıkça yapan bir kimseyi kastediyor; zira fıskı gizli olan bir kimsenin hürmetini gözetmek gerekir.

Said b. Tarif şöyle demiştir: Ben Hasan Basrî´ye ´Fıskını açıkça yapan bir kişinin, kötülüklerini söylersem gıybetini yapmış sayılır mıyım?´ diye sordum. Cevap olarak ´Hayır! Böyle bir kimsenin hürmeti sözkonusu değildir´ dedi.

Hasan Basrî şöyle demiştir. Üç sınıf vardır. Onların gıybeti haram değildir:
1.Hevâ ve hevesine tâbi olan
2.Fıskını açıktan yapan fâsık
3.Zâlim bir idareci.249

Bu üç sınıfın arasındaki ortak nokta, üçünün de günahı açıktan işlemesidir. Çoğu zaman işledikleriyle iftihar ederler. İşlediklerini açıkça yaptıkları halde yaptıklarını söylemekten neden tiksinsinler! Eğer kişi, o üç sınıftan birinin açıkça yapmadığı başka bir günahı söylerse günahkâr olur.

Avf b. Ebî Cemil şöyle anlatıyor: Ebubekir Muhammed b. Sîrin´in huzuruna girdim ve onun yanında Haccac-ı Zâlim´in aleyhinde atıp tuttum. Dedi ki: ´ALLAH âdil bir hâkimdir. Haccac´ın gıybetini yapandan intikamını alır. Yarın ALLAH´ın huzuruna vardığında senin yapmış olduğun en küçük günahın, senin için Haccac´ın yapmış olduğu en büyük günahtan daha şiddetlidir´.

241)Müslim, Buhârî
242)Müslim, Buhârî
243)Ebu Dâvud, Nesâî, İbn Mâce
244)Hind´in İslâm´dan önceki haberleri meşhurdur. Müşrike Hind, Uhud
muharebesine iştirâk etmiştir. Mekke fethedilinceye kadar müslümanlarm
en şiddetli düşmanıydı. Mekke fethinde, önce kocası Ebu Süfyan, sonra da
kendisi müslüman olmuştur.
245)Müslim, Buhârî
246) el-A´´rec, Medineli Abdurrahman´m lakabıdır. Bu zat Ebu Hüreyre´nin en yakın arkadaşıdır. Hicretin 17. senesinde İskenderiye´de vefat etmiştir, el-A´m.eş ise, Süleyman b. Mehran el-Kuhili´nin lâkabıdır, Kûfelidir.
247)İbn Adîy, Ebu Şeyh
248)İbn Ebî Dünya
249)İbn Ebî Dünya

 

 
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 02-02-2009, 15:17   #2
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Gıybet´in Kefareti

Gıybet´i yapana farz olan, pişman olmak, tevbe etmek ve yaptıklarından dolayı üzülmektir ki böyle yapmakla ALLAH´ın hakkını ödemiş olsun! Sonra gidip gıybetini yaptığı kimseye kendisini helâl ettirmelidir ki o da helâl ederse, ona yapmış olduğu zulmün cezasından kurtulur. Gıybetini yaptığı adamdan helâllik istediği zaman mahzun, üzgün ve yaptığından dolayı pişman olmalıdır. Çünkü riyâkâr bir kimse bazen gıybetini yaptığı kimseden, muttakî olduğunu göstermek için helâllik ister. Oysa içinde gıybetten dolayı pişmanlık diye birşey yoktur. Böylece ikinci bir günah işlemiş olur! Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Gıybetçiye, helâllik istemek değil ALLAH´tan günahının affını istemek kâfi gelir. Bunun yeterli olduğuna Enes b. Mâlik´ten rivayet edilen hadîsle istidlâl edilir: Enes (r.a) Hz. Peygamber´in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Gıybetini yapmış olduğun kimsenin gıybetinin kefareti, onun için istiğfar edip, af talep etmendir.250

Mücahid şöyle demiştir: ´Kardeşinin etini yemenin kefareti, onu övmen, hayırla kendisine dua etmendir´.

Atâ b. Ebî Rebah´a ´gıybetten tevbe etmek´ hakkında soruldu. Dedi ki: "Gıybetten tevbe etmek, gıybetini yapmış olduğun arkadaşına gitmen ve ona ´Ben söylediğimde yalan söyledim. Sana zulmettim ve su-i edebde bulundum. İstersen hakkını benden alabilirsin ve istersen beni affedersin´ demendir.

Atâ´nın bu fetvası daha sağlamdır, İtirazcının ´Gıybetin karşılığı yoktur. Bu bakımdan gıybetten dolayı helâllik istemek farz değildir. Mal ise tam bunun hilâfmadır´ demesine gelince, onun bu sözü zayıf bir sözdür; zira başkasının haysiyet ve mürüvvetine saldırana iftira cezasının tatbik edilmesi farzdır ve bu kimsenin yakasına yapışılır. Sahih bir hadîste, Hz. Peygamber´den şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

Kimin yanında müslüman kardeşinin haysiyet ve şerefi veya malı hususunda bir zulüm varsa, o kimse, kendisinde dinar ve dirhem (para) bulunmayan birgün gelmezden önce gidip o kardeşinden helâllik istemelidir. Çünkü o günde sa-dece onun hasenât ve sevabından alınır, gıybeti yapılana verilir. Eğer sevabı yoksa arkadaşının günahları alınır, kendisinin günahlarına eklenir.251

Hz. Âişe (r.a) başka bir kadına ´eteği uzundur´ diyen bir kadına ´Sen onun gıybetini yaptın. Git kendisinden helâllik iste´ demiştir. Bu bakımdan eğer gıybetçinin imkânı varsa, helâllik istemesi lâzımdır. Eğer gıybeti yapılan şahıs ortada yok veya ölü ise, en uygunu onun için af talep etmesi, duada bulunması ve onun nâmına hayırlar yapmasıdır.
Eğer ´Acaba helâl etmek farz mıdır?´ dersen, cevap olarak derim ki: Hayır! Tarz değildir. Çünkü başkasına hakkını helâl etmek teberrudur. Teberru ise farz değil, fazilettir´. Fakat buna rağmen helâl etmek güzeldir. Özür dilemenin yolu, karşısındakini mübalâğalı bir şekilde övmek, ona kendisini sevdirmektir. Onun kalbini hoşnut edinceye kadar bu şekilde arkasını bırakmamaktır. Eğer buna rağmen kalbi hoş olmazsa özür dilemesi ve sevgi göstermesi, defterine yazılacak bir hasene olur. O hasene kıyamet gününde, gıybet kötülüğünün karşılığı olur. Seleften bazıları helâl etmezdi.

Said b. Müeseyyeb der ki: ´Bana zulmedene hakkımı helâl etmem!´

İbn Sirin der ki: ´Ben, gıybetimi yapana gıybeti haram etmedim ki kendisine hakkımı helâl edeyim. Muhakkak ALLAH ona gıybeti haram etmiştir. Ben ise hiçbir zaman ALLAH´ın haram ettiğini helâl edemem´.

Eğer ´O halde Hz. Peygamberin ´Helâllik istemesi uygundur´ şeklindeki sözünün mânâsı -eğer ALLAH´ın haram kıldığının helâl edilmesi mümkün değilse- nedir?´ dersen, cevap olarak deriz ki: ´Hz. Peygamberin maksadı; zulmü affetmektir. Yoksa harâmı helâle çevirmek değildir. İbn Sîrin´in dediği ise, gıybetten önce gıybeti helâl etmek hususunda güzel ve geçerlidir. Çünkü herhangi bir şahsa, başkasına gıybetini yapmasını helâl etmesi caiz değildir´.
Soru: O halde Hz. Peygamberin şu hadîs-i şerifinin mânâsı nedir ve o gıybetini nasıl sadaka olarak verirdi?

Sizden biriniz, Ebu Demdem gibi olmaktan aciz midir? Ebu Demdem evinden çıktığı zaman şöyle derdi: ´Ey ALLAHım! Ben gıybetimi yapmayı halk için sadaka olarak verdim (helâl ettim)´.
Yine gıybetini sadaka olarak veren bir kimsenin gıybeti helâl olur mu? Eğer o kişinin sadakasının kabul edilmemesi sözkonusu ise, o zaman Hz. Peygamberin bizi böyle yapmaya teşvik etmesinin mânâsı ne olabilir?252

Cevap: Bu hadîs-i şerifin mânâsı ´Ben kıyamet gününde, bana zulmedeni muâhaze etmek istemem ve onunla davaya da girmem´ demektir. Aksi takdirde gıybet, hiçbir zaman böyle söylemekle helâl olmaz ve gıybet eden bir kimse de günahtan kurtulamaz. Çünkü böyle demek, günahın olmadan önce affedilmesi demektir. Ancak bu kişi dava etmeme sözüne sadakat göstermek niyetindedir. Eğer bu sözünden dönüp davacı olursa, diğer hukuklarda olduğu gibi, burada da kıyas böyle bir davaya yetkili olmasıdır. Fâkihler açıkça dediler ki: ´Kim kendisine iftira atmayı mübah kılarsa, iftira atana tatbik edilen cezadan onun hakkı düşmez. Bu, ahiret cezası gibidir´.

Kısaca gıybetçiyi affetmek daha faziletlidir. Nitekim Hasan Basrî şöyle demiştir: "Ümmetler kıyamet gününde, ALLAH´ın huzu-runda diz çöktükleri zaman ´Kimin ALLAH nezdinde ecri varsa ayağa kalksın!´ denir. O zaman sadece dünyada halkı affedenler ayağa kalkarlar". Nitekim

ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Affetmeyi şiar edin, mârufu emret ve câhillerden yüz çevir! (A´raf/199)

Hz. Peygamber (sa) de şöyle buyurmuştur: Ey Cebrâil! Ayetteki af ne demektir?
Cebrâil şöyle demiştir: ´Muhakkak ALLAH sana zulmedeni affetmeni emrediyor. Sıla-yı rahmi kesen akrabana sıla-yı rahim yapmanı ve seni mahrum edeni mahrum etmeyip vermeni emrediyor´.253

Bir şahıs Hasan Basrî´ye ´Filân adam senin gıybetini yaptı!´ dedi. Bunun üzerine Hasan, bir tabak yaş hurma doldurarak o adama gönderdi ve şöyle dedi: ´Kulağıma geldiğine göre sen hasenât ve sevabından bana hediye etmişsin. Ben de o hediyene karşılık sana bu hurmaları hediye etmek istedim. Beni mâzur gör! Çünkü senin hediyene tam olarak karşılık vermeye kudretim yok!

250)İbn Ebî Dünya
251)Müslim, Buhârî, (Ebu Hüreyre´den)
252)Bezzar, İbn Sinnî, Ukaylî
253)Ebu Nuaym
 
Alt 02-03-2009, 18:21   #3
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Nemime (Dedikodu)

(Herkesi) kınayan, söz götürüp getiren, hayra engel olan, saldırgan, günahkâr, kaba, sonra da kötülükle damgalı (olanların hiçbirine itaat etme).(Kalem/11-13)

Abdullah b. Mübârek dedi ki: "Ayetteki ´zenim´ konuşmayı (sırrı) gizleyemeyen veled-i zinadır. ALLAH Teâlâ, bununla işaret buyurmuştur ki konuşmayı gizlemeyen ve kovuculuk yapanın hareketi, veled-i zina olmasına delâlet eder. Bu keyfiyet, ALLAH Teâlâ´nın ´Zorbayı, bütün bunlarla beraber soysuz olan yardakçıyı tanıma...´ (Kalem/13) cümlesinden çıkarılır. Çünkü ayette geçen ´zenim´ kelimesi, ´başkasına nisbet edilen kimse´ demektir".(253) Ebu Nuaym

(İnsanları) diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden her fesat kişinin vay haline!

(Hümeze/1) Denildi ki: ´Hümeze´, ´nemmam ve kovucu kimse´ demektir.
Karısı da odun hamalı olarak (oraya girecek). Boynunda bükülmüş bir ip (zincir vardır).(Tebbet/4-5)

Bu ayetin tefsirinde denildi ki: ´Ebu Leheb´in karısı, çok dedikoducuydu, konuşmaları sırtlar, gezdirirdi´.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
ALLAH kâfirlere Nuh´un karısı ile Lût´un karısını da bir misâl yaptı. O iki kadın, kullarımızdan iki sâlih kulun (nikâhları) altında idiler. Böyleyken (iman hususunda) kocalarına hainlik ettiler. Kocaları ALLAH´tan (gelen) hiçbir şeyi onlardan savamadı.(Tahrîm/10)

Bu ayet-i celîlenin tefsirinde denildi ki: ´Lût´un karısı, gelen misafirleri kavmine haber veriyordu. Nuh´un karısı da Nuh´un mecnun olduğunu yayıyordu!´
Nitekim Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:
Cennete nemmam (kovucu) bir kimse giremez.254

Cennete kattad (kovucu) bir kimse girmez.255 Kattad ´nemmam´ demektir. Ebu Hüreyre (r.a) Hz. Peygamber´in şöyle söylediğini rivayet eder:

ALLAH nezdinde en sevimliniz, ahlâken en güzel olanlarınızdır. O kimseler ki kanatlarını gererler, severler ve sevilirler. Sizin ALLAH nezdinde en sevimsiz olanlarınız, söz gezdirenleriniz, kardeşlerin arasını ayıranlarınız, mâsum kimselerin hatalarını araştıranlarınızdır.256

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
-Sizin en şerlilerinizi size haber vereyim mi?
-Evet!
-Onlar ki kovuculuk yaparlar, dostların arasını bozarlar,tertemiz insanlarda ayıplar arar, yakıştırmalar yaparlar.257

Ebu Zer Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder: ´Kim haksız yere bir sözü, bir müslümanı onunla lekelemek için yayarsa, ALLAH onu kıyamet gününde ateşle lekelendirir´.258

Ebu Derdâ Hz. Peygamberin (s.a) şöyle söylediğini rivayet eder: ´Bir kimse başkalarının bilmediği bir sözü onun aleyhinde yayar, onu o söz ile lekelemek isterse, aynı söz ile kıyamet gününde o iftiracıyı ateşte eritmek ALLAH´a haktır´259

Ebu Hüreyre Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle söylediğini rivayet eder: ´Kim bir müslümanın aleyhinde o müslümanın hak et-mediği bir şahidlikte bulunursa, o kimse ateşte yerini hazırlasın´.260

Deniliyor ki: ´Kabir azabının üçte birisi nemmamlık ve kovucu-luktan ileri gelir´.
İbn Ömer Hz. Peygamberin şöyle söylediğini rivayet eder::

ALLAH Teâlâ (cc) cenneti yarattığı zaman ona ´konuş´ diye emir verdi. Cennet de ´Bana giren bir insan saadete ermiştir´ dedi. Bunun üzerine ALLAH Teâlâ, şöyle buyurdu: ´izzet ve celâlime yemin ediyorum, sende insanların sekiz grubu durmayacaktır:
1.İçkiye devam edenler.

2.Zinada ısrar edenler.

3.Kovucu (kattat) olanlar.

4.Deyyus olanlar.

5.İnsanlara zulmeden görevli memurlar.

6.Kadın gibi giyinen, kadın gibi hareket eden muhannes
kimseler.

7.Sıla-yı rahmi kesenler.

8.´Benim boynumda ALLAH´ın ahdi olsun, eğer ben şöyle yapmazsam´ dediği halde dediğini yerine getirmeyenler.261

Ka´b-ul-Ahbar´dan şöyle rivayet ediliyor: İsrâiloğulları´na kıtlık isabet etti. Hz. Musa (a.s) birkaç defa yağmur duasına çıktığı halde yağmur yağmadı. Bunun üzerine ALLAH, Musa´ya vahy göndererek ´Ben ne sana, ne de seninle beraber yağmur duasına çıkanlara müsbet bir cevap vermeyeceğim. Çünkü sizin içinizde bir nemmam (kovucu) vardır ve o kovucu, kovuculuğuna devam ediyor´ dedi. Hz. Musa (a.s) ´Yarab! O kovucu kimdir? Bana onu haber ver ki onu aramızdan çıkarayım!´ dedi. ALLAH ´Ey Musa! Sizi kovuculuktan menettiğim halde kendim mi kovucu olayım?´ dedi. Bunun üzerine İsrailoğulları´nm hepsi birden tevbe ettiler ve yağmura kavuştular.

Bir kişi yediyüz fersah öteden yedi kelime öğrenmek için bir hakîme geldi. Hakime vardığı zaman şöyle dedi: ´Ben ALLAH´ın sana vermiş olduğu ilim için sana gelmiş bulunuyorum. Bana gök ve göklerden daha ağır olanı, yer ve yerden daha geniş olanı, taş ve taştan daha katı olanı, ateş ve ateşten daha hararetli olanı, zemherir ve zemherirden daha soğuk olanı, deniz ve denizden daha zengin olanı, yetim ve yetimden daha zelil olanı haber ver!´ Hakîm ona şöyle dedi:

1.Suçsuz bir kimseye iftira atmak göklerden daha ağırdır.

2.Hak ve hakîkat yerden daha geniştir.

3.Kanâatkâr bir kimsenin kalbi denizden daha zengindir.

4.Harislik ve hased ateşten daha hararetlidir.

5.Yakın akrabaya olan ihtiyaç -eğer yerine getirilmez isezemherirden daha soğuktur.

6.Kâfirin kalbi taştan daha katıdır.

7.Kovucu bir kimse kovuculuğu ortaya çıktığı zaman, yetimden daha zelîl ve sefil olur.

254)Müslim, Buhârî
255)Müslim, Buhârî
256)Taberânî
257)İmam Ahmed
258)İbn Ebî Dünya
259)İbn Ebî Dünya
260)İmam Ahmed, İbn Ebî Dünya
261) Ahmed, Nesâî
 
Alt 02-03-2009, 18:22   #4
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Nemime´nin Tarifi ve Reddedilmesi Gereken Kısmı

Nemime ismi, en çok başkasının sözünü, aleyhinde konuşulan kişiye haber veren kimse için kullanılır. Nitekim ´Filân adam senin hakkında şöyle dedi´ dersin. Oysa nemime´nin tarifi şudur: Açıklanması hoş görülmeyen şeyi açıklamak. Bu açıklama ister söyleyenin hoşuna gitmesin, ister hakkında söylenenin hoşuna gitmesin, isterse üçüncü bir şahsın hoşuna gitmesin farketmez. Bu açıklama ister sözle, ister yazıyla, isterse işaret veya îma ile olsun, nakledilen ister amellerden, ister sözlerden, ister kendisinde olan bir eksiklik veya bir ayıp olsun veya olmasın. (Bütün bunlar nemime´nin tarifine dahildirler).

Nemime´nin hakikati, sırrı ifşa etmek, açıklanmasından hoşlanılmayan birşeyin yüzünden perdeyi yırtıp kaldırmaktır. İnsanoğlunun görüp hoşuna gitmediği durumlarda susması uygundur. Ancak söylemesinde bir müslümanın faydası veya bir günahın ortadan kaldırılması sözkonusu olan bir hâl bu söylediğimizin dışındadır. Meselâ başkasının malını aşıran bir kimseyi görmek gibi... Bu takdirde bu hususta şahidlik yapması, müslümanın hakkını gözetmek bakımından kendisine gereklidir. Fakat kişinin kendi nefsine ait olan bir malı gizlediğini gördüğü zaman, bunu söylerse nemime ve sırrı ifşa etmek olur. Eğer başkasına söylediği şey, kendisinden hikâye ettiği insanda o bir ayıp ve eksiklik ise, bu takdirde gıybet ile nemimeyi bir araya getirmiş olur. Yani hem gıybetçi, hem de kovucu olur. Bu bakımdan, insanoğlunu kovuculuğa teşvik eden, ya kovuculuğu yapılan insana karşı bir kötülüktür veya kendisine haber götürülenin sevgisini açıklamak veya bâtıl ve fuzulî konuşmalara dalmaktır. Kime kovucu tarafından bir söz getirilirse ´filan adam senin hakkında şöyle dedi´ veya ´şöyle yaptı´ veya ´filân adam senin işini bozmak için şu tedbiri aldı´ veya ´düşmanına şu yardımda bulundu´ veya ´halini şu şekilde çirkin gösterdi´ veya benzeri bir tabir söylendiği zaman kendisine altı vazife düşer:

Bir

Birincisi, kovuculuğu doğrulamamasıdır. Çünkü kovucu fâsıktır. Fâsığın ise şahidliği kabul edilmez. Nitekim ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.
(Hucurât/6)

İki

İkincisi, kovucuyu kovuculuktan menetmesi, nasihat yapması ve fiilinin çirkin olduğunu kendisine söylemesidir. Nitekim ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur:

İyiliği emret! Kötülükten vazgeçir! (Lokman/17)

Üç

Üçüncüsü, ALLAH için kovucudan nefret etmesidir. Çünkü kovucu, ALLAH nezdinde nefret edilen bir kimsedir. Bu bakımdan ALLAH´ın buğzettiği bir kimseye buğzetmesi lâzımdır.

Dört

Dördüncüsü, ortada olmayan kardeşi hakkında su-i zarı etmemesidir. Çünkü ALLAH Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

Ey inananlar, zandan çok sakının! Zira zarının bir kısmı günahtır!
(Hucurât/12)
Beş

Beşincisi, kovucunun sana söylediği sözler seni bir müslüman hakkında casusluk yapmaya, onun gizli taraflarını -kovucu acaba doğru mu söylüyor, yalan mı söylüyor diye- araştırmaya sevketmemelidir. Çünkü ALLAH Teâlâ ´Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın!´ (Hucurât/12) buyurmaktadır.

Altı

Altıncısı, kovucuya yasakladığın şeye kendi nefsin için de razı olmamalısın. Onun kovuculuğunu hikaye etmemeli, ´filân adam bana şöyle dedi´ deyip kovucu ve gıybetçi olmamalısın. Oysa sen kovucuyu böyle yapmaktan daha önce menetmiştin.

Rivayet ediliyor ki, bir adam Ömer b. Abdülaziz´in huzuruna girdi ve başka bir kişiden Ömer´e birşeyler nakletti. Bunun üzerine Ömer kendisine "Eğer dilersen senin durumunu tedkik ederiz. Tedkik neticesinde yalancı çıkarsan şu âyetin mefhumuna dahil olmuş olursun: ´Eğer bir fâsık size bir haber getirirse tedkik ediniz´. (Hucurât/6) Eğer doğru isen, o zaman şu ayetin kapsamına girmiş olursun: ´Kınayan, söz götürüp getiren´. (Kalem/İl) Eğer dilersen tedkik etmezden önce seni affedelim!´ dedi. Kişi ´Ey mü´minlerin emiri! Beni affet! ´Bir daha böyle bir hata işlemeyeceğime söz veriyorum´ dedi.

Bir hakimi, arkadaşlarından biri ziyaret etti ve hakime, bazı dostlarından nâhoş haberler verdi. Bunun üzerine hakîm, ziyaretçiye dedi ki: Sen ziyareti geciktirdin ve üç suçu birden getirdin:

1.Kardeşimi bana hor ve mebğuz gösterdin.

2.Böyle şeylerden boş olan kalbimi meşgul ettin.

3.Emin olan nefsini, benim yanımda şüpheli kıldın!

Süleyman b. Abdulmelik oturuyordu. Zeherî de yanındaydı. Bu esnada bir kişi geldi. Süleyman ona ´Kulağıma geldiğine göre sen benim aleyhimde şöyle demişsin´ dedi. Kişi ´Ben ne aleyhinde konuştum, ne de birşey söyledim´ dedi. Süleyman ´Ama bana bu haberi söyleyen kimse sâdık ve doğru bir kimsedir´ dedi. Zeherî ´Kovucu, doğru ve sadık olamaz!´ dedi. Süleyman ´Doğru söyledin!´ dedi ve adama ´Haydi selâmetle git´ dedi.

Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Sana başkasının sözünü nakletmek sûretiyle kovuculuk yapan, mutlaka seni de başkasına ihbar eder´.

Hasan Basrî´nin bu sözü işaret eder ki kovucudan nefret etmek, onun sözüne güvenmemek, doğruluğuna bel bağlamamak uygundur. Kovucuya nasıl buğzedilmesin! Halbuki kovuculuk, yalan ve gıybetten, hile ve hıyânetten, dalâvere, hased, münâfıklık, halkın arasını açmak ve kaypaklık göstermekten hiçbir zaman geri kalmamaktadır. Kovucu, ALLAH´ın devam etmesini istediğini kesmek isteyenlerden ve yeryüzünde fesad çıkaranlardandır.

Ancak şunlar aleyhine yol vardır ki insanlara zulmederler ve yeryüzünde haksız yere saldırırlar. Böylelerine acıklı bir azap vardır.(Şura/42)
Kovucu da bunlardandır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki şerrinden dolayı halkın kendisinden sakındığı bir insan, insanların şerirlerindendir.262
Kovucu da bunlardandır. Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kesici cennete giremez!
´Kesici kimdir ya Rasûlullah?´ denildiğinde ´Halkın arasını kesendir´ diye buyurdu.

Bu kimse kovucudur ve bu kimsenin sıla-,yı rahmi kesen bir kimse olduğu da söylenmiştir.263
Hz. Ali´den şöyle rivayet ediliyor: Bir kişi, diğer bir kişiyi Hz. Ali´ye ihbar etti. İmam Ali, jurnalcıya dedi ki:

-Biz senin dediklerini soracağız. Eğer haklı çıkarsan, senden nefret edeceğiz. Eğer yalancı çıkarsan, seni cezalandıracağız. Eğer dilersen, tedkik yapmaksızın seni affedeceğiz.

-Ya emîr´el-mü´minîn! Beni affedin!Muhammed b. Ka´b el-Kurazî´ye denildi ki: ´Mü´minin hangi hasleti mü´mini daha fazla düşürür?´ Cevap olarak şöyle dedi: ´Fazla konuşmak, sırrı ifşa etmek ve herkesin sözünü kabul etmek´.

Bir kişi Basra valisi ve emiri bulunan Abdullah b. Amr´a dedi ki: ´Benim kulağıma geldiğine göre, filan adam sana, benim senin aleyhinde konuştuğumu söylemiş´. Emir Abdullah ´Evet, öyle´ dedi. Kişi ´O halde onun söylediğini bana söyle ki ben onun yalancı olduğunu senin yanında ispat edeyim´ dedi. Abdullah ´Kendi dilimle kendime küfretmeyi istemiyorum. Onun söylediğini de tasdik etmemen bana kâfidir ve senden de dostluğumu kesmem´ dedi.
Kovuculuk, sâlihlerden birisinin yanında belirtildi. O zat şöyle dedi: ´Her grup hakkında doğruluk övüldüğü halde kendilerinin doğruluğu övülmeyen bir grup hakkında ne dersiniz!´
Mus´ab b. Zübeyr (r.a) şöyle demiştir: ´Biz kovuculuğu kabul etmenin kovuculuktan daha zararlı olduğunu görmekteyiz. Çünkü kovuculuk bir kötülükten haberdar etmektir. Onu kabul etmek ise onu geçerli saymaktır. Bu bakımdan bir şeye muttali olup da o şeyden haber veren bir kimse, hiçbir zaman o şeyi kabul edip caiz gören bir kimse gibi olmaz. O halde kovucudan korununuz. Eğer o sözünde doğru ise başkasının hürmetini korumadığı ve ayıbını örtmediği için doğruluğundan dolayı alçak ve kötülenmiş bir kimsedir. Jurnalcilik, kovuculuğun ta kendisidir. Ancak jurnalcilik, kendisinden korkulan bir kimseye yapıldığı zaman jurnalcilik denir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

İnsanları insanlara jurnal eden bir kimse, muhakkak reşid olmayan bir kimsedir yani gayr-i meşrû bir çocuktur.264

Bir kişi, Süleyman b. Abdulmelik´in huzuruna girdi ve kendisinden konuşmak için izin istedi ve dedi ki: ´Ey müzminlerin emiri! Seninle konuşmak istiyorum. Hoşuna gitmese dahi ona tahammül göstermeni istiyorum. Çünkü kabul ettiğin takdirde, o konuşmanın sonunda seni sevindirecek bir netice vardır´. Süleyman ona ´konuş!´ diye izin verdi. O ´Ey mü´minlerin emiri! Senin etrafını, dinlerini senin dünyana feda eden, rablerini kızdırmak sûretiyle senin rızanı satın alan, ALLAH yolunda senden korkan, senin yolunda ALLAH´tan korkmayan bir grup çevirmiştir. Bu bakımdan ALLAH´ın korumasını sana vermiş olduğu hususta onlardan emin olma! ALLAH Teâlâ´nın sana korumayı emrettiği hususlarda onlara kulak verme. Çünkü onlar, milletin gerilemesinde ellerinden geleni esirgememiş, emaneti zayi etmek hususunda var kuvvetleriyle çalışmış kişilerdir. Namusları param-parça etmekte de kusur etmemişlerdir. Onların en büyük amaçları zulüm ve kovuculuktur, vesilelerinin en yücesi gıybet ve başkasının aleyhinde konuşmaktır. Oysa sen onların işlemiş olduğu cinayetlerden sorumlusun. Ama onlar senin işlediğin ci-nayetlerden sorumlu değildirler. Bu bakımdan âhiretini fesada uğratarak onların dünyalarını ıslah etme! Zira zarar etmek bakımından en büyük insan, âhiretini başkasının dünyasına feda eden kimsedir´.

Bir kişi Ziyad el-A´cem265 adlı şahsı, Süleyman b. Abdulmelik´e jurnal etti. Bunun üzerine Süleyman, ikisini bir araya getirdi. Bu esnada Ziyad, kişiye dönerek şu şiiri okudu:
Sen öyle bir kişisin ki:ya tenha bir yerde seni bir sırrıma emin kılmışımdır ki sen hainlik yaptın veya bilgisiz bir söz söyledin. Sen aramızda olan işte de hainlik ile günah arasında bir derecede bulunuyorsun.

Bir kişi Amr b, Ubeyd´e ´Esvârî, durmadan hikâyelerinde seni şerirlikle yâd etmektedir´ dedi. Bunun üzerine Artır kendisine şöyle dedi: ´Sen onun arkadaşlık hakkını gözetmedin. Çünkü konuşmasını bize naklettin. Hoşuma gitmeyen bir haberi kardeşimden bana getirdiğin için do benini hakkımı gözetmedin. Fakat git ona söyle ki, ölüm hepimizi, kasıp kavuracaktır. Kabir hepimizi kucaklayacak, kıyamet hepimizi bir araya getirecektir. ALLAH aramızda hükmedecektir ve O hakimlerin en hayırlısıdır!´

Jurnalcilerden biri Sahib b. Ubbad´a266 bir mektup getirdi. O mektupta bir yetimin malını haber veriyor ve Sahib´i, o malın çokluğundan dolayı müsadere etmeye teşvik ediyordu. Bunun üzerine Sahib, mektubun arkasına şunları yazdı: ´Doğru da olsa jurnalcılık çirkindir! Eğer sen bu mektubunu nasihat maksadıyla yazmışsan burada zarar etmen, kar etmenden daha üstün ve faziletlidir. Örtülü bulunanın aleyhinde rezil olanı kabul etmekten ALLAH´a sığmıyorum-. Eğer sen, gençliğinin vermiş olduğu heyecan içerisinde bulunmasaydın senin gibiler hakkında bu yaptığının gerektirdiği ceza ile mukabele edecektim. Ey mel´un! Ayıptan tevakki et! Zira ALLAH gaybı herkesten daha iyi bilir. Ölü ise, ALLAH ona rahmet eylesin. Yetim ise ALLAH onun acısını hafifletsin. Mal ise ALLAH onu artırsın. Jurnal ise ALLAH ona lânet etsin!

Lokman Hakîm oğluna dedi ki: ´Sana birkaç haslet tavsiye edeceğim! Eğer onları tutarsan daima baş olacaksın: Yakın ve uzak kimselere ahlâkını yumuşat! İyi ve kötü insanlardan cehaletini tut. Arkadaşlarını koru! Akrabalarına sılayı rahim yap! Onları jurnalcinin sözünü kabul etmekten veya seni fesada uğratmak isteyen bir zâlimi dinlemekten emin kıl! Çünkü bu zâlim seni aldatmak istiyor. Senin arkadaşların o kimseler olsun sen onlardan, onlar da senden ayrıldıkları zaman ne sen onların aleyhinde, ne de onlar senin aleyhinde konuşsunlar´.

Biri şöyle demiştir: ´Kovuculuk; yalan, hased ve nifak üzerine kurulmuş bir binadır. Bunlar ise zulmün sacayaklarıdır.

Biri şöyle dedi: ´Eğer kovucunun sana getirmiş olduğu haber doğruysa, muhakkak sana küfretmeye cüret etmiştir. Kendisinden haber naklettiği kimsenin senin hilmine mazhar olması, kovucu-nun affedilmesinden daha evlâdır. Çünkü o senin yüzüne karşı sana sövmüş değildir´.

Kısacası kovuculuğun şerri çok büyüktür. Ondan korunmak gerekir. Nitekim Hammad b. Seleme şöyle anlatıyor: ´Bir kimse kölesini satılığa çıkardı. Alıcıya dedi ki: ´Kölemde kovuculuktan başka bir ayıp yoktur! Alıcı ´Ben bu ayıba razı oldum´ dedi ve köleyi satın aldı. Köle birkaç gün yeni efendisinin yanında kaldıktan sonra efendisinin hanımına dedi ki: ´Efendim seni sevmiyor ve senin üzerine câriye getirmek istiyor. Bu bakımdan usturayı al da uyuduğu zaman ensesinden birkaç kıl kes ki o kıllar üzerine sihir yapayım da sana bağlı kalıp seni sevsin´. Sonra gidip efendisine dedi ki: ´Senin hanımın dost tutmuştur ve seni öldürmek istiyor. Kendini uyumuş gibi göster ve bunu gözünle gör!´ Adam kendisini uyur gibi gösterdi. Kadın ustura ile kılları kesmek için geldi. Adam, karısı gerçekten kendisini öldürmek istiyor zannetti. Kalkıp kadını öldürdü. Sonra kadının ailesi geldi adamı öldürdüler. Böylece iki kabile arasına savaş girdi.
Biz ALLAH Teâlâ´dan hüsn-ü tevfikini dileriz!

262) Müslim, Buhârî
263) Müslim, Buhârî
264)Hâkim
265)Adı Ziyad b. Selim´dir. Ahdî kabilesine mensuptur. A´cem diye şöhret
bulmuştur.
266) Büveyh devletinde vezir idi. Dedesi Abbas b. Ubbad Talkanî´dir,
 
Alt 02-03-2009, 18:23   #5
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
İki Hasımın Arasına Girip, İki Yüzlülükle Herkesin Arzusuna Göre Konuşmak

Düşmanlık güdenleri gören bir kimse, bu felâketten az zaman kurtulabilir. Bu ise münafıklığın ta kendisidir. Nitekim Ammar b. Yasir267 Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Kimin dünyada iki yüzü varsa, kıyamet gününde o kimse için ateşten iki dil olur.268

Ebu Hüreyre (r.a), Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder:
Kıyamet gününde ALLAH´ın kullarından şerli olarak iki yüzlü bir kimse göreceksiniz ki şu gruba öbür grubun konuşmasını, öbür gruba da bunların konuşmasını getirip götürür!269

Başka bir lâfızda ´Bu gruba bir yüzle, öbür gruba başka bir yüzle gelir´ şeklinde vârid olmuştur.

Ebu Hüreyre şöyle demiştir: İki yüzlüye ALLAH nezdinde emin olmak uygun değildir´.
Mâlik b. Dinar şöyle demiştir: ´´Tevrat´ta okudum: ´Kişi arkadaşına karşı iki değişik dudak kullanırsa, emanet iptal olunmuştur demektir. ALLAH Teâlâ kıyamet gününde iki değişik dudak kullanan kimseyi helâk eder!´ yazılıydı".

Hz, Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kıyamet günü ALLAH nezdinde en çok nefret edilenler, yalancılar ve mütekebbirlerdir. O kimseler ki göğüslerinde arkadaşlarına nefret vardır. Arkadaşlarıyla bir araya geldikleri zaman onlara yağcılık yaparlar. O kimseler ki ALLAH´a ve Hz. Peygambere itaate davet edildikleri zaman ağırlaşır, şeytana ve onun emirlerine davet edildikleri zaman duraksamadan icabet ederler!270

İbn Mes´ud şöyle demiştir: ´Sakın hiçbiriniz immea olmasın!´ Dediler ki: ´İmmea ne demektir?´ Cevap olarak şöyle dedi: ´Her esinti ile esen kimse demektir!´
Selef, iki ayrı kişi ile iki ayrı yüzle görüşmenin münafıklık olduğunda ittifak etmişlerdir. Münafıklığın birçok alâmetleri vardır. İşte bu da o alâmetlerden biridir.
Rivayet edildi ki, Hz. Peygamber´in ashâbından bir kişi vefat etti. Huzeyfe b. Yeman (r.a) onun cenaze namazını kılmadı. Bunun üzerine Hz. Ömer, Huzeyfe´ye ´Hz. Peygamberin ashâbından biri ölür de sen onun cenaze namazına katılmazsın ha!´ deyince, Huzeyfe ´Ey mü´minlerin emiri! O münafıklardandı´ dedi. Hz. Ömer ´Seni yemine davet ediyorum, ben onlardan mıyım, değil miyim?´ diye sordu. Huzeyfe ´Ey ALLAHım! Beni muâhaze etme! Hayır,
sen onlardan değilsin. Fakat senden sonra nifak hakkında hiç kimseden de emin değilim´ diye ilave etti.271

Eğer ´Kişi ne ile iki dilli olur ve bunun sınırı ve tarifi nedir?´ diyecek olursan derim ki iki düşmanın huzuruna girip her birinin isteğine göre hareket ettiği saman eğer yapmış olduğu hareket doğru ise münafıklık değildir, iki dilli sayılmaz. Çünkü herhangi bir kimse iki düşmanla da aynı zamanda dostluk yapabilir. Fakat arkadaşlık hududuna varmayacak kadar zayıf bir dostluk... Zira eğer kişinin onlarla dostlukları tahakkuk etseydi, bu dostluk, düşmanın düşmanın olmasını gerektirirdi. Nitekim biz Sohbet Adabı bölümünde bunu söylemiştik.

Eğer onların herbirinin konuşmasını diğerine naklederse, o vakit iki yüzlüdür. Bu ise, kovuculuktan daha şerli olur; zira insan bir tek tarafın konuşmasını nakletmek sûretiyle kovucu olur. Bu bakımdan iki tarafın konuşmasını da birbirine naklederse, o zaman kovuculuktan daha şerir olur. Eğer söz nakletmez, her birinin diğerine karşı güttüğü düşmanlığı güzel görüp tasvip ederse iki yüzlü sayılır. Yine ikisine de ´sana yardım edeceğim´ va´dinde bulunursa, hüküm böyle olur. Düşmanlardan birini övüp huzurundan çıktıktan sonra kötülerse bu hareketi de iki yüzlülük olur. En uygunu susmak ve düşmanların hak sahibi olanını övmektir ve onu gıyabında, huzurunda ve düşmanının karşısında da medhetmektir.

İbn Ömer´e şöyle denildi: ´Biz yöneticilerimizin huzuruna giriyoruz. Orada konuşuyoruz. Çıktığımız zaman konuştuklarımızın aksini konuşuyoruz´. İbn Ömer ´Biz Hz. Peygamber´in zamanında bunu münafıklık sayardık´ dedi.

Kişi, emîrin huzuruna girip, onu övmeye ihtiyacı olmadığı zaman böyle yaparsa münafıklık etmiş sayılır. Eğer emîrin huzu-runa girmekten müstağni ise, fakat girdiği takdirde de onu med-hetmediğinde başına geleceklerden korkuyorsa bu da mü-nafıklıktır. Çünkü nefsini, emîri övmeye mecbur eden kendisidir. Eğer aza kanaat edip mal ve rütbeyi terkederse, emîrin huzuruna girmekten müstağni olacaktır. Buna rağmen, mertebe ve zenginlik arzusundan dolayı emîrin huzuruna girip onu medhederse, böyle bir kimse münafıktır ve Hz. Peygamber´in şu hadîsinin mânâsı da budur: ´Mal ve rütbe sevgisi, suyun sebzeleri bitirdiği gibi kalpte ni-fak bitirir!´272 Çünkü mal ve mertebe sevgisi, insanları emirlere, onları gözetmeye, onlara karşı riyakarlık ve dalkavukluk yapmaya muhtaç eder! Ama kişi, bir zaruretten dolayı, böyle bir felâkete mâ-ruz kalırsa, medh u senâ yapmadığı takdirde de başına geleceklerden korkuyorsa mâzurdur. Çünkü şerden sakınmak caizdir. Nitekim Ebu Derdâ şöyle demiştir: ´Bizler birtakım kavimlerin yü-züne gülüyoruz. Oysa kalbimiz onlara lânet ediyor!´273

Hz. Âişe (r.a) şöyle anlatır: Bir kişi Hz. Peygamberden, içeri girmek için izin istedi. Hz. Peygamber şöyle dedi:

Ona izin verin! Aşiretin en kötü elçisidir o!
Adam içeri geldiği zaman, Hz, Peygamber kendisiyle yumuşak konuştu. Çıkıp gittiği zaman Hz. Peygamber´e ´Sen daha önce onun hakkında söylediğini söyledin. Sonra kendisiyle yumuşak konuştun. Bu nasıl olur?´ dedim. Cevap olarak şöyle buyurdu: ´Ey Aişe! İnsanların en şeriri o kimsedir ki şerrinden korunmak için kendisine ikram edilir!´274

Fakat bu hadîs-i şerîf, karşılamak, yüze gülmek ve tebessüm etmek hakkında vârid olmuştur. Zâlimi övmek ise açık bir yalandır. Bu yalanı söylemek ancak bir zaruretten dolayı caiz olur veya zorlanıldığı zaman yalan söylemek mübah olur. Nitekim biz bunu ´Yalanın Âfeti´ bahsinde belirttik. Emirleri övmek, onların dediklerini tasdik etmek, bâtıl konuşmalarını tasdik bakımından baş sallamak caiz değildir. Eğer kişi bunu yaparsa münafıklık yapmış olur. Aksine reddetmesi gerekir, eğer kuvveti yoksa, kalbiyle inkâr etmesi gerekir.

267)Adı Ammar b. Yâsir b. Âmir b. Mâlik el-Ansî´dir. Meşhur sahâbîler-
dendir. Bedir´e iştirak etmiştir. Hz. Ali´nin saflarında H. 37´de Sıffîn´de öl-
dürülmüştür.
268)Buhârî, Ebu Dâvud
269)İbn Ebî Dünya
270)Irâkî aslına rastlamadığını kaydetmektedir.
271) Bu nifak ile küfür nifakı kastedilmiş değildir. Aksine ameldeki nifak kastedilmiştir. Ameldeki nifak, zâhirde dini gözetmek, gizlide gözetilmesini terketmek demektir! (Bkz. İthaf´us-Saade,VII/569)
272)Deylemî
273)Ebu Nuaym, Hilye
274)Müslim, Buhârî
 
Alt 02-03-2009, 18:24   #6
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Övmek

Bazı yerlerde medh yasaklanmıştır. Zemm (kötüleme) ise gıybet ve başkasının aleyhinde bulunmaktır. Biz onun hükmünü daha önce belirtmiştik. Övmede altı âfet vardır. Dördü övende, ikisi övülendedir.

Öven Taraftaki Âfetler

Birincisi: Bazen ifrata kaçar ve ifrat onu yalana sürükler! Nitekim Hâlid b. Mikdad şöyle demiştir:275 ´Kim bir sultanı veya herhangi bir kimseyi, kendisinde bulunmayan sıfatlarla şahidler huzurunda medhederse, ALLAH Teâlâ kıyamet gününde bu kimseyi dehşetten sarkmış diline basıp düştüğü halde haşreder!´

İkincisi: Bazen medhediciye riya galip gelir. Çünkü meddah, medihle sevgi gösterisinde bulunur. Oysa kalbinde sevgi yoktur ve söylediklerine inanmamaktadır. Bu bakımdan söyledikleriyle hem riyakâr, hem münafık olur.

Üçüncüsü: Meddah, bazen olmayan şeyleri söyler. Hem de o şeylerden haberdar olma imkânı olmadığı halde söyler. Rivayet ediliyor ki, bir kişi Hz. Peygamber´in yanında başka bir kişiyi medh u senâ etti. Hz. Peygamber kendisine şöyle dedi:
Sana yazıklar olsun! Sen arkadaşının boynunu kopardın. Eğer arkadaşın bu dediklerini işitseydi hiçbir zaman felaha kavuşamazdı!
Eğer biriniz, arkadaşını medhetmek mecburiyetinde ise, bari ´ben filan adamı şöyle sanıyorum ve ALLAH nezdinde hiç kimseyi temize çıkarmıyorum, çünkü o kimsenin kontrol edeni ALLAH´tır. Eğer onun öyle olduğunu görüyorsa öyledir´ desin.276
Bu âfet, mutlak vasıflarla medhetmekten meydana gelir. O vasıflar ancak delillerle bilinir. Adamın ´O muttakîdir!´, ´Verâ sahibidir´, ´Zâhiddir´, ´Hayırlıdır´ ve benzeri vasıfları söylemesi gibi... Ama kişi ´Ben onu geceleyin namaz kılarken, sadaka verirken, haccederken gördüm´ dediği zaman, bunlar kesin şeyler olduğu için sakınca yoktur.

Kişinin ´o âdildir, rızâ (râzı)dır´ demesi de o kabildendir; zira adil ve rızâ gizlidirler. Bu bakımdan burada kesin konuşmak uygun değildir. Ancak gizli bir denemeden sonra konuşabilir.

Hz. Ömer, bir kişiyi öven birini dinledi ve ´Sen onunla yolculuğa çıktın mı?´ diye sordu. Öven ´Hayır!´ dedi. Ömer ´Sen onunla alışveriş ettin mi?´ dedi. Öven ´Hayır!´ dedi. Ömer ´Sen onun komşusu musun? Sabah ve akşamını biliyor musun?´ dedi. Öven ´Hayır!´ dedi. Ömer ´Kendisinden başka ilah olmayan ALLAH´a yemin ederim ki sen o adamı tanımıyorsun´ dedi.
Dördüncüsü: Övülen adam zâlim veya fâsık olduğu halde ba-zen övülmekten ötürü sevilir. Oysa böyle bir sevgiye meydan vermek caiz değildir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Fâsık bir kimse övüldüğü zaman ALLAH Teâlâ öfkelenir.277

Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Kim uzun yaşaması için zâlime dua ederse, o kimse ALLAH´a, yaratmış olduğu arzda isyan etmeyi sevmiş olur!´
Fâsık bir zâlimin üzülmesi için aleyhinde bulunmak, sevinmesin diye kendisini övmemek en uygun harekettir.

Övülen Taraftaki Âfetler

Övgü kişiye iki yönden zarar verir:

Birincisi: Övgü onda kibir ve gurur meydana getirir, kibir ve gurur ise helâk edicidirler.
Hasan Basrî (r.a) şöyle anlatır: Hz. Ömer, etrafında ashâb-ı kirâm ve elinde kamçısı olduğu halde oturuyordu. O arada Cârut b. Münzir çıkageldi. Oturanlardan biri Hz. Ömer´e ´Bu Rabia kabilesinin başıdır´ dedi. Hz. Ömer de, etrafında oturanlar da, gelen Cârut da bu sözü işitti. Cârut, Hz. Ömer´e yaklaştığı zaman, Hz. Ömer onu kamçılamaya başladı. Bu manzara karşısında kalan Cârut, Hz. Ömer´e ´Ey mü´minlerin emîri! Benimle ne alıp veremediğin var?´ diye sordu. Hz. Ömer ´Seninle aramızda geçen birşey yok! Fakat sen söylenilen sözü işitmedin mi?´ dedi. Cârut ´Evet, işittim!´ dedi. Hz. Ömer ´İşte o söylenilen sözden senin kalbine kibir ve gurur gelmesinden korktum. Bundan dolayı seni alçaltacak bir harekette bulunmayı istedim´ dedi.

İkincisi: Övüleni hayırla övdüğü zaman, bu övmeden sevinir, hayır yönünden gevşer ve nefsinden razı olur. Oysa nefsinden razı olan bir kimsenin çalışması azalır; zira nefsini kusurlu gören bir kimse ciddiyetle çalışmaya koyulur. Ama diller, adamın lehinde övgüler düzdükleri zaman, adam da hedefe vardığını zanneder (dolayısıyla gevşer!) Bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Eğer arkadaşın senin yapmış olduğun övgüyü işitmiş olsaydı, sen onun boynunu kesmiş olurdun.
Arkadaşını yüzüne karşı övdüğün zaman sanki sen onun gırtlağının üzerinde pırıl pırıl parlayan keskin bir usturayı gezdirmiş olursun.278

Başka bir kişiyi öven bir zata da şöyle buyurmuştur: ´ALLAH seni kessin. Sen adamı kestin!´279

Mutarref280 diyor ki: ´Ben lehimde yapılan bir övgüyü işittiğim zaman, mutlaka nefsim bana zelil görünmüştür´.

Ziyad b. Ebî Müslim281 şöyle demiştir: ´Herhangi bir kimse lehinde bir övgü işitirse, muhakkak şeytan ona görünür. Fakat müslüman bir kimse derhal hatırlar, kendine gelir´.
İbn Mübarek şöyle demiştir: ´Bahsi geçen bu iki zat da doğru söylemişlerdir. Ziyad´ın sözüne gelince, onun bahsettiği kalp, halk tabakasının kalbidir. Mutarref in bahsettiğine gelince, onun söylediği kalp, havassın kalbidir´.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Bir kişinin başka bir kişiye bilenmiş bir bıçakla saldırması, onu yüzüne karşı övmesinden daha hayırlıdır.282

Hz. Ömer şöyle demiştir: ´Medhetmek, kesmek demektir´. Bunun hikmeti şudur. Çünkü kesilen bir kimse çalışmaktan gevşer ve çalışamaz hale gelir. Bir insan övüldüğü zaman da gevşer veya ucûb ve gurura meyleder.

Ucûb ve gurur da, kesmek gibi helâk edici sıfatlardır. İşte bunun için de Hz. Ömer, medhetmeyi kesmeye benzetmiştir. Eğer medh, medheden ile medhi yapılanın hakkında bu âfetlerden uzak olursa, o vakit medihte herhangi bir sakınca yoktur. Hatta böyle olduğundan övmek çoğu zaman iyi olur ve bunun için de Hz. Peygamber (s.a), ashâb-ı kirâmı överek şöyle buyurmuştur:
Eğer Ebubekir Sıddîk´ın imanı -peygamberler hariç- bütün insanların imanıyla tartılsa muhakkak Ebubekir´in imanı ağır basar.283

Hz. Ömer hakkında da şöyle demiştir:
Eğer ben peygamber olarak gönderilmeseydim, Ömer peygamber olarak gönderilirdi.284
Acaba bundan daha büyük bir övgü var mıdır? Fakat Hz. Peygamber, bu övgüyü sadakat ve basiret sebebiyle söylemiştir. Ashâb-ı kirâm da övgünün onlarda gurur, ucûb ve gevşeklik mey-dana getirmesinden uzak ve yücedirler. Hatta kişinin kendi nefsini medhetmesi, içinde kibir ve gurur olduğu için çirkindir; zira Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Ben âdemoğullarının efendisiyim ve bu sözde övünme yoktur!285

Yani ´Ben bu sözü söylemekle, halkın kendi nefsini övdüğü gibi bir övgüyü kasdetmiyorum´ demek istemiştir.

Bunun hikmeti şudur: Çünkü Hz. Peygamber ALLAH´a yakınlığıyla övünüyordu, Âdem´in evladı olmakla ve onların önderi bulunmakla değil! Nitekim padişahın yanında büyük bir sevgi ile kabul edilen bir kimsenin, padişahın birtakım hizmetçilerinden daha önde ve gözde olmasıyla değil, nimetle sevindiği gibi. Bütün bu anlattıklarımızdan, övmenin zenımi ile övmeye teşvik etmenin arasını telif edebilirsin. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) ashâb-ı kirâmın bir kimseyi övdüklerim işittiğinde şöyle demiştir:

Cennet vâcib oldu!286

Mücahid diyor ki: ´´Âdemoğulları için meleklerden arkadaşlar vardır. Onların meclislerinde otururlar. Müslüman kişi müslüman kardeşini hayırla andığı zaman, melekler ´sana da bunun benzeri olsun´ diye dua ederler. Onu kötülükle andığında, melekler ´Ey ayıbı örtülü olan Âdemoğlu! Nefsine kolaylık yap! Senin ayıbını örten ALLAH´a hamd ve senâda bulun!´ derler. İşte bunlar övmenin âfetleridir´´.

275)Kılâbî boyuna mensuptur, Humusludur. Künyesi Ebu Abdullah´tır.
Güvenilir, âbid ve zâhid bir kimse idi. H. 103 senesinde vefat etmiştir.
276)Müslim, Buhârî
277)İbn Ebî Dünya, Beyhakî
278)İbn Mübarek
279)Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir.
280)Adı Abdullah b. Şüheyr el-Âmiri el-Hareşi´dir. Künyesi Ebu Abdullah
olan bu zat, Basralı âbid ve güvenilir bir zattır.
281)Adı Ebu Ömer Ferrâ el-Basrî´dir.
282)Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir.
283)Kitab ´ul-İlim ´de geçmişti.
284)Deylemî
285)Tirmizî, İbn Mâce
286) Enes şöyle anlatır: Ashâbın yanından bir cenaze geçti. Onu övdüler. Hz. Peygamber de Vâcib oldu´ dedi. Biraz sonra başka bir cenaze geçti, onun hakkında da kötü konuştular. Hz. Peygamber ´Vâcib oldu´ buyurdu. Ashâb "Bu nasıl olur, ikisi için de Vâcib oldu´ dediniz´´ dediler. Hz. Peygamber ´Övdüğünüze cennet, kötülediğinize de cehennem vâcib oldu. Çünkü sizler yeryüzünde ALLAH´ın şahidlerisiniz´ diyerek, bu sözü üç defa tekrar etti. (Tayalîsî, İmam Ahmed, Buhârî, Müslim ve Nesâî)
 
Alt 02-03-2009, 18:25   #7
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Övülene Düşen Vazifeler

Övülen bir kimseye, kibir ve ucûbun âfetinden şiddetle sakınmak, övgüden dolayı ibadetlerde gevşeklik göstermekten şiddetle kaçınmak düşer. Övülen, ancak kendi nefsini tanıdığı takdirde bu vazifeyi yerine getirebilir. Sonucun tehlikesini düşündüğünde, riyanın inceliklerini, amellerin âfetlerini bildiğinde gerekeni yapabilir. Çünkü övülen zat, nefsi hakkında övenin bilmediklerini bilir. Eğer övene, övülenin bütün sırları belirseydi, onun kalbinden geçenler görünseydi, öven onu övmekten çekinecekti. Övülen bir kimseye, öveni tahkir etmek sûretiyle övgüden hoşlanmadığını belirtmek vazifesi düşer. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:287)

Enes şöyle anlatır: Ashâbın yanından bir cenaze geçti. Onu övdüler. Hz. Peygamber de Vâcib oldu´ dedi. Biraz sonra başka bir cenaze geçti, onun hakkında da kötü konuştular. Hz. Peygamber ´Vâcib oldu´ buyurdu. Ashâb "Bu nasıl olur, ikisi için de Vâcib oldu´ dediniz´´ dediler. Hz. Peygamber ´Övdüğünüze cennet, kötülediğinize de cehennem vâcib oldu. Çünkü sizler yeryüzünde ALLAH´ın şahidlerisiniz´ diyerek, bu sözü üç defa tekrar etti. (Tayalîsî, İmam Ahmed, Buhârî, Müslim ve Nesâî)

Süfyan b. Uyeyne288 şöyle demiştir: ´Övülen bir kimse, nefsini bildiği takdirde övgü kendisine zarar vermez´. Sâlih kullardan birisi övüldü ve bu sâlih kul dedi ki: ´Ey ALLAHım! Senin şu kulların beni tanımıyorlar. Oysa sen´beni tanıyorsun!´

Başka bir sâlih kul övüldüğü zaman şöyle dedi: ´Ey ALLAHım! Senin şu kulun seni kızdırmak sûretiyle bana yaklaştı ve ben seni ondan nefret ettiğime şahid tutuyorum´. (İbn Ebî Dünya)
Hz. Ali (r.a), övüldüğü zaman şöyle demiştir: ´Ey ALLAHım! Onların bilmediklerini benim için affet ve söylediklerinden dolayı beni sorumlu tutma! Beni onların zannettiğinden daha hayırlı kıl!´

Bir zat Hz. Ömer´i (r.a) övdü, karşılık olarak Hz. Ömer ona şöyle dedi: ´Sen hem beni, hem de kendi nefsini helâk etmek mi istiyorsun?!´

Bir kimse Hz. Ali´yi yüzüne karşı övdü ve aynı zamanda Hz. Ali´nin kulağına, bu adamın aleyhinde konuştuğu haberi gelmişti. Cevap olarak Hz. Ali ona şöyle dedi: ´Senin dediğinin altında, nefsindekinin de üstündeyim!´

287)Müslim
288)Ebu İmran´ın oğlu olan bu zat Hilâlî kabilesindendir. Güvenilir, hâfız,
fâkih, önder ve hüccetti. H. 198 senesinin Receb ayında vefat etmiştir
 
Konu Kapatılmıştır


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı