|
|
|
|
#1 |
|
Bir insanın kişiliği çevresindeki şahısların gözlemlerinde saklıdır. Mahmud Efendi'nin kişiliği ile alakalı en doğru tespitler de yıllardır Onunla birlikte olan çevrenin gözlemlerinden hareketle yapılabilir. Yıllarını Onunla paylaşanlar kişiliği ile alakalı şunları söylemektedirler: "Bir Sünnet'in ifası için bütün dünyasını verir. Onda kibir, gurur gibi kötü hasletleri hiç görmedik. Şöhreti afet olarak telakki eder. Konuşurken ifadelerinin herkes tarafından anlaşılmasına özen gösterir. Emanet, doğruluk, vefa gibi insani ve İslami mefhumlar Onda etle-tırnak gibidir. İkramda bulunmayı sever, sağlığı yerinde olduğu zamanlarda evinde ağırladığı misafirlerin hizmetlerini bizzat kendisi yapmıştır."
Hocaefendi'nin etrafında yer alanlar Onun adeta bir edep ve ahlak kitabı olduğunu söylemektedirler. En yakınında yer alan bir talebesi Onun edep ve ahlak anlayışını örneklendirirken şunları söylemektedir: "Edirnekapı'da medfun olan Ali Haydar Efendi'yi bir ziyaretinde şöyle buyurmuştur: 'Şayet sarığımı İsmail Efendi Camii'nde unutsaydım onu almak için geri döner, yine de Efendi Babamın huzuruna sarıksız çıkmazdım.', Hocamız, Ali Haydar Efendi'nin kabrini ziyaret ettikten sonra evinde üç-beş dakika dinlenir sonra Mustafa İsmet Efendi'nin kabrini ziyaret ederdi. Kendisine niçin Edirnekapı'dan dönerken uğramadığı sorulduğunda şöyle demiştir: 'Geçerken uğramış olmayayım diye böyle yaptım."Hocaefendi, devlet malını şahsı adına kullanmamaya aşırı özen gösterir. Sağlığı bozulana kadar her yıl Ramazan ayının son on gününde itikafa girerdi. Ramazan kış aylarına dönünce geceleri cami çok soğuk oldu. Hocaefendi ısınmak için camideki elektriği kullanma yerine evinden camiye kablo çektirdi." "Hayatının ilk yıllarından itibaren kul hakkını ihlal etmeme noktasında son derece titiz davranmıştır. Bu noktada bir asker arkadaşı şunları nakletmektedir: Mahmud Efendi istirahat saatinde öncelikli olarak mescide giderdi. Abdest, namaz derken genellikle yemek ictimalarına yetişemezdi. Geç kaldığı günler ona yemek ayırırdım. Yemeği alınca sorardı, 'bu bizim bölüğün karavanasından mıdır?' Hayır deyince başka bölüğün istihkakı bana helal olmaz der, yemeği yemez, aç beklerdi. "Emanete sadakati çok önemserdi. Tekirdağ'a emr-i bi'l ma'ruf'a gitmiştik. Seyahat esnasında yanımızda götürdüğümüz ne valeleri kullanıyorduk. Tencere, tabak türü gereçlerde almıştık. Ne ki bardak almayı unutmuştuk. Su içmek için bardak lazım oldu. Vaaz ettiğimiz caminin imamından bardak istedik. Sağ olsun getirdi. Hizmet bitti, geri dönüyoruz. İstanbul sınırları içerisine girdik. Mahmud Efendi: "Bardağı hocaefendi'ye verdiniz mi?" diye sordu. Kimse de ses yok. Tahkikat neticesinde öğrendik ki bardak arabada unutulmuş. Hocaefendi şoför arkadaşa "hemen dönüyorsun, Tekirdağ'a gidiyoruz" dedi. Evlerimize girmeden gittik. Bardağı verdik, sonra İstanbul'a döndük." "Hocaefendi'nin Kur'an-ı Kerim'e karşı hem fart-ı muhabbeti hem de muazzam bir hürmeti vardır. Rahatsız olduğu dönemlerde konuşmaktan ve oturmaktan aciz olur. Fakat bu durumlarda dahi her gün Kur'an-ı Kerim'den ezbere bir cüz okur, cüzü okurken ise yerde diz üstü oturur." Şöhreti afet olarak gören ve bu yüzden medya kuruluşlarına fotoğraf ve demeç vermeye sıcak bakmayan bu Halidi Şeyhin tasavvuf disiplini bağlamında düşünüldüğünde keramet olarak değerlendirilecek çok sayıda söz ve ameli var. Fakat kendisinin Bahauddin Nakşibend'ten naklen söylediği "en büyük keramet Hz. Resulullah'ın -sallALLAHu aleyhi vesellem- sünnetine tabi olmaktır." ifadesine saygı gösterip -en azından hayatta iken- kerametlerini yazmayı uygun görmedik.
|
|
|
|
|
|
|
| Sayfayı E-Mail olarak gönder |
|
|
#2 |
|
Nakşibendiyye'nin özünde "istikamet" vardır. İstikamet'te Kur'an'ı Kerim ve Sünnet'e ittiba ile olur. Bir has talebesinin Mahmud Efendi'den naklettiği şu ifadeler O'nun istikamet anlayışının ibtina ettiği çerçeveyi gözler önüne sermektedir: "Bu Mahmud, Rabbimin izni ile ömründe Kur'an'dan başka bir şeyle uğraşmamıştır."; "Gayr-ı müekked bir nafile olan "ikindinin sünneti fevt olacağına Mahmud ölsün daha iyidir."
Nakşibendiyye Meşayıhı gerek müekked gerekse de gayr-ı müekked olsun, Sünnet'in hiçbir çeşidinin terkine rıza göstermemiştir. Onlar, zor zamanlarda Sünnet'in ihyası adına fedakar duruşlar sergilemişlerdir. İslam'ı çağrıştıran giyim tarzının yasaklandığı dönemlerde Ali Haydar Efendi, önemli bir sünnet olan sarığı başından indirmemiş, Mahmud Efendi'ye de bu yönde telkin ve ikazda bulunmuştur. Bir defasında Mahmud Efendi Şeyhinin yanına sarıksız girince şu ifadelere muhatap olmuştur: "Oğlum Mahmud! Bir daha yanıma sarıksız gelirsen seni kovarım." Mahmud Efendi ALLAH Resulü'ne ittibayı o derece içselleştirmiştir ki Şeyhinin sarık noktasındaki sert ikazını her hatırlayışında içinin sürurla dolduğunu bildirmektedir: "Efendi Babamın sözü bana öyle tatlı gelmişti ki, onun lezzet ve tadını bugün bile hissediyorum." __________________ |
|
|
|
|
|
|
#3 |
|
Askerlikten sonra İstanbul'a yerleşen Mahmud Efendi sade bir talebe olarak sürdürdüğü İstanbul yaşamına Ali Haydar Efendi'nin "İsmailağa Camii'ne imam olacaksın." emri ile yeni bir boyut kazandırır. Onun İsmailağa Camii'ne imam olması ile alakalı şöyle bir olay anlatılmaktadır: Ali Haydar Efendi'nin büyük oğlu Şerif Efendi rüyasında İsmailağa Cami müştemilatında yer alan kabristanlıktan bir elin zuhur edip; "Ne duruyorsunuz bu camiyi niçin tamir etmiyorsunuz?" dediğini görür. Rüya üzerine Ali Haydar Efendi İsmailağa Camii'ni tamir ettirir ve Mahmud Efendi'yi oraya imam olarak nasbeder.
Mahmud Efendi mürşidinin vefatından sonra İsmet Efendi Tekkesi'ne gitme yerine Hocasının görevlendirdiği camide kalıp eğitim hizmetlerini oradan yürütmeyi uygun gördü. Bu durum İsmet Efendi Tekkesi'nin İsmailağa adıyla tanınmasına yol açtı. Mahmud Efendi, İsmailağa Camii'ni bir açıdan tekke bir açıdan da medrese olarak kullandı. Yüzlerce kişiye Osmanlı medreselerinde okutulduğu şekilde dersler okutup icazet verdi. 1960'ta başladığı eğitim hizmetlerini 2000 yılına kadar devam ettirdi. Süleymaniye Dersiamlarından Dursun Efendi ile Fatih Dersiamlarından Ali Haydar Efendi'nin ders usullerini günün şartlarını dikkate alarak yeniden programlayan Mahmud Efendi, selefin okuttuğu kitapları terk etmeyi Onlara karşı vefasızlık olarak telakki ettiğinden kitap bitirmeye dayalı klasik eğitim sisteminden ödün vermedi. Bu yüzden Nahiv'de Molla cami, Fıkıh usulünde Miratu'l-usul, fıkıhta el-Hidaye, Mülteka, tefsirde Kadı Beydavi, Nesefi gibi klasik usulün vazgeçilmez eserlerine öncelik verdi. Bu ve benzeri disiplinlerde daha birçok eser okuttu; fakat bahsi geçen kitapları elinden hiç düşürmedi. Mahmud Efendi olumsuz şartlar altında sürdürdüğü eğitim faaliyetleri esnasında talebelerinin özel sorunlarıyla ilgilenmekten de geri durmadı. 1962 yılında ders halkasına katılan Konyalı Mehmed Kargılı şunları anlatmaktadır: "Fatih'te müezzindim. Sabah namazından sonra İsmailağa'ya gider öğleye kadar Hocaefendi'den ders okurdum. Öğleden sonrada müzakere ve mutalaa ile ilgilenirdim. O gün itibariyle 5 tane çocuğum vardı. Kirada duruyordum. Evin kirasını ödemekte zorlanıyordum. Ek işte çalışmaya karar verdim. Bunun için ders okumayı bırakmam gerekiyordu. Bir gün dersten sonra Hocaefendi'ye durumu arz ettim. Hocaefendi, beklememi söyledi. Evine gitti, hanımının bileziklerinden 3 tane alıp geldi. "Al, bunlar sana hediyemizdir. Bozdur kiranı öde. Lakin dersten geri kalma." dedi.Mahmud Efendi tedris hayatında ilmin amel için okunmasını ve mutlaka ilim adamlarının ihlas sahibi olmaları gerektiğini söyledi. Talebeleri birçok dersten sonra hocalarının; "Arkadaşlar! Bugünkü derslerimiz ameli hayatımızda nasıl bir etki yapacaktır?" şeklinde ikazlarına muhatap olduklarını nakletmektedirler. Öğrencilerinin namaz kılarken sarık takmaları, setr-i avret noktasında titiz davranmaları/geniş elbiseler giymeleri, sakal bırakmaları, ilim-amel-ihlas ölçeğinde değerlendirilmelidir. Mahmud Efendi'nin icazet verdiği öğrenciler ve onların takip ettikleri sisteme göre yetişen kuşak tefsir, fıkıh, usul, alet ve tasavvuf ilminde günümüz ölçeğinde iyi sayılabilecek bir düzeydedir. Çeşitli rahatsızlıklarından dolayı son birkaç yıldır ders okutmaya ara veren Mahmud Efendi hala zaman zaman yanında okunan klasik metinleri tercüme ve şerh etmekte, bulunduğu mecliste okunan ayetlerin tefsirini yapmaktadır |
|
|
|
|
|
|
#4 |
|
Mahmud Efendi, 1997'ye kadar yılda bir defa bazı talebeleri ile birlikte Anadolu gezisine çıkardı. İstanbul'dan başlayan seyahat Karadeniz bölgesini içine alır, Trabzon üzerinden Erzurum'a, oradan İç Anadolu'daki vilayetlere kadar uzanırdı. Gittiği yerlerde camilerde vaaz verir, insanları okumaya, Kur'an'ı, Sünnet'le birlikte yaşamaya ve milletimizi var eden değerlere bağlı kalmaya çağırırdı. Sabah namazından gece geç saatlere kadar insanlarla birlikte olur, onlara sohbet ederdi. Bu yüzden geziyi maksadı ile isimlendirmişti: "Emr-i bi'l-ma'ruf".
Mahmud Efendi'nin "Emr-i bi'l-ma'ruf" olarak tanımladığı kitleleri eğitme faaliyetinin mekan ve muhatap olarak sınırı yoktur. Bu yüzden O, gerek İstanbul'da gerekse Anadolu'daki şehirlerde dolaşırken karşılaştığı kişilere İslam'a dair ayak üstü sohbetler yapmıştır.Hocaefendi bütün bir milletin eğitimi olarak kabul ettiği "Emr-i bi'l-ma'ruf" faaliyetlerini, en az klasik eğitim kadar önemli görür. Çarşıda, camide, sokakta eğitim demek olan "Emr-i bi'l-ma'ruf"un milletin dini hayatında birçok olumlu tesiri olmuştur. O, bu çalışmaları esnasında kendisini bir tekkenin şeyhi olma vazifesinden tecrid eder, İsmailağa Camii imam-hatibi Mahmud Ustaosmanoğlu olarak konuşur. Hatta bazı konuşmalarında tasavvuftan tek bir kelime bile söz etmez. İnsanları İslam'a çağırır, helal-haram disiplinini anlatır. Hususi tercihleri ise onlara bırakır. Mahmud Efendi gerek İstanbul Sultan Selim Camii'nde gerekse de Anadolu'daki muhtelif meclislerde yaptığı sohbetlerde -Ali Haydar Efendi tarafından uygulanan- şöyle bir usul izlemiştir: Sohbet meclisinde hazır bulunan bir hocaefendi Kur'an-ı Kerim'den bir aşır okur, Mahmud Efendi'de okunan ayetleri tefsir eder. Ardından İmam Rabbani'nin "Mektubat"ından her hangi bir mektubu okutur onu tercüme ve şerh eder, Risale-i Kudsiyye'den okunan bir dörtlüğün açıklamasını yaparak sohbeti noktalar. Mahmud Efendi sohbetlerinde tarikattan ziyade şeriata vurgu yapmıştır. Nitekim haftalık Sultan Selim vaazlarını içeren "Sohbetler 1-4" kitabı Onun tarikattan çok, şeriata önem verdiğinin müşahhas örnekleriyle doludur. Zira söz konusu vaazlarında insanları tarikata değil İslam'a çağırmaktadır. İslam'ın emir ve yasaklarını kabul eden kişi daha sonra dilediği bir mürşide intisap eder. Mahmud Efendi'nin bu tarz bir üslup benimsemesi insanlar ve cemaatler düzeyinde saygınlığını artırmıştır. Bu yüzden Mehmed Zahid Kotku'dan, Salih Efendi'ye, Dursun Efendi'den Aşıkkutlu'ya, Muzaffer Ozak'tan meşhur vaiz Timurtaş Uçar'a kadar birçok ilim, fikir ve irşad adamının cenaze namazını O kıldırmıştır.Mahmud Efendi uzun yıllar vaazlarında mikrofon kullanmadı. Fotoğrafının ya da konuşmalarının kayda alınmasına sıcak bakmadı. Önde olmaktan rahatsızlık duydu. Ona göre şeyh insanların içinde kaybolan kişi olmalıydı. Söyleneni daha öne çıkarmak için söyleyeni gizledi. Onun bu duruşunun arka planında riya korkusunun da büyük etkisi vardır. |
|
|
|
|
|
|
#5 |
|
Mahmud Efendi'nin eğitim faaliyetlerinin üçüncü alt başlığı tasavvufi hizmetleridir. Onun sufi eğitimin nihai noktasında Bahauddin Nakşibend'in şu ifadesinde kendisini bulan kişiliği görmek mümkündür: "Tasavvuf surette insanlarla, hakikatte ise ALLAH Teala ile beraber olmaktır." Sufi olmak isteyen kişi öncelikle istihare eder. İstiharede müspet bir işaret alan kişiye özel virdlerden oluşan ve her yıl değişen bir ders programı verilir. Derslerin içeriği hadis-i şeriflerden ve Nakşi Meşayıhına ait farklı kompozisyonlardan oluşmaktadır.
Nakşibendiler bu tarz bir ibadetle ALLAH Rasulü'nün gün içerisinde farklı zamanlarda söylediği duaların müritler tarafından tekrar edilmesini ve onların Sünnet'le bütünleşmesini hedeflemektedirler.ALLAH Teala'ya yaklaşmanın mutlaka mesnun yollarla olmasının gerekliliğine vurgu yapan Mahmud Efendi, konuyu örneklendirme sadedinde İmam Rabbani'den ödünç aldığı şu örneği kullanır: "Birisi dağ başında yüz yıl ibadet etse fakat ibadet şekilleri Sünnet'e muvafık olmasa, birisi de öğle vaktinde Resulullah uyudu diye uzanıp kaylule yapsa, ikincisi ilkinden daha fazla ecir alır." |
|
|
|
|
|
|
#6 |
|
Mahmud Efendi en az Türkiye kadar İslam dünyasında da tanınmaktadır. Çağımızın meşhur müfessirlerinden "Safvetu't-tefasir" adlı tefsirin sahibi olan Muhammed Ali es-Sabuni başta olmak üzere İslam Coğrafyasından çok sayıda müfessir, muhaddis ve fakih seveni vardır.
İsmailağa Camii Said Ramazan el-Buti, merhum Muhammed b. Alevi gibi muasır alimlerin İstanbul'da ilk uğrak yeri olmuştur. Şu ifadeler İsmailağa'nın ulema ve evliya için niçin bir çekim merkezi olduğunun cevabı niteliğindedir: Amerikan asıllı mühtedi Şeyh Nuh Kelir 2000 yılında gerçekleştirdiği İstanbul ziyaretini değerlendirirken şöyle demiştir: "Eyüp'ten sonra İstanbul'da iki yerde çok yüksek maneviyat gördüm: Aziz Mahmud Hüdayi'nin kabri ve Mahmud Efendi'nin camii |
|
|
|
|
|
|
#7 |
|
Mahmud Efendi, Sohbet ve derslerinde ümmet bilincine sürekli vurgu yapar. Muhataplarını tarikat yerine İslam'a Davet eder. Cemaatler Arası dayanışmaya önem verir. Nitekim gençlik yıllarında farklı cemaatlerin lider Kadrolarıyla çok defa görüşmeler yapmıştır.
Mehmed Zahid Efendi, Sami Efendi Onun belli periyotlarla ziyaret Ettiği şahısların başında gelmektedir.Hocaefendi İslam'a hizmet eden herkes için dua edilmesini ister. 28 Şubat krizinin yaşandığı ve medyanın İsmailağa'ya orantısız bir şekilde yüklendiği günlerde Kendisine Fethullah Gülen'in tutumu Sorulduğunda şöyle demiştir: "İslam'a hizmet eden bir zatın aleyhinde olmamız düşünülemez." |
|
|
|
|
![]() |
| Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|