Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi


Konu Kapatılmıştır
Stil
Seçenekler
 
Alt 03-04-2009, 21:31   #1
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Sabır ve Şükür Konusuna Giriş


ALLAH Teâlâ bitkileri yarattı. Bitki, yarlık bakımından taş, toprak, demir, bakır ve diğer madenlerden daha mükemmeldir; zira bitkide bir kuvvet yaratılmıştır. O kuvvetle bitki, kökü vasıtasıyla gıda alır. O kuvvetin içinde birtakım aletler vardır. Onlar gıdayı çekerler. O aletler bitkinin her yaprağında görülen incecik damarlardır. Sonra onlar kalınlaşır, dal budak salar. Durmadan incelir. Yaprağın bütün parçalarına yayılan kılcal damarlar haline gelir. Hatta görünmeyecek kadar incelir. Ancak bitki bu kemâlle beraber ek(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz); zira bitkiye kökü vasıtasıyla gelen gıda kesildiği zaman solar, kurur. Artık başka bir yerden gıda almak imkânından mahrum olur; zira gıda almak ancak matlûbu bilmekle olur. Ona intikal etmekle meydana gelir. Bitki ise, bundan acizdir. Bu bakımdan ALLAH´ın senin için hissedici ve gıdanın talebinde harekete geçirci aletler yaratması, sana verdiği nimetlerdendir.

ALLAH´ın beş duyuyu yaratmaktaki hikmetini dikkatle izle! O beş duyu idrâk aletidir. Onların birincisi dokunma duyusu´dur. Bu ancak şu hikmetten dolayı yaratılmıştır:
Yakıcı bir ateşe veya kesici bir kılıca dokunduğun zaman hisseder, derhal ondan sakınırsın. Bu, canlı için yaratılmış ilk histir. Bu hisse sahip olmayan hiçbir canlı düşünülemez; zira bunu hissetmeyen bir şey hayat sahibi değildir. Hiss derecelerinin en eksiği kendisine temas edeni hissetmektir; zira kendisinden uzak olanı hissetmek, şüphesiz daha mükemmel bir histir. Bu his, çamurdaki kurt dahil olmak üzere, her canlıda mevcuttur; zira çamurdaki kurda iğneyi batırdığın zaman kaçmak için toparlanır. Bitkiler gibi değildir. Çünkü bitki kesildiği halde toparlanmaz; zira kesmeyi hissedemez. Ancak, eğer insan için bu histen başkası yaratılmamış olsaydı, insan da böcek gibi eksik olurdu.

Senden uzak olduğu zaman gıdayı talep edemez, sadece bedenine temas edeni hisseder, onu çekerdin. Bu bakımdan uzak olanı hissetmek için başka bir hisse ihtiyaç vardır. İşte bunun için koku hissi (duyusu) yaratıldı. Ancak bununla koku idrâk edilebilir. Fakat hangi taraftan geldiğini anlaşılmaz. Böylece birçok tarafı aramak mecburiyetinde kalırsın. Bazen kokusunu aldığın gıdayı bulur, bazen de bulmazsın. Eğer bu koku hissinden başkası yaratılmamış olsaydı sen eksikliğin en aşağı seviyesinde olurdun. Bu bakımdan görme duyusu yaratıldı ki onunla uzağı görüp cihetini tesbit edesin ve dolayısıyla o cihete gitme imkânına ulaşabilesin. Ancak bundan başkası yaratılmamış olsaydı, yine eksik olurdun; zira sadece görme hissi ile duvarların ötesinde, perdelerin arkasında olanı hissetmezdin. Ancak arada perde bulunmayan düşmanı görürdün, seninle arasında perde olanı göremezdin. Perde ancak düşmanın sana yaklaştığı ve senin kaçmak imkânından aciz kaldığın bir zamanda kalkardı. Bu yüzden işitme hissi yaratıldı ki onun vasıtasıyla duvar ve perdelerin arkasındaki hareketlerin seslerini duyabilesin; zira gözle, ancak hazır olan bir şeyi görebilirsin. Gözle görülmeyeni ise, harf ve seslerden oluşan bir konuşma ile tanıman mümkündür. Bu da kulak sayesinde mümkün olur. Bu bakımdan işitme hissi yaratıldı.

Konuşmak ve anlamak sayesinde diğer hayvanlardan ayrıldın. Eğer sana zevk (tatma hissi) verilmeseydi bütün bunlar yine de seni müstağni etmezdi; zira gıda eline geçtiği halde onun sana uygun olup olmadığını idrâk edemezsin ve onu yiyip helâk olurdun. Tıpkı ağaç gibi... Onun köküne her zaman sıvı madde dökülür. Zevki olmadığı için bu dökülen maddeyi çeker. Çoğu zaman bu onun kurumasına sebep olur. Eğer dimağında hiss-i müşterek denilen başka bir idrâk yaratılmamış olsaydı bütün bunlar yine de yeterli olmazdı. Bu beş duyu ile idrâk olunanlar o hiss-i müşterek´e teslim edilir ve orada bir araya gelirler. Eğer o hiss-i müşterek olmasaydı senin için durum oldukça zorlaşırdı; zira sen, sarı bir madde yediğin zaman, onu acı ve tabiatına muhalif gördüğünde terkederdin. Onu başka bir zaman gördüğünde, eğer hiss-i müşterek olmasa, ikinci bir defa tatmadan zararlı ve acı olduğunu bilemezdin;

zira göz, sarılığı görür fakat acılığı müşahede etmez. Bu bakımdan hiss-i müşterek olmasaydı ondan kaçınmak mümkün olmazdı, zevk acılığı idrâk eder, fakat sarılığı idrâk etmez. Bu bakımdan bir hâkim lâzımdır ki onun yanında acılık ile sarılık bir arada toplansınlar ki rengi idrâk ettiğin zaman o maddenin acı olduğuna hükmedesin ve ikinci bir defa onu tatmaya muhtaç olmayasın!

Bütün bu durumlarda hayvanlar da seninle ortaktırlar; zira bütün bu duyular koyuna da verilmiştir. Bu bakımdan eğer bu duyulardan başkası yoksa, eksik olursun. Çünkü kurt koyunu yaka-ladığında koyun kendini nasıl müdafaa edeceğini ve bağlandığı takdirde nasıl kurtulacağını bilemez. Bazen kendini bir kuyuya atar, bunun kendisini helâk edeceğini idrâk edemez. Bu nedenle hayvan, hal-i hazırda lezzetli gördüğünü ikinci durumda kendisine zarar verse bile yer, hastalanır ve ölür, zira o ancak hazırdakini hissedebilir. Neticeleri idrâk edemez. Bu bakımdan ALLAH Teâlâ bütün bu sıfatlardan daha yüce olan başka bir sıfatla seni şereflendirdi ve hayvanlardan ayırdı. O da akıl sıfatıdır. Öyleyse akılla hâl-i hazırda ve gelecekte yemeklerin zararlısını, ve faydalısını idrâk edersin.

Yemeklerin nasıl pişirileceğini, hangi maddeyi hangisiyle karıştıracağını bilir ve sebeplerin hazırlanmasını idrâk edersin. Bu bakımdan sıhhatinin sebebi olan yemeklerden akıl vasıtasıyla faydalanırsın. Gıda aklî faydaların en hasisi, hikmetlerin en azıdır. Akıldaki en büyük hikmet, ALLAH´ın fiillerini ve âlemdeki hikmetini anlamak marifetidir. Aklın bu en büyük hikmeti tahak-kuk ettiğinde beş duyunun faydaları senin için değişir. Bu bakımdan bu beş duyu casuslar ve memleketin her tarafını taras-sud etmekle vazifeli haberciler gibidirler. Sen onların her birine bir işi havale edersin. Onlardan biri renklerin haberlerini getirir. Diğeri seslerin haberlerini, öbürü kokuların haberlerini, bir başkası yemeklerin, diğeri sıcak, soğuk, sertlik, temas, yumuşaklık, katılık ve başka şeylerin haberlerini getirir. Bu postacılar ve casuslar memleketin çeşitli bölgelerindeki haberleri toplar, hiss-i müşterek ´e teslim ederler. Hiss-i müşterek de dimağın başına oturmuş, tıpkı padişahın kapısında oturup haberleri ve çeşitli bölgelerden gelen mektupları mühürlü olarak teslim alan postacıbaşı gibidir; zira onun vazifesi, gelen mektupları almak, toplamak ve korumaktır. Mektupların içerisindeki hakikatlerin marifeti onun vazifesi değildir. Fakat kalp, emir ve padişah olan akla rastladığı zaman, o sonuçları ona teslim eder. Çünkü onlar mü-hürlü olarak kendisine gelmiştir. Padişah onları teftiş eder, onlar vasıtasıyla memleketin sırlarına muttali olur. Onlarla memlekete hükmeder. Burada bütün o hükümleri saymak mümkün değildir. Kendisine uygun görünen hüküm ve maslahatlara göre askerler gönderir. Askerler azalardır. Bazen onları aramaya, bazen kaçmaya, bazen de kendisine göre tedbirleri tamamlamaya gönderir.

İşte bunlar, idrâkler hususunda ALLAH´ın sana olan nimetlerinin bir kısmıdır. Sanma ki biz bütün o nimetleri saydık. Çünkü zâhir olan havaslar (beş duyu) idrâklerin bir parçasıdırlar. Görme duyusu, o havaslardan biridir. Göz de bir tek alettir. Oysa göz, değişik olan on tabakadan meydana gelir: O tabakaların bazıları rutubetlerdir. Bazıları da perdeler...

Perdelerin bazısı, örümcek ağı gibidir. Bazısı da yeni doğan çocukla beraber dışarı çıkan yufka deri gibidir. O rutubetlerin bazısı yumurtanın beyazı gibidir. Bazısı da buz gibidir. Bu on tabakanın her birinin bir sıfatı, şekli, görünüşü, eni, yuvarlaklığı ve terkibi vardır. Eğer bu on tabakadan biri veya herhangi bir tabakanın sıfatlarından biri değişirse, görme duyusu zedelenir. Doktorlar ve sürme sürenler onu düzeltmekten aciz kılarlar.

İşte bu izah, bir duyu hakkındadır. O duyuya dinleme duyusunu ve diğer duyuları kıyas et. ALLAH Teâlâ´nın gözün cismindeki ve tabakalarındaki bütün hikmetlerini ve nimetlerinin çeşitlerini ciltlerce kitaba bile sığdırmak mümkün değildir. Oysa gözün tamamı küçücük bir cevizden bile büyük değildir. Acaba bütün bedenin, azalarının ve acaipliklerinin hakkında ne zannedersin? İşte bunlar, idrâkleri yaratmak sûretiyle ALLAH´ın nimetlerine işaretlerdir.

 

 
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 03-04-2009, 21:31   #2
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Recâ´nın Hakikati

Hamd, senâ ehli olan ALLAH´a mahsustur!. Öyle ALLAH ki kibriyânın ridasıyla münferid, yücelik ve vecdin sıfatlarıyla mütevahhiddir ve veli kullarını genişlik ve darlıkta sabır kuvvetiyle belâ ve nimetlere karşı şükretme desteğiyle takviye edendir.

Salât ve selâm peygamberlerin efendisi Hz. Peygamber´in, iyilerin efendileri olan ashabının, muttakîlerin önderi olan âlinin üzerine olsun.

İman iki parçadan ibarettir. Bir parçası sabır, öbür parçası şükürdür. Nitekim eserler ve haberler buna şahidlik etmiştir.

1 Sabır ile şükür, ALLAH´ın vasıflarından iki vasıf ve en güzel isimlerinden iki isimdir; zira ALLAH kendisine Sabûr ve Şekûr ismini vermiştir.

Bu bakımdan sabrın ve şükrün hakikatini bilmemek, imanın iki tarafını da bilmemek demektir. Sonra bu husustaki bilgisizlik, Rahmân´ın vasıflarının ikisinden de gafil olmak demektir. Oysa ALLAH´a yaklaşmak, ancak imanla olur. İmanın varlığını teşkil eden şeyi bilmeksizin iman yolunda yürümek düşünülebilir mi? İmanın kendisiyle var olduğu şeyi bilmemek iman yolunda yürümenin düşünülmediğini gösterir.

Sabır ve şükrün marifetini elde etmekten geri kalmak, kendisiyle imanın ayakta durduğu ve imanın kendisiyle idrak olunduğu esasın marifetinden de geri kalmak demektir. Bu bakımdan bu iki şıkkı izah etmek büyük bir ihtiyaçtır ve zarurîdir. O halde biz bu iki şıkkı birbirine bağlı olduğundan dolayı ALLAH´ın izniyle bir bölümde izah edeceğiz

Bu bölümde sabrın fazileti, tarifinin ve hakikatinin beyanı, imanın yarısı olmasının, ilgilendiği hususların değişikliğine göre, değişik isimlere sahip olmasının, kuvvet ve zafiyet ihtilâfı he-sabıyla kısımlarının beyanı, sabra ihtiyaç duyulan yerin, sabrın ilâcının ve sabra ulaşmada yardımcı olan şeylerin beyanı vardır. Bu bakımdan bu şık yedi fasıldan ibarettir. ALLAH´ın izniyle bu fasıllar sabrın bütün maksatlarını ihtiva etmektedir.

1) Deylemî, Müsned´ül-Firdevs
 
Alt 03-04-2009, 21:33   #3
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Recâ´nın Fazileti ve Recâ´ya Teşvik

ALLAH Teâlâ sabredenleri birçok sıfatlarla vasıflandırmış, Kur´an´ın yetmiş küsur yerinde sabrı zikretmiştir. Derece ve hayırların çoğunu sabra izafe etmiş ve onları sabrın meyvesi olarak göstermiştir.

Ayetler
Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten önderler yetiştirmiştik.(Secde/24)

Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabretmeleri sebebiyle tam yerine geldi.(A´raf/137)

Biz sabredenlerin mükâfatını, yaptıklarının en güzeliyle vereceğiz.(Nahl/96)

İşte onlara sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki defa verilir.(Kasas/54)

Ancak sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir.(Zümer/10)

Bu bakımdan hiçbir ibadet yoktur ki onun ecri takdir ve hesapla olmasın! Ancak sabır bu kaidenin dışındadır. Oruç sabırdan olduğu ve sabrın yarısı bulunduğu için ALLAH Teâlâ, bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurmuştur:
Oruç yalnız benim içindir. Onun ecri de bana aittir.

Görüldüğü gibi, ALLAH Teâlâ ibâdetler arasından orucu, kendi nefsine izafe etmektedir.

Sabredenlere kendileriyle beraber olacağını va´dederek şöyle buyurmaktadır:
Sabredin, çünkü ALLAH sabredenlerle beraberdir. (Enfal/46)

Yardımı sabra bağlayarak şöyle buyurmuştur:
Evet sabreder sakınırsanız, onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler rabbiniz size nişanlı beş bin melekle imdad eder. (Âlu İmran/125)

Sabredenler için başkalarına vermediği birçok şeyleri bir araya getirerek şöyle buyurmuştur:
İşte rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır.(Bakara/157)

Bu bakımdan hidayet, rahmet ve salâvatlar sabredenler için toplanmıştır. Sabır makamı hakkında vârid olan bütün ayetleri saymak oldukça uzun sürer.

Hadîsler
Sabır imanın yarısıdır.2

Nitekim sabrın imanın yarısı olmasının ne anlama geldiği ileride gelecektir.

Size verilenlerin en azından biri yakîn ve sabır azimetidir Kime bu iki hasletten nasibi verilmiş ise artık o kimse elinden kaçırdığı gece ibadeti ve oruç (sevapları için) üzülmez. Çünkü ondan daha üstününü elde etmiştir. Yemin olsun, eğer siz, üzerinde bulunduğunuz şey üzerinde sabredersiniz, bu benim nezdimde sizden bir kişinin hepinizin ameli kadar amelle bana gelmesinden daha sevimlidir. Fakat ben sizin üzerinize benden sonra dünyanın açılıp gelmesinden, bazınızın bazınızı inkâr etmesinden, o anda semavât ehlinin de (meleklerin de) sizi inkâr etmesinden korkuyorum. Bu bakımdan sabreden ve ecrini ALLAH´tan bekleyen, sevabın kemâlini elde eder.

Daha sonra Hz. Peygamber şu ayeti okudu: ´Sizin yanınızdaki tükenir. ALLAH´ın yanındaki ise, bakidir. Yemin olsun, sabreden-lere ecirlerini hesapız vereceğiz´. (Nahl/96)3

Hz. Peygamber´i iman sorulduğunda, cevap olarak şöyle buyurmuştur:
(İman) sabır ve cömertlikten ibarettir.4 Sabır, cennet hazinelerinden bir hazinedir.5

Yine bir defasında ´İman nedir?´ diye sorulunca cevap olarak şöyle buyurmuştur:
6 Bu hadîs-i şerif, Hz. Peygamber´in şu hadîs-i şerifine benzer:
Hac Arefe´de vakfe´dir.7 Yani haccın en büyük rüknü Arefe´dir.

Amellerin en üstünü nefislerin zorlandığı ameldir.8

Denildi ki: ALLAH Teâlâ Hz. Dâvud´a vahiy gönderek şöyle buyurmuştur: ´Benim ahlâkımla ahlâklan! Muhakkak ben çok sabırlıyım!´

Atâ´nın İbn Abbas´tan rivayet ettiği hadîste deniliyor ki: Hz. Peygamber Ensar´ın yanına girip şöyle buyurmuştur: ´Siz mü´min misiniz?´ Ensar sustu. Bu esnada orada bulunan Hz. Ömer (onların yerine) ´Evet! Ey ALLAH´ın Rasûlü!´ diye cevap verdi. Hz. Peygamber devamla ´Sizin imanınızın alâmeti nedir?´ dedi. ´Biz genişlikte şükür, belaya karşı sabır ve kazaya karşı rıza gösteririz´ dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:
Kâbe´nin rabbine yemin ederim ki durumu böyle olanlar mü´mindirler.9

Zoruna giden birşeye karşı sabır göstermende çok hayır vardır.
Hz. İsa (as) şöyle demiştir: Sizler sevdiklerinize ancak sevmediklerinize karşı gösterdiğiniz sabır sayesinde ulaşabilirsiniz.

Eğer sabır bir şahıs olsaydı muhakkak kerîm bir şahıs olurdu. ALLAH Teâlâ sabredenleri sever.

Bu husustaki haberler sayılmayacak kadar çoktur. Ashab´ın ve Âlimlerin Sözleri

Hz. Ömer´in Ebu Musa el-Eş´arî´ye göndermiş olduğu bir mektupta şunlar yazılıydı. ´Sabra yapış! Bilmiş ol ki sabır, iki çeşittir: Biri diğerinden daha üstün ve faziletlidir. Musibetler hususundaki sabır güzeldir. Ondan daha üstün ve faziletlisi, ALLAH´ın haram kıldıklarına sabretmektir.

Bil ki sabır, imanın temelidir. Şöyle ki: Muhakkak takvâ, hayır yapmaktan üstündür. Takvâ da sabırla olabilir´.

Hz. Ali şöyle demiştir: İman dört direk üzerine bina edilmiştir: ´Yakîn, sabır, cihad ve adalet´. Yine şöyle demiştir: İmanda sabrın yeri, vücuttaki baş gibidir. Başı olmayanın vücudu yok demektir. Sabrı olmayanın imanı yoktur´.

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: ´Sabredenler için yükün iki kefesi ne güzeldir: O kefelerin üzerine konan alave ne güzeldir´.

Hz. Ömer yükün iki kefesinden namaz ile merhameti, Alave den de hidayeti kasdetmektedir. Alave, devenin sırtına vurulan yükün iki kefesinin üzerine konan şeye denir. Hz. Ömer bununla şu ayet-i celîleye işaret etmiştir:
İşte rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır.(Bakara/157)

Habib b. Ebî Habib ´Gerçekten biz onu sabredici olarak bulmuştuk. O ne güzel kuldu, o daima (bize) başvururdu´ (Sâd/44) ayetini okuduğu zaman ağladı ve şöyle dedi: ´Hayret! Kendisi vermiş olduğu halde kendisi övüyor´.

Ebu Derdâ şöyle demiştir: ´İmanın zirvesi, hüküm için sabır ve kadere de rıza göstermektir´.

İşte buraya kadar söylediklerimiz nakil bakımından, sabrın faziletinin beyanıdır. İbret gözüyle bakmak açısından ise, ancak sabrın hakikatini anladıktan ve mânâsını bildikten sonra anlarsın; zira faziletin ve rütbenin bilinmesi sıfatının bilinmesi demektir. Sıfatın bilinmesi ise mevsufu bilmeden önce hâsıl olmaz. Bu bakımdan biz sabrın hakikatini ve mânâsını zikredelim. Tevfîk ancak ALLAH´tandır!

2) Ebu Nuaym, Hatib, (Oruç bölümünde geçmişti).
3) İlim bölümünde geçmişti.
4) Taberânî, İbn Hibban, (Cabir´den)
5) Bu hadis, garîb´tir. Irâkî görmediğini söylemektedir.
6) Deylemî
7) Hac bölümünde geçmişti.
8) Irâkî, aslına merfû olarak rastlamadığını, bunun Ömer b. Abdülâziz´in
sözü olduğunu kaydetmektedir.
9) Taberânî, Evsat
 
Konu Kapatılmıştır


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı