Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi


Konu Kapatılmıştır
Stil
Seçenekler
 
Alt 03-08-2009, 21:55   #1
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
İkinci rükün şükredilecek nimetler hakkındadır.

Recâ ile amel, korku ile amelden daha yücedir; zira ALLAH katında kulların en sevimlisi ALLAH´ı en fazla sevendir. Sevgi ise, recâ ile galebe çalar. Bu, biri cezasından korkarak, diğeri de sevdiği için hizmet edilen iki hükümdarla ölçülebilir. Bu sırra binaen recâ ve güzel zan hakkında birçok terğıbler vârid olmuştur. Özellikle de ölüm vaktinde.
Sakın ALLAH´ın rahmetinden ümitsiz olmayın! (Zümer/53)

Bu bakımdan ALLAH Teâlâ, ümitsizliği haram kılmıştır. Hz. Yakub´un haberlerinde vârid olmuştur ki ALLAH Teâlâ ona vahiy göndererek "Biliyor musun seninle Yusuf´un arasını niçin ayırdım? Çünkü sen ´Siz gafil olduğunuz bir durumdayken kurdun onu yemesinden korkuyorum´ dedin. Neden kurttan korktun da benden ümidini kestin. Neden Yusuf´un kardeşlerinin gafletini düşündün de benim Yusuf´u koruyacağımı düşünmedin" dedi.

Sizden bir kimse ALLAH hakkındaki zannını düzelterek ölüme hazırlansın.1

ALLAH Teâlâ (c.c) (bir hadîs-i kudsî´de) şöyle buyurmaktadır:
Ben kulumun zannı üzereyim. Bu bakımdan kulum istediği şeyi zannedebilir.2

Hz. Peygamber (s.a) ölüm sekeratında olan bir kişinin yanına girdi ve ona şöyle sordu:
-Kendini nasıl hissediyorsun?
-Günahlarımdan korktuğumu, RABBİMin rahmetini umduğumu hissediyorum!
- Onların ikisi bu yerde (ölüm çağında) bir kulun kalbinde bir araya gelirse ALLAH o kula umduğunu verir ve onu korktuğundan emin kılar.3

Hz. Ali ´Günahlarının çokluğundan korkarak ümitsizliğe kapılan bir kişiye şöyle dedi: ´Ey kişi, senin ALLAH´ın rahmetinden ümitsiz olman, günahlarından daha tehlikelidir´.

Süfyan es Sevrî şöyle demiştir: Kim bir günah işlerse ve ALLAH´ın o günahı affa kâdir olduğunu bilir ve ALLAH´ın affını dilerse, ALLAH Teâlâ o günahını bağışlar. Çünkü ALLAH Teâlâ bir kavmi kınayarak şöyle buyurmuştur:

İşte rabbinize karşı beslediğiniz bu zannınız sizi helâk etti ve ziyana uğrayanlardan oldunuz.(Fussilet/23)

Bu (zan) gönüllerinizde süslendirildi, kötü zanda bulundunuz ve helâki hak eden bir kavim oldunuz.(Feth/12)

ALLAH Teâlâ kıyamet gününde kuluna der ki: ´Münkeri gördüğün halde onu reddetmekten seni meneden ne idi?´ Eğer ALLAH o kuluna delilim telkin ederse, o kul der ki: ´Yarab, senin affını ümit ettim, halktan korktum (onun için) vazifemi yapmadım´. ALLAH Teâlâ ´Seni affettim´ der.4

Bir kişi halka borç verirdi, zengin borçlulara karşı müsamaha gösterir, fakirin borcundan vazgeçip affederdi. Bu kişi hayatında hiçbir güzel amel işlemediği halde ALLAH´ın huzuruna vardı. ALLAH Teâlâ ona ´Senin yaptığın benden daha fazla kime yakışır?´ dedi ve onu, ALLAH hakkındaki güzel zannından ötürü affetti. Oysa o ibadet yönünden iflas etmişti.

ALLAH´ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve âşikar sarfederler Asla ziyan etmeyecek bir ticaret (sevap) umarlar.(Fâtır/29)

Hz. Peygamber ´Eğer sizler benim bildiğimi bilseydiniz, muhakkak az güler çok ağlardınız. Tepelere çıkıp göğüslerinizi yumruklar ve rabbinize yalvarırdınız´ deyince Cebrail indi ve şöyle dedi: "Rabbin sana ´Neden kullarımı ümitsizliğe düşürüyorsun?´ diyor". Bunun üzerine Hz, Peygamber halkın huzuruna çıkıp onları ALLAH´ın rahmetine ümitlendirdi ve teşvik etti.
ALLAH Hz. Dâvud´a ´Beni sev, beni seveni sev ve beni halkına sevdir´ diye vahiy gönderdiğinde Hz. Dâvud ´Yarab halkıma nasıl sevdireyim?´ diye sordu. ALLAH Teâlâ da şöyle buyurdu:

Beni güzellikle zikret, benim nimetlerimi ve ihsanımı zikret, onlara bunu söyle; zira onlar benden ancak güzeli bilirler.

Eban b. Ebi Ayyaş rüya âleminde birisine göründü. O ölmeden önce ümit kapılarını açar, çokça zikrederdi. O kişiye dedi ki: ´ALLAH beni huzurunda durdurdu ve şöyle buyurdu: ´Ümit kapılarını çokça zikretmeye seni teşvik eden ne idi?´ Dedim ki: ´Seni kullarına sevdirmek istedim´. ALLAH da ´Seni affettim´ dedi.

Ölümünden sonra Yahya b, Eksam rüya âleminde göründü. Ona denildi ki: ´ALLAH sana ne gibi bir muamele yaptı?´ Dedi ki: ´ALLAH beni huzurunda durdurdu ve şöyle buyurdu: ´Ey fena ihtiyar, sen ne yaptın?´ Beni bir korku tuttu. Sonra dedim ki: ´Yârab, ben seni bu şekilde halkına tanıtmadım´. ALLAH Teâlâ ´Benden nasıl bahsettin?´ dedi. Dedim ki: "Abdürrezzak bana Muhammed´den, o da Zührî´den, o da Enes´den, o da senin peygamberinden, o da Cebrail´den rivayet etti ki sen şöyle demişsin:

Ben kulumun zannı üzereyim. Bu bakımdan kul istediği şeyi benim hakkımda zannetsin.
Ben de senin hakkında bana azap etmeyeceğini zannediyordum". Bunun akabinde ALLAH Teâlâ şöyle buyurdu:

Cebrail doğru söylemiş, peygamberim doğru söylemiş, Zührî doğru söylemiş, Muhammed doğru söylemiş, Abdürrezzak doğru söylemiş ve sen de doğru söylüyorsun.

Bunun üzerine ALLAH Teâlâ tarafından bana cennet hulleleri giydirildi. Cennet vildanları önümde ta cennete kadar yürüdüler. Ben dedim ki: ´(Ey kavim!) Bu ne büyük bir sevinç, ne büyük mutluluktur´.

İsrailoğulları´ndan biri halkı ümitsiz eder, onlara fazlasıyla şiddet gösterirdi. ALLAH Teâlâ kıyamet gününde ona şöyle dedi: ´Bugün seni, dünyada kullarımı rahmetimden ümitsiz bıraktığın gibi rahmetimden ümitsiz kılacağım´.5

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir kişi cehenneme girer, orada bin sene durup ya Hannân, ya Mennân diye bağırır.ALLAH Teâlâ Cebrail´e der ki: ´Git bana kulumu getir´. Kul getirilir, ALLAH´ın huzurunda durdurulur. ALLAH Teâlâ kula, ´Yerini nasıl buldun?´ diye sorar. Kul da ´Çok kötü bir yer olarak buldum´ der. ALLAH Teâlâ ´Bu kulu geriye götürün´ emrini verir. Kul hem yürür, hem de dönüp arkasına bakar. ALLAH Teâlâ ´Sen niye dönüp bakıyorsun?´ deyince, kul ´Beni oradan çıkardıktan sonra bir daha oraya geri göndermeyeceğini ümit etmiştim´ der. Bunun üzerine ALLAH Teâlâ şöyle buyurur: ´Onu cennete götürün´.6

Bu hadîs o kulun ümidinin, onun kurtuluşunun sebebi olduğuna delâlet eder.
ALLAH Teâlâ´dan lütfü ve keremi ile hüsn-ü tevfîkini dileriz!

1) Müslim
2) İbn Hibbaıı
3) Tirmizî
4) Müslim
5) Beyhâkî
6) Eeyhâkî

 

 
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 03-08-2009, 21:56   #2
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
İdrâkin Sebeplerinin Yaratılmasındaki İlâhî Nimetler
İki sınıf insan, ümit ile tedaviye muhtaçtır. Bunlardan biri ümitsizliğe düşüp ibadeti terkeden, diğeri de fazla korkuya kapılıp kendisine ve ailesine zarar verecek şekilde ibadete dalan kişidir. Bunların ikisi de itidâlden ayrılmış olup ifrat ve tefride kaymışlardır. Bunların kendilerini itidâle sevkedecek tedaviye ihtiyaçları vardır.

Mağrur olan, ibâdetten yüz çevirmesine rağmen ALLAH´tan birçok şey temenni eden ve günahlara dalan âsi için ümidin ilâçları helâk edici zehir olur. O ilâçlar soğukluğun kendisine geldiği bir kimse için şifa olan balın yerine geçer. Oysa o bal hararete mağlup olan bir kimse için öldürücü zehirdir. Mağrur için sadece korkuyu gerektiren ilaçlar kullanılır. İşte bunun için halk vaizinin lütufkâr olması, illetlere bakması, illeti arttıran ilâçla zıddını tedavi etmesi gerekir; zira maksat sıfatlar ve ahlâkların tamamında adalet ve itidâldir. İşlerin hayırlısı itidâlli olandır.

Ne zaman itidâlden kayarsa onu itidâle çevirecek şekilde tedavi etmek gerekir. İtidâlden daha fazla uzaklaştıran ilâçla tedavi edilmemelidir. Bu zaman öyle bir zamandır ki o zamanda halka ümit vermek uygun değildir. Korkutmakta mübalağa etmek de onları hak caddesine ve doğruluk yollarına çeviremeyebilir.

Fakat ümit vermek onları tamamen helâk eder. Fakat kalplere daha hafif ve nefisler katında daha lezzetli olduğu için ve vaizlerin de hedefleri zaten kalpleri celbetmek, halkı nasıl olursa olsun lehlerinde konuşturmaktan başka birşey olmadığı için vaizler bol bol ümit vermeye meylettiler. Öyle ki alabildiğine fesad çoğaldı, hatta alabildiğine tuğyana dalanlar arttı.

Nitekim Hz. Ali ´Âlim ancak o kimsedir ki halkı ALLAH´ın rahmetinden ümitsiz kılmadığı gibi azabından da emin kılmaz´ demiştir.

Biz Kitab´a ve Sünnete uyarak ümitsizliğe düşeni ve fazla kor-kuya kapılanı bu çıkmazdan kurtarmak için recâ ve ümit´in sebeplerini zikredeceğiz. Kitap ve Sünnet ümit ve korkuyu kapsamaktadır. Çünkü onlar her çeşit hasta hakkında şifanın sebeplerini toplamıştır.

Amaç, peygamberlerin vârisleri olan âlimlerin ihtiyaca göre halkı bunlarla tedavi etmeleridir. Fakat reçeteyi verirken her ilacın her hastalığa şifa olduğunu sanan ahmaklar gibi değil, uzman doktor gibi olmalıdır. Recâ hali iki şeyle mûtedil olur: Onlardan biri ibret almak, ikincisi ise ayet, hadîs ve eserleri araştırmaktır. İbret almak, Şükür bölümünde nimet sınıfları hakkında zikrettiklerimizin tümünü düşünmek demektir.

O zaman, ALLAH´ın kullarına dünyada vermiş olduğu nimetlerinin incelikleri, insan fıtratında gözettiği hikmetlerin acaiplikleri bilinir. Dünyada insan varlığının devamında zarurî olan her şeyi; gıda aletleri, muhtaç olduğu parmak ve tırnaklar, zîneti için kaşların kavisli olması, göz renklerinin değişikliği, dudakların kırmızılığı ve yok olması ile bir gayenin değil, ancak güzellik meziyetinin ortadan kalkacağı başka şeyleri bilir.

Dolayısıyla insan ilâhî inayetin bu inceliklerin benzerlerinde kullardan esirgenmediğini, hatta kullar için zînet ve ihtiyaçtaki meziyetlerin yokluğuna bile rıza göstermediğini anlar. İlâhî inayet onları ebedî helâke sevketmeye nasıl razı olabilir? Aksine insan şifa verici bir bakışla baktığı zaman bilir ki halkın çoğu için daha dünyada saadetin sebepleri hazırlanmıştır. Hatta halkın çoğu kendisine ´Ölümden sonra azap görmeyeceksin veya asla dirilmeyeceksin!´ denilse bile yine de ölümü hoş görmez.

Bu bakımdan onların yokluğu hor görmeleri, nimetin sebeplerinin daha çok olmasından ileri gelir. Ölümü temenni eden pek azdır. Sonra o temenni eden de ancak zor durumda kaldığında ölümü temenni eder.

Madem halkın çoğunun dünyadaki galip olan hali hayır ve selâmettir. Öyle ise ALLAH´ın sünnetinin değiştiğini görmezsin. Bu bakımdan ahiret işi de böyle olur. Çünkü dünya ve ahireti tedvir eden Bir´dir. O gafur, rahîm ve kulları için latîfdir. Onlara merhamet edicidir. Bu durum hakkı ile düşünüldüğü zaman, bu düşünce ile recâ´nın sebepleri kuvvet bulur.

Şeriatın hikmetine, dünya maslahatları hakkındaki teşriine ve onunla kullara rahmet etmesinin yönüne bakmak da ibrettir.

Hatta Âriflerden biri Bakara sûresindeki müdâyene (borçlanma) ayetini ümit sebeplerinin en kuvvetlisi olarak görürdü. Kendisine denildi ki: ´Bu ayette ümidin nesi var?´ Cevap olarak dedi ki: ´Dünyanın tamamı azdır, insanoğlunun dünyadaki rızkı azdır. Borç ise rızıktan daha az birşeydir. ALLAH Teâlâ´nın borç hakkında en uzun ayetini indirip bununla kulunu dininin korunmasındaki itiyad yoluna nasıl irşad ettiğine dikkat et!´ O. halde ALLAH Teâlâ (dünya ve ahiretinde) kulun hiçbir karşılığı kendisinden olmayan dinini nasıl korumaz.

İkincisi, ayetleri ve hadîsleri tedkik etmektir. Bu bakımdan ümit hakkındaki vârid olanlar sayılmayacak kadar çoktur.

Ayetler
De ki: Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım. ALLAH´ın rahmetinden ümidi kesmeyin. ALLAH bütün günahları mağfiret buyurur. Şüphesiz ki O, gafûr ve rahim´dir.(Zümer/53)

Hz. Peygamber bu ayeti okuduğunda ´O perva etmez, çünkü o gafûr ve rahimdir´7 demiştir.
Melekler rablerini hamd ile tesbih ederler; yeryüzünde bulunanlar için de mağfiret dilerler.(Şûrâ/5)

ALLAH Teâlâ ateşi düşmanlarına hazırladığını, ancak onunla dostlarını korkuttuğunu haber vermiştir.

O kâfirlerin üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da ateşten tabakalar var. İşte ALLAH kullarını bundan korkutuyor.(Zümer/16)

Kâfirler için hazırlanan ateşten sakının!(Âlu İmran/131)

Ben sizi, alevlendikçe alevlenen bir ateşe karşı uyardım. Ona ancak bedbaht kimse girer. O ki yalanladı ve döndü.(Leyl/14-15-16)

Şüphesiz rabbin, insanların zulümlerine karşı mağfiret sahibidir.(Ra´d/6)

Hz. Peygamber´in (s.a) ümmeti hakkında ALLAH´tan (rahmet) istediği ve ona ´Sen hâlâ razı olmuyor musun, senin üzerine şu ayet inmiştir´ dendiği söylenmiştir.

Şüphesiz rabbin, insanların zulümlerine karşı mağfiret sahibidir.(Ra´d/6).

Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın!
(Duhâ/5)
Bu ayetin tefsiri sadedinde ´Ümmetinden bir tek kişi cehennemde oldukça Muhammed razı olmaz´ denilmiştir. Ebu Cafer Muhammed b. Ali derdi ki: Siz (Irak halkı) diyorsunuz ki ALLAH´ın kitabında en ümit verici ayet şu ayettir:
De ki: Ey nefislerine karşı haddi aşmış kullarım! ALLAH´ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü ALLAH bütün günahları mağfiret buyurur. Şüphesiz ki O, gafûrdur (çok bağışlayıcıdır), rahimdir (çok merhametlidir).

Oysa biz ehl-i beyt deriz ki Kur´an´da en ümit verici ayet, şu ayettir:
Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın! (Duhâ/5)

Hadîsler
Ebu Musa, Hz. Peygamber´den şöyle rivayet etmektedir:
Benim ümmetime rahmet edilmiştir. Ahirette ümmetime azap yoktur, ALLAH Teâlâ ümmetimin azabını dünyâda zelzelelerle ve fitnelerle vermiştir. Kıyamet günü olduğu zaman ümmetimin her birine kitab ehlinden biri teslim edilir ve denir ki ´Bu kişi senin ateşten azat edilmen için sana fedadır´.8

Bu ümmetin her biri bir yahudi veya hristiyanı cehenneme götürür ve der ki: ´Bu benim ateşten azat edilmemin karşılığıdır´. O getirilen hristiyan veya yahudi ateşe atılır.9

Sıtma, cehennemin nefesindendir. Bu bakımdan sıtma mü´minin ateşten olan nasibidir.10
ALLAH´ın peygamberleri ve onunla beraber iman edenleri utandırmayacağı günde..(Tahrim/8)

Bu ayetin tefsiri ile ilgili olarak rivayet ediliyor ki ALLAH Teâlâ peygamberine vahiy göndererek şöyle buyurmuştur:
"Senin ümmetinin hesabını sana havale ederim´. Peygamber ´Hayır yarabbi, bana havale etme. (Çünkü) sen benden onlara daha şefkatli ve merhametlisin´ dedi. Bunun üzerine ALLAH Teâlâ şöyle buyurdu: ´Madem durum budur, seni onlar hususunda utandırmayacağız´.11

Enes´ten rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber, ümmetinin günahları hakkında ALLAH Teâlâ´dan af dileğinde şöyle demiştir:
Ey RABBİM! Onların hesaplarını bana tevdî et ki benden başkası onların kusurlarına muttali olmasın!

Bunun üzerine ALLAH Teâlâ ona vahiy göndererek şöyle buyurmuştur:
Onlar senin ümmetindir, (Fakat) benim kullarımdır. Onlar için senden daha merhametliyim. Onların hesabını başkasına vermem ki ne sen, ne de başkası onların günahlarına muttali olmayasınız.12

Benim hayatım sizin için hayırlıdır. Ölümüm (de) sizin için hayırlıdır. Hayatıma gelince, ben sizlere ilâhî emir ve prensipleri getirip tebliğ ediyorum. Ölümüme gelince, sizin amelleriniz bana arzolunacaktır. Onların içinde bir iyilik görürsem ondan dolayı ALLAH´a hamdederim.. O ameller içerisinde bir kötülük görürsem, sizler için ALLAH´tan af talep ederim.13

Hz. Peygamber ´Ya Kerîm´ul-Afiv (ey kerem sahibi affedici!)´ diye ALLAH´ı çağırınca, Cebrail ´Sen Kerîm´ul-Afiv´in tefsirini biliyor musun? Eğer O rahmetiyle günahları affederse, keremiyle onların yerine sevapları yerleştirir´dedi.14

Hz. Peygamber bir kişinin şöyle dediğini duydu: ´Ey ALLAHım! Ben senden nimetinin tamamını isterim´. Hz. Peygamber ona ´Sen nimetin tamamının ne olduğunu biliyor musun?´ dedi. O Hayır!´ dedi. Hz. Peygamber ´O, cennete girmek demektir´ buyurdu.15

Âlimler dediler ki: ALLAH Teâlâ, bize islâm dinin seçmek sûretiyle nimetini tamamlamış bulunuyor; zira ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm´ı seçtim.(Maide/3)

Kul bir günah işleyip ALLAH´tan af talep ettiğinde, ALLAH Teâlâ meleklerine şöyle der: ´Kuluma bakınız! Bir günah işledi ve kendisinin günahları affeden ve günahtan dolayı azap eden bir rabbi olduğunu hatırladı. Ben sizi şahid tutarım ki onu affettim.16

Eğer kul, günahları göklere varıncaya kadar günah işlese, benden af dilediği ve umduğu müddetçe o günahlarını affederim.17

Eğer kulum yeryüzü dolusu günah ile benim huzuruma gelse, ben de yeryüzü dolusu af ile onu karşılarım.18

Kul günah işlediği zaman melek altı saat yazmaz. Eğer kul tevbe edip af talebinde bulunursa, o günahı onun defterine hiç yazmaz. Eğer tevbe etmezse tek bir günah olarak defterine yazar.19

Melek, günahı kulun defterine yazdığı zaman, kul bir amel işlerse, sağ taraftaki melek sol taraftaki meleğin âmiri olduğu için ona der ki: ´Onun işlemiş olduğu bu günahı at ki ben de onun hasenelerinin on katından birini atayım ve dokuz hasenesini de onun için yazayım´. Böylece o günah kulun defterinden atılmış olur.

Enes´in rivayet ettiği bir hadiste ki Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kul bir günah işlediği zaman defterine yazılır. Bunun üzerine bir bedevî şöyle sordu:
- O günahtan tevbe ederse yine de mi yazılır?
- O zaman defterinden o günah silinir!
- Eğer tekrar o günahı işlerse...
- Defterine yazılır!
- Eğer tevbe ederse...
- Defterinden silinir!
- Bu ne zamana kadar böyle devam eder?
-Kul, af talep edip ALLAH´a tevbe edinceye kadar devam eder. Çünkü kul affı talep etmekten usanmadıkça ALLAH affetmekten usanmaz. Kul bir sevabı işlemek isterse, sağ taraftaki
melek, o daha sevap işlemeden önce onun niyetini sevap olarak kaydeder. Eğer sevabı işlerse, on sevap olarak kaydolunur. ALLAH Teâlâ onu yediyüz kata kadar çıkarır. Kul bir gü-
nah işlemeyi kasdettiği zaman defterine yazılmaz. Onu işlediği zaman bir tek günah olarak yazılır. Fakat o günahın arkasında ALLAH Teâlâ´nın güzel affı vardır.20

Bir kişi Hz. Peygamber´in huzuruna gelerek şöyle dedi:
Ey ALLAH´ın Rasûlü! Ben sadece ramazan orucunu tutuyorum. Ondan fazlasını tutmam. Beş vakit namazdan fazla namaz kılmam. Malımda ALLAH´ın sadaka ve haccı yoktur. Öldüğüm zaman ben nerede olurum?
Bunun üzerine Hz. Peygamber tebessüm ederek şöyle buyurmuştur:
Evet! Benimle beraber olursun, eğer kalbini hile ve hasedden; dilini gıybet ve yalandan; gözünü ALLAH´ın haram kıldığına bakmak ve o gözlerle bir müslümanı hafife almaktan korursan, benim beraberimde cennete girersin.21

Enes´in rivayet ettiği uzun bir hadiste vârid olduğuna göre, bir bedevî şöyle dedi:
- Ey ALLAH´ın Rasûlü! Mahlukâtın hesabını kim görecek?
- ALLAH Teâlâ görecektir!
- Bizzat ALLAH mı görecektir?
- Evet!
Bunun üzerine bedevî tebessüm etti. Hz. Peygamber bedeviye şöyle sordu:
- Ey bedevî! Neden güldün!
- Kerîm, kudreti yettiği zaman affeder.Hesaba başladığı zaman müsamaha gösteri kolaylaştırır.

Bu söze binaen, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bedevî doğru söyledi! İyi bilin ki ALLAH´tan daha kerîm olan biri yoktur. ALLAH Teâlâ kerîmlerin en kerîmidir.
Bunu söyledikten sonra ´Bedevî bunu anladı´ dedi.22

ALLAH Teâlâ, Kâbe´yi şereflendirdi ve yüceltti. Eğer bir kul onu taş taş yıksa, sonra yaksa, o kimsenin günahı ALLAH´ın velî kullarından biriyle istihfaf edenin günahına yetişmez.

Bedevî dedi ki: ´ALLAH´ın velî kulları da kimlerdir?´ Hz. Peygamber ´Mü´minlerin tümü ALLAH´ın velî kullarıdır. Ey bedevî! Sen ALLAH Teâlâ´nın şu ayetini işitmedin mi?´ dedi.
ALLAH iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.(Bakara/257)

Bazı hadîslerde şöyle vârid olmuştur:
Mü´min kişi Kâbe´den daha üstündür.23

Mü´min temiz ve tahirdir.24

Mü´min ALLAH katında meleklerden daha kıymetlidir.25

ALLAH Teâlâ, cehennemi, rahmetinin faziletinden bir kamçı olarak yarattı. Onunla kullarını cennete sevkeder.26

ALLAH Teâlâ bir hadîs-i kudsî´de şöyle buyurmaktadır:

insanları benden kâr etsinler diye yarattım. Onların sırtından kâr edeyim diye yaratmadım,27

Ebu Said el-Hudrî´nin rivayetine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
ALLAH´ın yarattığı hiçbir şey yoktur ki ona galip gelecek birşey yaratmış olmasın. Rahmetini de öfkesine galip gelecek şekilde yaratmıştır.28

ALLAH Teâlâ, halkı yaratmadan önce ´rahmetim öfkemi geçmiştir´ diye kendi üzerine rahmeti yazmıştır.29

Muaz b. Cebel ve Enes b. Mâlik´ten şöyle rivayet ediliyor: Kim ´Lâ ilâhe illâllah´ derse cennete girer.30

Kimin konuşmasının sonu ´lâ ilâhe illâllah´ ise ateş onu yakmaz.31
Kim ALLAH´a hiçbir şeyi ortak koşmadığı halde ALLAH´ın hu-zuruna varırsa, ateş ona haram olur.32

Kalbinde zerre kadar imanı olan ateşe (ebedî kalmak üzere) girmez.33

Eğer kâfir ALLAH´ın rahmetinin genişliğini bilseydi, ALLAH´ın cennetinden ümitsiz olmazdı.34
Çünkü saatin (kıyametin) sarsıntısı gerçekten korkunç bir şeydir.(Hacc/l)

Hz. Peygamber bu ayeti okuduğu zaman şöyle buyurmuştur:
Bunun hangi gün olduğunu biliyor musunuz? Bu o gündür ki Adem´e ´Kalk! Zürriyyetinden ateşe gidecek grubu gönder!´ denir. Adem ´Onlar ne kadardır?´ diye sorunca, Adem´e ´Her bin kişiden, dokuzyüz doksandokuzu cehenneme girecektir´ denir.
Bu söz üzerine, Hz. Peygamber´i dinleyenler, dehşete kapılıp ağlamaya başladılar. Bütün gün meşgul olup amel etmez oldular. Bunun üzerine Hz. Peygamber yanlarına çıkıp ´Neden amel etmiyorsunuz?´ dedi. Dediler ki: ´Bunu bize söyledikten sonra kim amelle meşgul olur?´

Hz. Peygamber şöyle dedi:Siz ümmetler arasında ne kadarsınız ki? Tavil, Taris, Mensik, Ye´cüc ve Me´cüc nerededirler? Bunlar ALLAH´tan başka sayıları bilinmeyecek ümmetlerdir. Siz ancak diğer ümmetler arasında siyah öküzün derisindeki beyaz kıl gibisiniz. Yürüyen hayvanın ön ayağındaki nişan gibisiniz.35

Hz. Peygamberin halkı nasıl korku kamçısı ve ümit gemiyle ALLAH´a doğru sevkettiğine dikkat et! Zira önce onları korku kamçısıyla sevketti. Sonra bu korku onları normal hududların dışına çıkarıp ye´se düşürdüğü zaman, Hz. Peygamber onları ümit ilâcıyla tedavi etti.

Onları itidale çevirdi. Bu sonuncusu, birincisine zıd değildir. Fakat Hz. Peygamber birincisinde ´Şifaya sebep olacağını´ gördüğü şeyi zikretti ve sadece onunla yetindi. Onlar ümitle tedavi edilmeye muhtaç olduklarında işin tamamını onlara söyledi. Bu bakımdan vâizin yapması gereken vazife, vâizlerin efendisine uymaktır. Öyleyse vâiz, korku ve ümit hakkında vârid olan hadîsleri kullanırken kalp hastalıklarını tesbit ettikten sonra ihtiyaca göre hassas davranmalıdır. Eğer vâiz buna riayet etmezse, ifsad ettiği ıslah ettiğinden fazla olur!
Eğer siz günah işlememiş olsaydınız, ALLAH, affetmek için günah işleyen bir halk yaratırdı.30

Sizi götürüp, affetmek için yerinize başka bir halk getirirdi. Muhakkak ki ALLAH çokça affeden ve çokça merhamet edendir.

Eğer siz günah işlememiş olsaydınız, günahtan daha şerli bir şeyin başınıza gelmesinden korkardım! Denildi ki: ´O nedir?´ Şöyle cevap verdi: ´Ucub (nefsini beğenmek) tir´.37

Nefsimi kudret elinde tutan ALLAH´a yemin olsun! Mü´min kulu hakkında ALLAH, şefkatli annenin evladına merhametinden daha fazla merhametlidir.38

ALLAH (c.c) kıyamet gününde öyle bir af ilan eder ki o af, hiç kimsenin kalbine bir an bile gelmiş değildir. Hatta İblis bile, kendisine isabet eder ümidiyle o affa uzanır. 39

ALLAH´ın yüz rahmeti vardır. Onlardan doksan dokuzunu bekletmiştir. O yüz rahmetten bir tanesini, dünyada göstermiştir. Halk birbirine o rahmetle rahmeder. Bu nedenle ana evladına şefkat gösterir. Kıyamet günü geldiği zaman, bu rahmetini de o doksan dokuz rahmete ekler, sonra hepsini bütün halkın üzerine yayar. O rahmetin her biri, gökler ve yer dolusu kadardır.

Râvi dedi ki: ´O halde, o günde, ALLAH´ın katında ancak helâk olmuş bir kimse helâk olur!´40
Sizden hiçbir kimse yoktur ki ameli onu cennete soksun veya onu ateşten kurtarsın.
- Sen de mi?
- Ben de! Ancak ALLAH´ın rahmeti beni örtmüştür.41

Amel edin! Müjde verin. Bilin ki hiçbir kimseyi ameli kurtaramaz.42

Ben şefaatimi ümmetimden büyük günah işleyenlere sakladım. Siz o şefaatin, muttaki ve itaatkar kimseler için olduğunu mu sanıyorsunuz? Aksine o şefaat, mülevves olmuş günahkâr kimseler içindir.43

Ben kolay, geniş ve bâtıldan hakka yönelmiş bir dinle gönderildim.44
İki kitabın (İncil ve Tevrat) ehlinin bizim dinimizde semahat (genişlik) olduğunu bilmelerini istiyorum.45

Bu hadîsin mânâsına, ALLAH Teâlâ´nın mü´min kullarının şu dileklerini kabul etmesi delâlet eder:
RABBİMiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme!(Bakara/286)

Üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar.(A´raf/157)

Muhammed b. Hanefiyye46 Hz. Ali´den (r.a) şöyle rivayet eder: ´Veya güzel muamelede bulun!´ (Hicr/85) ayeti nazil olduğu za-man, Hz. Peygamber, Cebrail´e şöyle sordu:
- Ey Cebrail! Ayette bahsi geçen safh-ı cemil (güzel muamele)
ne demektir?
- Sana zulmedeni affettiğin zaman onu kınama!
- Ey Cebrail! ALLAH Teâlâ affettiği kulunu kınamaktan yücedir.
Bunun üzerine Cebrail de, Hz. Peygamber da ağladılar. ALLAH onların ikisine Mîkâil´i gönderdi. Mikâil dedi ki:

Rabbiniz size selâm ediyor ve diyor ki: ´Affettiğim kimseyi nasıl kınarım? Bu benim keremime yakışmayan birşeydir´.47

Recâ´nın sebepleri hakkında vârid olan haberler sayılmayacak kadar çoktur.

7) Tirmizî
8) Ebu Dâvud
9) Müslim, (Ebu Musa´dan)
10) İmam Ahmed .
11) İbn Ebî Dünya
12) Irâkî hadisin aslına rastlamadığını söylemiştir.
13) Bezzar
14) Irâkî bu konuşmanın Hz. Peygamber ile değil, Hz. İbrahim ile Cebrail
arasında geçtiğinin rivayet edildiğini gördüğünü söylemiştir.
15) Daha önce geçmişti.
16) Müslim, Buhârî
17) Tirmizî
18) Müslim
19) Beyhâkî, Şuab
20) Beyhâkî
21) Daha önce geçmişti.
22) Irâkî rivayetin aslını görmediğini söylemiştir.
23) İbn Mâce
24) Müslim, Buhârî
25) İbn Mâce
26) Irâkî rivayetin aslını görmediğim söylemiştir.
27) Irâkî rivayetin aslını görmediğini söylemiştir. 28)İbnHibban
29) Müslim, Buhârî
30) Taberânî
31) Ebu Dâvud, Hâkim
32) İmam Ahmed
33) İmam Ahmed
34) Müslim, Buhârî
35) Tirmizî, (İmran b. Hüseyin´den)
36) Müslim
37) Bezzar, İbn Hibban
38) Müslim, Buhârî
39) İbn Ebî Dünya
40) İbn Ebî Dünya
41) Müslim, Buhârî
42) Müslim, Buhârî
43) Daha önce geçmişti.
44) İmam Ahmed
45) Ebu Ubeyde, İmam Ahmed

 
Alt 03-08-2009, 22:03   #3
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
ALLAH Teâlâ´nın İnsanda Yarattığı Hareket Vasıtaları ve Kudret Nimeti

Korku, dinen övülmüş bir sıfattır. Çoğu zaman her korkunun dinen övüldüğü, daha kuvvetli ve daha çok olan korkunun daha fazla övüldüğü zannedilir!

Oysa bu zan yanlıştır. Korku ALLAH´ın kamçısıdır. Onunla kul-larını, ilim ve amele devam etmeye sevkeder ki ilim ve amelle ALLAH´a yakınlık rütbesine varsınlar. Hayvan için en uygunu kamçıdan boşalmamasıdır. Çocuk için de böyledir. Fakat bu fazla dövmenin, dinen övülen bir haslet olduğuna delalet etmez. Korkunun da azı, çoğu ve normali vardır. Dinen övülen korku, normal olan korkudur. Korkunun az olanı, kadınların inceliğinin yerine geçen korkudur. Kadın bir ayeti dinlemekle rikkate gelir. Bu ise ağlamayı gerektirir. Şiddetli bir şeyi görme durumunda da durum böyledir. O sebep gözden uzaklaşınca kalp, eski gafletine döner! İşte bu, hayvana küçük bir çubukla vurmak gibidir. Bu vurma gereği gibi acıtmadığı için hayvanı hedefe doğru sürmez ve terbiyesine yeterli olmaz.

Bütün insanların korkusu da böyledir. Ancak ârif ve âlimler hariçtir. Âlimlerden gayem âlimlerin kisvesine bürünmüş, haksız olarak onların ismini almış kimseler değildir. Çünkü böyle kimseler, herkesten daha fazla ALLAH´ın korkusundan uzaktırlar! Âlimlerden maksadım; ALLAH´ı, ALLAH´ın alâmetlerini ve fiillerini bilen âlimlerdir. Böyle bir âlimin ise, şu zamanda varlığı pek nadirdir.

Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: "Sana ´ALLAH´tan korkar mısın?´ denildiği zaman sus! Çünkü eğer ´Hayır! Korkmam´ dersen kâfir olursun. ´Evet! Korkuyorum´ dersen, yalan söylemiş olursun!".

Kendisi bu sözüyle azalan günahlardan alıkoyan ve ibâdetlerle bağlayan korkuya işaret etmiştir. Azalarda müsbet bir tesir meydana getirmeyen korku ise, nefse gelen bir şeydir. Ona korku demeye değmez.

Müfrit korku şiddetlenir, normalin hududunu geçer. Hatta ümitsizliğe kadar varır. Bu şekildeki korku da kötüdür. Çünkü bu durum, insanı amelden meneder. Korku da bazen insanı hastalık, zâfiyet, akılsızlık ve dehşete götürür. Bu bakımdan korkudan gaye; kamçıdan ne kastolunuyorsa o olmalıdır. O da amele zorlamaktır. Eğer bu olmasaydı, korku hiçbir zaman kemâl sayılmazdı. Çünkü korku, hadd-i zâtında eksikliktir; zira onun kaynağı cehalet ve acizliktir. Cehâlet ise, kişinin durumunun sonucunu bilmemesidir. Eğer bilseydi korkmazdı. Çünkü insanı korkutan, hakkında tereddüd edilen şeydir.

Acizliğe gelince, o kişinin defetmesine kadir olmadığı mah-zurlu bir şeye maruz kalmasıdır. Öyleyse korku, ademoğlunun ek-sikliğine nisbeten, dînen övülen bir sıfattır. Haddizâtında övülen şey, ilim ve kudrettir. ALLAH´ın vasıflandırılmasının caiz olduğu herşey, dinen övülen şeydir.

ALLAH´ın kendisiyle vasıflandırılması caiz olmayan şey ise esasında kemal değildir. Ancak ondan daha büyük olan bir eksikliğe nisbeten o dinen övülür. Nitekim ilacın elemine tahammül etmenin, ölüm ve hastalık eleminden daha kolay olduğu gibi...

Bu bakımdan insanı ümitsizliğe sürükleyen herşey kötüdür. Korku da bazen hastalığa ve beden zâfiyetine götürür. Bazen de aklî muvazeneyi bozmaya, dehşete kapılmaya sürükler! Bazen de ölüme götürür! Bütün bu çeşitleri kötüdür. Bu tür korku, çocuğun ölümüne sebebiyet veren vurmak, hayvanı helâk eden hasta düşüren veya âzalarından birini kıran kamçılama gibidir!
Hz. Peygamber (s.a) recânın sebeplerini ifrat derecesindeki ümitsizliğe veya bu söylediğimiz tehlikelerden birine götüren korku sadmesini tedavi etmek için çokça beyan etmiştir. Bir iş için kastolunan herşeyin ancak meşru hedefe götüren kadarı dinen övülür. Hedefe götürmeyen veya hedefin ötesine taşan ise mezmumdur. Korkunun faydası kıskanmak, takva, mücahede, ibâdet, düşünce, zikir ve ALLAH´a vardıran diğer sebeplerdir. Bütün bu sebepler aklın selâmeti ve bedenin sıhhatiyle beraber hayatın devamını sağlar. Bu bakımdan bu sebepleri bozan her şey dinen çirkindir.

Soru: Kim (ALLAH´tan) korkup korkusundan dolayı da ölürse, o şehid gibi faziletlidir. Madem durum böyledir, onun hali dinen nasıl çirkin olabilir?

Cevap: Onun şehidin faziletinde olmasının mânâsı korkudan öldüğünden ötürü bir mertebesinin olmasıdır. Eğer korku değil de başka bir sebeple ölmüş olsaydı o mertebeye varamazdı. O mertebeye nisbeten bu şekil ölüm, onun için fazilet olur. ALLAH´a ibâdet ve yolundaki ömrünün uzunluğu açısından bakıldığı zaman, bu şekilde ölüm fazilet değildir. Çünkü düşünce, mücahede ve her an mârifetin derecelerinde terakki etmek yoluyla ALLAH´a giden sâlik için bir veya birkaç şehidin mertebesi vardır! Eğer bu olmasaydı öldürülen çocuğun veya yırtıcı hayvan tarafından parçalanan delinin mertebesi, bir peygamberin veya normal eceliyle ölen bir velînin mertebesinden daha üstün olurdu. Oysa bu muhaldir. Bu bakımdan böyle sanmak uygun değildir. Saadetlerin en üstünü, ALLAH´a itaat ederek uzun yaşamaktır. Bu bakımdan ömrünü veya aklını veya ömrün tâtilini gerektiren, sıhhatini iptal eden herşey, insan için zarar ve eksikliktir. Tabiî ki bu da birtakım şeylere nisbeten böyledir. Her ne kadar bu kısımlardan bazısı başka şeylere nisbeten fazilet ise de... Nitekim şehâdet mertebesi, altındaki mertebeye nisbeten bir fazilettir. Fakat muttakîler ve sıddîkların derecesine izafeten değildir.

Madem durum budur öyle ise korku, eğer insanın amelinde müsbet bir tesir meydana getirmezse, onun varlığı ile yokluğu birdir. Hayvanın hareket etmesini sağlamayan kamçı gibidir. Eğer tesir ederse, eserinin belirmesi nisbetinde birçok dereceleri vardır. Eğer insanı iffetten başka bir şeye zorlamazsa ki o şehvetlerin is-teklerinden menolunmaktır onun bir derecesi vardır. Eğer tak-vayı meyve olarak verirse, o yüce bir derece olur. (Fakat) onun en yüce derecesi sıddîkların derecelerini elde ettirmesidir. Bu da zâhiri ve bâtını (iç âlemi) ALLAH´tan başka her şeyden selbetmektir; yani ALLAH´tan başka şeylere kalbinde yer bırakmamaktır. İşte bu derece, korkunun en fazla övülen derecesidir. Bu sıhhat ve aklın bekasıyla beraber övülen derecedir. Eğer bu aklın ve sıhhatin gitmesine sirayet ederse hastalık olur. Eğer gücü yetiyorsa, bu hastalığı tedavi etmek şahsın üzerine farz olur. Eğer dinen övülen bir kısım olsaydı, ümit ve başka şeyin sebepleriyle ortadan kalksın diye tedavi edilmesi gerekmezdi.

Sehl et-Tüsterî birkaç gün açlığa tahammül eden müridlere derdi ki: ´Aklınızı (gıdalanmak sûretiyle) koruyun; zira ALLAH´ın eksik akıllı bir velîsi yoktur!´
 
Konu Kapatılmıştır


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı