|
|
|
|
#1 |
|
Şöhret ve Nâm Salmanın Kötülenmesi
ALLAH Teâlâ seni ıslah eylesin. Bil ki rütbenin esası nâm ve şöhretin yayılmasıdır. Bu ise kötüdür. Aksine övülen nâm ve nişansızlıktır. Ancak dininin neşri için ALLAH Teâlâ tarafından şöhrete ulaştırılan ve şöhrete ulaşmak için hiçbir zorluk ve çaba harcamayan bir kimse bu hükmün dışındadır. Enes, Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder: insanlar tarafından dini ve dünyası hakkında parmakla gösterilmek, şer yönünden kişiye yeter de artar! Bundan ancak ALLAH Teâlâ´nın koruduğu bir insan müstesnadır.2 Câbir Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder: ALLAH´ın koruduğu hariç, şer yönünden kişiye dini veya dünyası hususunda parmakla gösterilmek yeter de artar bile! ALLAH sizin şöhretlerinize bakmaz. Ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.3 Hasan Basrî (r.a), bu hadîs için bir te´vil belirtmiştir ki zararsız bir te´vildir; zira o bu hadîsi rivayet ederken kendisine denildi ki: ´Ey Ebu Said! Gerçekten insanlar seni gördükleri zaman parmakla sana işaret ediyorlar!´ Cevap olarak şöyle demiştir: ´Hadîs bunu kasdetmiyor. Hz. Peygamber (s.a) bu hadîsle, ancak dini hususunda bid´atçı, dünyası hususunda fâsık olan bir kimseyi kasdetmiştir´. Hz. Ali şöyle demiştir: ´Haşmeti bırak, fakat şöhret peşinde koşma! Anılmak için şahsını yüceltme. İşini gizle, sükût et ki selâmette kalasın. Böylece iyi insanları memnun edip fâsık ve fâcirleri kızdırmış olursun!´ İbrahim b. Edhem şöyle demiştir: ´Şöhreti seven bir kimse ALLAH´ı tasdîk etmemiştir´. Basralı Eyyûb es-Sahtiyanî şöyle demiştir: ´ALLAH´a yemin olsun! Mevkiinin bilinmemesi kendisini sevindirmeyen bir kul, ALLAH Teâlâ´yı tasdîk etmiş sayılmaz´. Hâlid b. Ma´dan4 halkası çoğaldığı zaman şöhret korkusundan meclisi terkederdi. Ebu Aliye5 yanında üç kişiden fazla oturan olduğu zaman kalkardı! Hz. Talha (r.a), beraberinde on kadar kimsenin yürüdüğünü gördüğünde ´Tamahkârlık sinekleri ve ateşe atılan çekirgelerdir bunlar!´ demiştir. Selim b. Hanzele şöyle anlatıyor: Bir ara Ubeyy b. Ka´b´ın arkasından yürüyorduk. Hz.Ömer gördü ve derhal onu kamçıladı. O itiraz ederek ´Ey mü´minlerin emîri! Ne yaptığına dikkat et! (Beni niçin dövüyorsun?)´ dedi. Hz. Ömer şöyle cevap verdi: ´Bu durum, tâbi olan için zillet, tâbi olunan için de fitnedir´. Hasan Basrî´den şöyle rivayet ediliyor: İbn Mes´ud birgün evinden çıktı. Halk arkasındaydı. Dönüp halka baktı ve şöyle dedi: ´Neden bana tâbi oluyorsunuz? ALLAH´a yemin ederim, eğer benim üzerine kapımı kilitlediğim günahlarımı bilmiş olsaydınız, sizden iki kişi dahi bana tâbi olmazdı´. Muhakkak etrafındaki ayakkabı seslerinden ahmakların kalpleri az zaman sâbit kalır! Hasan Basrî birgün dışarı çıktı. Bir grup arkasına takıldı. Onlara ´Sizin bir ihtiyacınız mı var? Eğer ihtiyacınız yoksa gelmeyin. Çünkü böyle bir durum, mü´minin kalbini alt-üst eder´ dedi. Rivayet ediliyor ki, bir kişi seferde İbn Muhayriz6 ile arkadaşlık yaptı. İbn Muhayriz´den ayrılırken ´Bana nasihat et!´ dedi. Bunun üzerine İbn Muhayriz ´Eğer tanınıp, tanınmamaya, başkasına gidip, başkasının da sana gelmemesine, isteyip, senden istenmemesine gücün yetiyorsa bunu yap!´ dedi. Eyyûb es-Sahtiyanî sefere çıktı. Birçok kimse onu uğurladı. Dedi ki: ´Eğer kalbimin sizin bu uğurlamanızdan tiksindiğini bil-meseydim, mutlaka bu yaptığınızdan dolayı ALLAH´ın kahrından korkardım!´ Muammer b. Râşid şöyle der: Eyyûb es-Sahtiyanî´yi entarisinin uzunluğundan dolayı kınadım. Cevap olarak dedi ki: ´Geçmiş zamanda bunun uzunluğunda şöhret vardı. Bugün ise şöhret bunun kısalığındadır´. Biri şöyle anlatıyor: Ebu Kulâbe ile beraber bulunuyordum. Onun huzuruna, sırtında kısa denilen elbise bulunan biri içeri girdi. Bunu görünce ´Şu çok konuşan eşekten sakının!´ dedi. Bununla şöhretin talep edilmesine işaret ediyordu. Süfyan es-Sevrî dedi ki: ´Selef-i Sâlihîn yeni ve eskimiş elbiselerden gelen şöhreti kerih görürlerdi; zira gözler, bu iki çeşit elbiseye dikilir´. Bir kişi, Bişr b. Hâris´e ´Bana tavsiyede bulun!´ diye ricada bulundu. Bişr ona ´Nâmını gizle! Yemeğini helâlinden ye!´ dedi. Havşeb ağlar ve şöyle derdi: ´Benim ismim cuma kılınan mes-cide kadar vardı´. Bişr şöyle demiştir: ´Bir kişi tanınmayı sevsin de dini gidip rezil olmasın!´ Yine şöyle demiştir: ´Halk tarafından bilinmesini isteyen bir kimse âhiretin halâvetini tatmamıştır.´ ALLAH´ın rahmeti onların üzerine olsun! ______________________ 2) Beyhakî {zayıf bir senedle) 3)Taberânî, Evsat; Beyhakî, Şuab´ul-İman, (zayıf bir senedle) 4)Humusludur. Güvenilir bir âbiddir. H. 103´de vefat etmiştir. 5)Adı Rafi b. Mehran´dır. Güvenilir bir zattır. 6)Adı Abdullah b. Muhayriz b. Cumade b. Vehb Cemehî´dir ve Mekkelidir. Kudüs´te otururdu. Güvenilir bir âbiddir. H. 99´da vefat etmiştir.
|
|
|
|
| Sayfayı E-Mail olarak gönder |
|
|
#2 |
|
Övgüden Hoşlanmanın, Yerilmekten İse Hoşlanmamanın Tedavisi
İnsanların çoğu, halkın tenkidinden korktukları, övülmeyi sevdiklerinden dolayı helâk olmuşlardır. Bu bakımdan onların bütün hareketleri, halkın rızasına uygun olana bağlanmıştır ve bunu da halkın tenkidinden korkarak, övülmeyi umarak yaparlar Bu, helâk edici hareketlerdendir. Bunu tedavi etmenin yolu, hangi sebeplerden dolayı halkın övgüsünü istediğini, tenkidinden hoşlanmadığını iyi düşünmektir. Birinci Sebep Medhedenin sözünün sebebiyle kemâli hissetmektir. Burada senin çıkar yolun aklına müracaat edip nefsine şöyle demendir: ´Adamın övdüğü sıfat sende var mı yok mu? Eğer sende varsa, ya ilim ve takva gibi bir sıfattır ki onda övgüye müstehak olursun veya servet, rütbe ve dünyevî arazlar gibi, sebebiyle övülmeye müstehak olmadığın bir sıfattır. Eğer bu sıfat dünyanın ârazlarından ise bundan dolayı sevinmek, yakında çerçöp olup esen rüzgârlarla berhava edilecek yer bitkileriyle sevinmek gibidir! Böyle sevgi aklın azlığından ileri gelir´. Akıl sahibi, şair Mütenebbi´nin dediği gibi demelidir: Benim nezdimde üzüntünün en şiddetlisi o sevinçtedir. Onun sahibi kesinlikle değişmesini bilir! Bu bakımdan insan için dünyanın ârazlarıyla sevinmek uygun değildir. Eğer sevinirse, o ârazlardan dolayı kendisini övenin sözüyle sevinmesi uygun değildir. Varlığıyla sevinmelidir. Övmek ise onun varlığının sebebi değildir. Eğer o sıfat, ilim ve takva gibi kendisiyle sevinmeyi gerektiren sıfat ise, onunla da sevinmemesi uygundur. Çünkü sonuç malûm değildir. Bu sıfat insanı ALLAH´a yaklaştırdığı için sevmesi gerekir. Oysa neticenin tehlikesi sözkonusudur. Bu bakımdan kötü neticeden korkmakta, dünyanın bütün nimetlerinden ötürü sevinmekten insanı alıkoyacak bir özellik vardır. Dünya, sevinmek ve ferahlamak evi değildir. Aksine gam ve üzüntüler evidir. Sonra, eğer güzel neticenin ümidiyle bu sıfatla seviniyorsa, bu takdirde övenin övmesiyle değil, ALLAH Teâlâ´nın ilim ve takva ile sana ihsan etmiş olduğu fazl u keremiyle sevinmen uygundur. Çünkü kemâli sezmekte lezzet vardır. Kemâl de övgüden değil, ALLAH Teâlâ´nın fazlından kaynaklanır, övgü de buna tâbidir. Bu bakımdan övgüyü sevmek, övgü seni fazilet bakımından yüceltmediği için, uygun düşmez. Eğer kendisiyle övündüğün sıfat sende yoksa, bu övgü ile sevinmen deliliğin katmerlisidir. Senin misâlin (bu takdirde) o kimsenin misâline benziyor ki sıradan bir kimse onunla istihza edip der ki: ´SübhanALLAH! Bu adamın içindeki güzel koku ne çoktur! Bu adam def-i hacet ettiği zaman kendisinden gelen kokular ne güzeldir!´ Oysa pisliğini ve kötü kokularını bildiğin halde adamın sözlerine seviniyorsun! İşte böylece seni salihlik ve takva ile övdükleri zaman, sen de bununla -ALLAH Teâlâ, senin içindeki pisliklere, kal-bindeki vesvese ve tehlikelere, kirli sıfatlarına muttali olduğu halde- sevinirsen, senin bu sevgin cehaletin ta kendisidir; zira öven kimse, eğer doğru söylüyorsa, bu takdirde bu övgü ALLAH´ın bir fazileti olarak sana verilen sıfattan dolayıdır. Eğer yalan söylüyorsa, bu yalanın seni üzmesi ve bununla sevinmemen gerekir. İkinci Sebep İkinci sebep, övmenin öven kişinin kalbinin müsahhar olmasına ve bu kalbin, başka bir kimsenin kalbinin de müsahhar olmasına sebep olacağına delâlet eder. Bu durum, kalplerde yer edinmek, rütbe ve şöhret sevgisine dönüşür. Daha önce onun tedâvi usulünden söz edilmişti. Bu tedavi halktan ümidi kesmek, ALLAH katında kıymet sahibi olmayı talep etmektir. Bir de halkın kalplerinde mevla aramanın, onunla sevinmenin ALLAH katında dereceni düşürdüğünü bilmelisin. O halde nasıl bununla sevinebilirsin? Üçüncü Sebep Öven kişiyi övmeye mecbur eden haşmet ve azametten ibaret olan üçüncü sebep de geçici olan, sevinmeye müstehak olmayan,ârızî bir kuvvet ve kudrete dönüşür. Seleften nakledildiği gibi bu-rada, övenin övmesi seni üzmeli, bu medhten ikrah etmeli ve bun-dan dolayı kızmalısın. Çünkü övmenin övülen üzerindeki âfeti büyüktür. Nitekim biz bunu Dilin Âfetleri bölümünde zikretmiştik. Seleften bir zat şöyle demiştir; ´Kim övüldüğü için sevinirse, şeytana içine girme imkânı vermiş olur!´ Yine seleften bir zat şöyle demiştir: "Sana ´ne güzel insansın sen!´ denildiğinde bu söz ´ne çirkin insansın´ demekten daha sevimli geldiği zaman, ALLAH´a yemin olsun, sen çirkin insan olursun". Eğer sahih ise bellerimizi kıran bir haberde şöyle vârid olmuştur: ´Bir kişi. Hz. Peygamber´in yanında, başka bir kişiyi, övdü. Buna karşılık Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: Eğer arkadaşın hazır olsaydı ve dediğine rıza gösterseydi ve bunun üzerine ölseydi ateşe girecekti. Rahmet olasıca! O adamın belini kırdın. Eğer senin dedikle-rini dinlemiş olsaydı kıyamet gününe kadar felâh bulamazdı.22 Birbirinizi övmeyin. Övenleri gördüğünüz zaman onların yüzüne toprak serpin!23 İşte bu sırra binaen ashab, övgüden fazlasıyla korkar ve onun fitnesinden sakınırlardı. Medhten dolayı kalbe giren sevgiyi tehlikeli görürlerdi. Hatta hulefâ-i râşidinden biri bir kişiye birşey sordu. O kişi de ona şöyle cevap verdi: - Sen ey mü´minlerin emîri! Benden daha hayırlı ve daha bilginsin! - Beni tezkiye etmeni sana emretmedim ki! Ashab-ı kirâmdan birine şöyle denildi: ´ALLAH seni yeryüzünde bıraktıkça halk hayırlı olacaktır´. Bunun üzerine o zat kızarak şöyle demiştir: ´Ben senin Iraklı olduğunu sanıyorum´ Seleften biri de medhedildiği zaman şöyle dedi: ´Yarab! Senin kulun seni kızdırmak suretiyle bana yaklaştı. Bu bakımdan ben seni ona olan kızgınlığıma şahid tutuyorum´. Ashab-ı kirâm, övmeyi, halkın övmesiyle Hâlık´ın nezdinde sevilmedikleri halde sevinmelerinden korkarak kerih gördüler. Dolayısıyla kalplerinin ALLAH katındaki halleriyle meşgul olması, onlara halkın övgüsünü çirkin gösterirdi. Çünkü ALLAH´a yakın olan ancak övülmüş kimsedir. Hakikatte kötü olan bir kimse ise, ALLAH´tan uzak, şerirlerle berabenden ise ALLAH´ın faziletinden başka birşeyle sevinmesi uygun değildir. Zira onun durumu halkın elinde değildir. Ne zaman rızık ve ecellerin ALLAH´ın elinde olduğunu bilirse, halkın övmesine veya kötülemesine iltifat etmez. Onun kalbinden övmenin sevgisi düşer. Kendisini ilgilendiren dininin emriyle meşgul olur. Rahmetiyle insanı doğruya muvaffak kılan ALLAH´tır. ____________ 21)Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir. 22)Daha önce geçmişti. 23)Daha önce geçmişti. |
|
![]() |
| Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|