![]() |
#1 |
![]() MİLLETLERİN HAYATINDA KÜLTÜRÜN ÖNEMİ ve ELAZIĞ I. KÜLTÜR KURULTAYI
Kültür, Latince Cultura kelimesinden türeyerek bütün batı dillerine ve dolayısıyla da dilimize girmiş bir kavramdır. Bugüne kadar kültürün pek çok tarifi yapılmıştır. Ama üzerinde en fazla ittifak edilen tarifi; bir milleti millet yapan unsurların bütünüdür. Veya bir milletin yaşama biçimidir. O halde bir milleti meydana getiren, millet yapan bütün maddî ve manevî unsurlar kültürün birer unsurudur. Hemen hatırlanacağı gibi bunlar, dil, din, ortak tarih ve kader birliği, yaşama biçimi (yeme-içme, giyim-kuşam, aile, akrabalık bağları, dünya görüşü, musiki, kısacası ağız tadı) dir. Kültür unsurlarına ırk unsurunu dahil eden düşünürler de vardır ki, gerçekten bunu dikkatlerden uzak tutmamak gerekmektedir. Sözü edilen bu unsurlar çok uzun bir tarihî maceradan geçerek süzülerek günümüze gelir. Öyleyse kültürün oluşması için tarihin yaşanması gerekmektedir. Buna göre kültür, milletlerin yaşadıkları tarih, geçirdikleri uzun maceradır. İşte kültür, bu uzun tarihî süreçte meydana gelmektedir. Demek ki, kültür kısa zamanda veya kimi zorlama veya yönlendirmelerle meydana gelmemektedir. Kendi tarihî ve tabiî sürecinde meydana gelmekte ve olgunlaşmaktadır. Milletler de bu uzun tarihî süreçte kimliklerini ve kendilerine has kültürlerini bulmaktadırlar. Kültür, bu derecede derin tarihî bir zemine dayandığına göre, kaybedilmesi çok zordur. Ama kaybedildiği zaman da yeniden kazanılması imkânsızdır. Çünkü kaybedilen kültürü kazanmak için o uzun tarihî süreci yeniden yaşamak gerekir ki bu da imkânsızdır. Nitekim kültürel kimliklerini kaybeden toplulukların/milletlerin siyasî varlıklarını da kaybettikleri görülmektedir. O halde kültür/kültür birliği, aynı zamanda millî birlik ve siyasî bağımsızlığın da temeli ve teminatıdır. Kültürün önemi ve tesirleri zannedildiğinden daha derindir. Kültürü sadece bir üst yapı unsuru olarak görmek ve böylece telakki etmek yanlıştır. Belki ilk bakışta kültür unsurlarının milletlerin hayatında bu derecede etkili olduğu düşünülemeyebilir. Ama tarih yakından incelendiğinde, milletleri var eden esas unsurların kültür unsurları olduğu görülecektir. Nitekim daha yüzyıllar öncesinden Bilge Kağan, Türk milletinin kendi öz kültüründen uzaklaştıkça nasıl genç erkeklerinin köle, hatunluk kızlarının cariye olduğunu, il ve törenin (siyasî bağımsızlığın) kalmadığını açık bir şekilde ifade etmektedir. Bir milletin millet olabilmesi için her şeyden önce bir vatanının olması, sonra kendi dilini ve töresini muhafaza etmesi gerekmektedir. Kendi yaşayış biçimine sahip çıkması millet olmanın en önemli şartıdır. Kültür, bir milletin yaşama biçimidir, dünya görüşüdür. Kültür, bir coğrafyayı vatanlaştırır, oraya kendine has isimler verir. Kendi dünyasını oranın taşına toprağına kazır. Cami, mescit, han, hamam veya kilisesini havrasını, mabedini inşa eder, orada kendi dilince kutsadığı Tanrısına dua eder. Orada eğlenir, orada üzülür. Bütün bir hayatın acı tatlı hatıralarını orada yaşar. Ataların mezarlarıyla torunların mezarlarının aynı topraklarda olması, herhalde toprağın vatanlaşmasını yeterince ifade eder. Bu bakımdan halk yığınlarını millet yapan esas unsur kültürdür. Burada bazı sorular akla gelmektedir. Kültür durağan mıdır? Kültürel etkileşim mümkün müdür? Bu etkileşimin sonuçları ne getirir, etkileşimin sınırlarını tespit etmek mümkün müdür? Hemen şunu belirtelim ki, kültür durağan değildir, adeta canlı bir organizma gibidir. Sürekli hareket halindedir. Bu hareketliliği kültüre dinamizm ve gelişme kazandırmaktadır. Kültür bu hareketliliği ile gelişir. Zira kültünün temel unsuru olan insandır ve insan da sürekli bir gelişim ve değişim yaşamaktadır. Esasen daha geniş açıdan bakıldığında, kainatta hiçbir şey durağan değildir, her şey sürekli bir değişim ve gelişim içindedir. O halde kültürel gelişme ve değişmenin sebep ve mahiyeti anlaşılmış olmaktadır. O zaman kültürde meydana gelen değişime şaşmamak gerekmektedir. Çünkü bu tabiî bir seyirdir. Kültürü sürekli akıp giden bir ırmağa benzetmek mümkündür. Değişik bölgelerden geçen ırmak nasıl geçtiği bölgelerin toprak ve iklim özelliklerine göre mahiyet kazanıyorsa, kültür de aynı şekilde milletlerin geçirdikleri uzun tarihî süreç boyunca gittikleri coğrafyalarda ve karşılaştıkları kültürlerle temasa geçmekte, o bölge ve kültürlerden etkilenmekte ve aynı zamanda o kültürleri etkilemektedir. Böylece asıl öz korunarak kültür zenginleşmektedir. Bunun için saf ırk olmadığı gibi saf ve tekdüze kültür de yoktur. Kültürler arasındaki (dil, din, yaşayış biçimi, mimari, dünya görüşü vb) şaşırtıcı benzerliklerin sebebi budur. Bu etkileşimden korkmak anlamsızdır, aynı zamanda faydası da yoktur. Milletler yaşadıkça bu etkileşim devam edecektir. Ancak milletlerarası mücadelede siyasî ve iktisadî bakımdan güçlü olan milletlerin zayıf olan milletlere hakim olmaları gibi, güçlü ve dinamik kültürler de zayıf ve durağan kültürlere hakim olurlar. Esasen kültürel güç ile siyasî ve iktisadî güç arasında bir doğru orantı vardır. Siyasî, askerî ve iktisadî bakımdan güçlü olan milletler cazibe merkezi olmakta ve kültürel bakımdan da güçlü hale gelmektedirler. Bu güçlü milletlerin dil, din ve yaşayış biçimleri diğer milletler tarafından örnek alınır, taklit edilir ve giderek o kültürlere hakim olur. Öte yandan zayıf milletlerin kültürlerinin öz değerleri giderek kaybolur, kültürleri yozlaşır, geçen zaman içinde tamamen ortadan kalkar. Bu da o milletin ortadan kalkması demektir. O halde kültür ile siyasî varlık ve bağımsızlık arasında çok sıkı bir bağ mevcuttur. Kültürel kimliklerini kaybeden milletlerin siyasî bağımsızlıklarından söz etmek imkânsızdır. Kültürel varlığın devamı için güçlü, dinamik ve yoğun bir nüfus şarttır. Kültür, insanla yaşayan bir olgudur. Tabiatta daima güçlü unsurların etkin olması gibi, beşerî hayatta da daima yoğun ve güçlü nüfus varlığını devam ettirebilir. Yoğun, güçlü ve dinamik nüfusun kültürü daima az nüfus tarafından temsil edilen kültürleri etkiler ve zamanla kendi içinde eritir. Artık bu hale gelen ve eriyen bir nüfusun eski kimliğinde ısrar etmek bile yersizdir, bu ancak bir hatıra olarak kalmıştır. Günümüzde Avrupa’ya giden vatandaşlarımızdan üçüncü neslin büyük çoğunluğu bu haldedir. Üçüncü nesil vatandaşlarımız üstün, yoğun, siyasî ve iktisadî bakımdan etkin olan yerli nüfus karşısında erimektedir. Bu, tarihî ve tabiî bir vakıadır. Tarihte bunun da pek çok örnekleri mevcuttur. Kültür nasıl korunmalıdır, korumak mümkün müdür? Kültürel değerlere bağlılık geriye dönüşü mü ifade etmektedir? gibi sorular sıkça sorulan sorulardır. Hemen şunu belirtmek gerekir ki, izah edildiği üzere bir milletin siyasî ve iktisadî varlığını koruyabilmesi için kültürel kimliğini de koruması şarttır. Aksi halde bir milletin varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Kültür yaşanarak korunur. Ancak bunu yaşarken kültürel değerlerin (dil, din, tarih, gelenek ve görenekler vb) doğru bir biçimde öğrenilmesi ve yaşanması gerekmektedir. Dilin bütün incelikleri doğru bir biçimde nesilden nesile aktarılmalıdır. Dinin bütün incelikleri, tarihin bütün safhaları, destanlar, masallar, oyunlar, türküler, ağıt ve maniler, kısacası kültürün bütün unsurları en doğru bir şekilde öğrenilmeli ve öğretilmelidir. Bunun için de bütün kültür değerlerimizin sağlıklı bir şekilde zaptedilmesi zarurîdir. Eğer kültür unsurlarının her türlü eseri zaptedilmezse, zamanla tahrip olur ve kaybolur gider. Öyle bir gün gelir ki, dünyalar verilse bulunamaz olur. Kültürel değerlerin zaptedilmemesi, milletlerin tarihlerinde dönemleri arasında kopukluklara da sebep olmaktadır. Nitekim bizim tarihimizde zamanında ve yeterince zaptedilmeyen eserlerimizin kaybolması neticesinde ciddî kültürel kopukluklar yaşanmıştır. Bazen kültür unsurlarının sadece zaptedilmesi de yetmeyebilir. Ondan faydalanmadıktan sonra aynı neticeleri verir. Bilge Kağan bize Gök Türk Kitabeleri gibi bir miras bıraktığı halde 1300 yıl ondan habersiz yaşadık. 11. yüzyılda üstad Yusuf Has Hacib tarafından yazılan Kutadgu Bilig ile Kaşgarlı’nın Divân-ı Lugatı’t-Türk’ünü daha yeni keşfettik. Üstelik kültürümüzün bu şaheserleri, sadece akademik ve sınırlı sayıda meraklı aydın tarafından bilinmektedir. Devlet hayatı, siyasî ve sosyal hayatımıza, dünya görüşümüze ve dilimize olan etkilerinden bahsetmek mümkün değildir. Henüz onları 21. yüzyıla taşımayı ve günümüzün gerçekleri ile sentez etmeyi başarmış değiliz. Oysa çağdaşlık, geleneksel kültürü, çağın gerçek ve ihtiyaçlarına göre sentez etmeyi başarabilmektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse, her konuda olduğu gibi, bu konuda da Avrupa örnek gösterilebilir. Avrupa, hiçbir zaman kendi kültürel değerlerinden kopmadı, onları reddetmedi. Uzun tarihî süreci boyunca sürekli geliştirdi. 13. yüzyıldan itibaren başlayan fikrî kalkınmanın temelinde kendi antikiteleri vardır. Bu antikitenin temelinde Yunan ve Roma felsefesi vardı. Onları 13. yüzyıla başarıyla taşıdılar ama asla geriye dönüp Romalılar gibi yaşamadılar. Romanın devlet ve dünya görüşünü, azametini, Yunanın felsefesini, hürriyetini, hür düşüncesini aldılar. Müslümanlardan etkilendiler ama asla Müslüman olmadılar. Bütün bu değerleri 13. yüzyıla ve daha sonraki yüzyıllara taşıdılar. Bu suretle Hümanizma, Rönesans ve Reform hareketlerini başardılar. Coğrafî keşiflerle dünyayı fethettiler, kendi kültürlerini keşfettikleri yeni dünyalara götürdüler. Esasen Avrupa’yı büyük ve üstün yapan değerleri bu zihniyette aramak daha doğru olur. Bu bakımdan kendi geleneksel kültürlerini çağın gerçek ve ihtiyaçları ile sentez etmeyi başaran milletler büyük milletlerdir. Avrupa örneğinde olduğu gibi, kültür yaşanarak zenginleştirilmeli, korunmalı ve çağlar ötesine taşınmalıdır. Yoksa kültürel değerlere bağlılık, geleneksel kültürün yaşadığı çağlarda kalmak değil, kültür değerlerinin mana ve mefhumunu yaşanan çağlara taşımaktır. Bu bir geriye dönüş değildir. Tersine kültürel değerleri, yaşanan çağa taşıyan çağdaş bir yaklaşımdır. Bu anlamda kültürel değerlerin doğru bir şekilde zaptedilmesi ve yoğun olarak kullanılması büyük önem arzetmektedir. Zaptedilen kültür değerleri, sadece akademik çevrelerde kullanılan ve kütüphane raflarına terkedilen, lazım oldukça ilgililerinin başvuracağı birer kaynak haline getirilmemelidir. Eğitim ve öğretimin her kademesinde okullarda gelecek nesillere, her türlü kitle iletişim araçlarıyla da halka, yazılı ve görsel edebiyata mal edilmelidir. Eğer öyle olsaydı, dilimiz bugün içine düştüğü hazin duruma düşmezdi. Türk musikisi bugün olduğu yerde olmazdı. Din anlayış ve uygulamalarımızdaki düzensizlik sathîlik ve karmaşa yaşanmazdı. Kısacası bugün yaşanan ve giderek de siyasî varlığımızı tehdit edecek boyutlara ulaşan kültürel yozlaşma meydana gelmezdi. Bilindiği gibi, eğitimin üç mekânı vardır. Bunlar; Aile, Okul ve Sosyal Çevredir. Sağlıklı bir eğitimin yolu bu üç mekânda verilen eğitimin uyumundan geçer. İşte kültürel değerlerimizi bu üç mekânda ısrarla ve şuurlu bir şekilde yoğun olarak kullanmamız şarttır. Aksi halde “yüksek kültür, geleneksel kültür veya Türk kültürü” gibi ifadeler, birer övünmeden ve nutuktan ileriye gitmeyecektir ki, bunun da hiçbir kıymeti yoktur. İşte bu anlayış ve mülahazalarla Elazığ I. Kültür Kurultayını başlatmış bulunuyoruz. Doğrusu Kültür Kurultayı fikrinin ilk temsilcisi biz değiliz. Vilayette kararlaştırılan bu organizasyonun dönem başkanlığı Genel Kurulda tarafımıza havale edildi. Bu göreve layık görülmem benim için ayrıca bir iftihar vesilesidir. Bu vesile ile ülkemiz için Elazığ için en iyisini yapmak esas düsturumuzdur. Bu görev bize verilince ilişikteki planlamayı yaptık, ilgili kurullardan onaylandı, komisyon başkanları ve çalışma grupları oluşturuldu ve artık fiilen çalışmalar başlamış oldu. Böylece kültürün bütün unsurlarını içine alacak bir şekilde belki de ülkemizde ilk olmak üzere bir vilayetin Kültür Envanteri çıkarılmış olacaktır. Esasen Elazığ kültürünü Türk kültüründen ayrı düşünmemek gerekmektedir. Nihayet Elazığ kültürü, Türk kültürünün bir parçasıdır, ondan ayrı düşünülemez. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Bu çalışma ile Elazığ ölçeğinde kısmen de olsa Türk kültürü incelenmiş olacaktır. Toplam olarak 15 komisyon ile bütün komisyon başkanlarının tespit ve tekliflerini içeren Sonuç ve Önerilerden oluşacak Kültür Kurultayı tamamlanmış olacaktır. Bu komisyonlarda görev alan bütün komisyon başkanlarına, üyelerine ve kaynak kişilere şimdiden teşekkür ederim. Onların bu katkıları hiçbir zaman unutulmayacaktır. Türkiye’de ilk defa bu derecede geniş boyutlu bir Kültür Kurultayının Elazığ’da yapılmış olmasının anlamı da büyüktür. Bu Kurultayın başta Elazığ olmak üzere ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK Milli Kültürün Önemi Büyük Önder Atatürk'e göre “Millet, aynı kültürden insanların oluşturduğu toplumdur”. Demek ki, “milli kültür”, bir devleti ayakta tutan unsurların en önemlisidir. Çünkü, milli kültür oluştuğunda ortaya millet çıkar. Millet ise mutlaka bir devlet oluşturur. Dünya tarihine baktığımızda, milli kültüre sahip olmanın önemi daha iyi anlaşılır. Tarihe gözatıldığında, milli kültüre sahip halkların her türlü zorluğa karşı varlıklarını korudukları görülecektir. İkinci Dünya Savaşı'ndan enkaz halinde çıkmalarına rağmen kısa sürede önemli birer güç haline gelen Almanya ve Japonya bunun en güzel örneğidir. Aynı şekilde, İstiklal Savaşı'nda Türklere yeni zaferler kazandıran, Türk Milletinin Atatürk milliyetçiliği ile tamamlanan milli kültürünün sağlamlığıdır. Milli kültür, milli ve manevi değerlerin öğretildiği eğitim kurumlarında oluşmaya başlar. Eğitim kurumlarında, milli ve manevi değerleri öğrenen gençler ise bu değerlere sahip çıktıkları ölçüde devleti, milli birliği ve beraberliği güçlendirirler. Atatürk'ün sözleri, ortak bir kültür oluşturan eğitimin milli birlik ve beraberlik açısından önemini açıkça ortaya koyar: “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırları ne olursa olsun, ilk önce ve herşeyden önce Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünyada uluslararası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişiler ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık yoktur. Çocuklarımızı aynı eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz. Kesinlikle bilmeliyiz ki iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır. Çocuklarımıza vereceğimiz öğrenim sınırı ne olursa olsun onlara esas olarak şunları öğreteceğiz: Milletine, Türkiye Devleti'ne, TBMM'ne düşman olanlarlarla mücadele; bu mücadelenin sebep ve vasıtaları ile donatılmayan millet için yaşama hakkı yoktur.” (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, 1952, Türk İnkılap Tarihi Enstitü Yayınları) Atatürk, bu sözlerle, alınan eğitimin, mahiyeti her ne olursa olsun, milli değerleri yücelten ve her zaman korunması gerekli unsurlar olarak ön planda tutan bir üsluba sahip olması gerektiğini vurgular. Çünkü, bir devletin sağlam temellere oturması için öncellikle milli birlik ve beraberliğini koruması gerekir. Bir devlet ne kadar gelişmiş olursa olsun, ne kadar güçlü olursa olsun eğer ortak bir kültüre sahip değilse parça parça demektir. Böyle bir devlet ise tüm gücünü kaybeder. Milleti oluşturan unsurların en temel noktasında bireyler karşımıza çıkmaktadır. Bireylere milli beraberliğin ne olduğunu öğretmek ve milli şuuru kazandırmak ise ancak eğitimle gerçekleşebilir. Bireylere milleti için çalışmanın önemi öğretilmediği takdirde milli eğitim amacına ulaşmamış olur. Birey devletine ve dolayısıyla milletine faydasız bir insan haline gelir. Atatürk'ün vurguladığı gibi eğitimin mahiyeti ve düzeni her ne olursa olsun, gençler milli şuurun aşılayıcısı olan milli kültürümüzü öğrenecek şekilde eğitilmelidir. Ayrıca, milli kültürün temellerini Büyük Önder Atatürk'ün “İlke ve İnkılapları”nın oluşturduğu gençlere anlatılmalıdır. Eğitim insanlara milli şuurdan başka daha birçok şey kazandırır. İnsanın hayata bakışını, prensiplerini, sanat anlayışını, ideallerini, yaşam şeklini belirler. İnsanların aileleri, dini, Ülkesi, cinsiyeti, yaşam seviyesinin standartları her ne olursa olsun verilen iyi bir eğitimle aradaki tüm farklar bir anda kalkabilir. Böylece insanlar aynı ortak amaçta birleşmiş olurlar. Milli şuur da buna eklendiğinde bireyler tamamen kaliteli, yüksek ahlaklı, devletine bağlı ve faydalı bir hale gelirler. Bir birey için devletine bağlı ve faydalı olmak, kendisinin ve gelecek nesillerin en iyi yaşam standartlarına ulaşmasına katkıda bulunmak demektir. Sonuç olarak, eğitimin amacı, Atatürk ilke ve inkılaplarını kendilerine ilke edinmiş, devletini ve milletini tüm değerlerin üzerinde tutan gençler yetiştirmek olmalıdır Giriş İnsanın kimliğini belirleyen en önemli unsurların başında hiç şüphesiz kişinin hangi milletten olduğu gelir. Bu durum siyasi anlamda olsun kültürel anlamda olsun dünyada bizi temsil edecek tek unsurdur. Bazen siyasi topluluklar bazen de bireyler zamanı geldiğinde ülkelerini dünyada temsil ederler. İşte, o zaman ne mesleki bağlar, ne aile bağları, ne de etnik bağlar önemli olur. İlk sırada devlet ve millet unsurları bulunur. Milli Tarihin Önemi “Milli bilincin ayakta kalabilmesi ve uyanık bulunması için dil ve tarih uğruna çalışmaya mecburuz.” Çok açıktır ki, “tarih” de dil gibi Atatürk'ün önemle üzerinde durduğu milli değerlerimizden biridir. Cumhuriyet'in ilk yıllarında Batılı tarihçilerin Türk Tarihine olan ilgisi büyüktü. Batıda, Türk Tarihini anlatan birçok eser yayınlanıyordu. Ancak, bu eserlerin çoğu taraflı ve çarpıtılmış yazılardı. Cumhuriyet'le birlikte yeni bir yapılanmaya giren Türk Milletinin milli kültürünü çürük temeller üzerine oturtmak ise çok tehlikeli olurdu. Bu yüzden yapılması gereken, Türklerin şanlı tarihlerini bizzat kendilerinin yazmasıydı. İşte, bu nedenledir ki, Cumhuriyet'in kurulmasıyla birlikte yürütülen öncelikli çalışmalar, tarihin araştırılması ve tarihimizi anlatan birtakım eserlerin ortaya çıkarılması oldu.. Bu çalışmaları yürütmek üzere, 1931 yılında Türk Tarih Kurumu kuruldu. Türk Tarih Kurumu'nun öncelikli görevi, Türk Milletine geçmişini öğretmek ve aynı kökenden gelen insanların geçmişte de aynı ülküde birleşerek kazandığı başarıları hatırlatmaktı.
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Güzel bir yazı. Ne teknolojiyi arzu ettiğimiz için batılı kültürlere ne de müslüman olduğumuz için arabın. acemin kültürüne boyun eğeriz. aslolan budur. gerçi sözümona bazı batı dalkavukları veya müslüman olmaktan ziyade arapçı kafası taşıyan beyinler her ne olursa olsun kültürümüzü baltamaya çalışıyorlar. herkes kendi özünü yansıtır.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Güzel bir yazı. Ne teknolojiyi arzu ettiğimiz için batılı kültürlere ne de müslüman olduğumuz için arabın. acemin kültürüne boyun eğeriz. aslolan budur. gerçi sözümona bazı batı dalkavukları veya müslüman olmaktan ziyade arapçı kafası taşıyan beyinler her ne olursa olsun kültürümüzü baltamaya çalışıyorlar. herkes kendi özünü yansıtır.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Biz değerlerimize sahip çıktığımız sürece kimse hiç bir varlığımızı baltalayamaz
|
|
![]() |
![]() |
#5 |
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|