|
![]() |
#1 |
![]() 24 YİRMİ DÖRDÜNCÜ MEKTÛB
Bu mektûb, Kılınc Hâna yazılmıştır. Sofînin kâin ve bâin olduğu ve kalbin birden fazla şeye bağlanmıyacağı ve muhabbet-i zâtiyye hâsıl olunca sevgiliden gelen elemlerle nîmetlerin müsâvî olduğu ve mukarreblerle ebrârın ibâdetleri arasındaki başkalığı ve kendini yok bilen Evliyâ ile insanları dâvet için geri dönmüş olan Evliyânın başkalıkları bildirilmektedir: Allahü teâlâ, Peygamberlerin en üstünü hurmetine size selâmet ve âfiyet versin! Hadis-i şerifte, (Kişi, sevdiği ile birlikte olur) buyuruldu. Kalbinde, Allahdan başka hiçbirşeyin sevgisi kalmayan ve ancak Onu dileyen kimselere müjdeler olsun. Bu hadis-i şerife göre, bu kimse, Allahü teâlâ ile berâber olur. Görünüşte insanlar ile birlikte ve onlarla alış verişte ise de, hakîkatte Allahü teâlâ iledir. Kâin ve bâin olan sofînin hâli böyledir. Bu sofî, Allahü teâlâ ile (Kâin)dir. Yâni Allahü teâlâ ile bulunur ve insanlardan (Bâin)dir. Yâni ayrıdır. Yâhut, görünüşte insanlar ile kâindir. Hakîkatte ise insanlardan bâindir. Kalb, yâni gönül birden fazla şeyi sevmez. Bu bir şeye olan sevgisi kesilmedikçe başka şeyi sevemez. Kalbin mal, evlat, mevkı', medh olunmak gibi çeşidli arzuları ve bağlantıları ve sevdikleri görülür ise de bu sevgilileri hakîkatte hep bir sevgilisi içindir. O biricik sevgilisi de, kendi nefsidir. Onların hepsini, kendi nefsi için sevmektedir. Bunları, hep kendi nefsi için istemektedir. Onların nefslerini düşünmemektedir. Nefsine olan sevgisi kalmazsa, nefsi için onlara olan sevgisi de kalmaz. Bunun içindir ki, kul ile Rabbi arasındaki perde, kulun kendi nefsidir. Çünkü hiçbirşeyi o şey için sevmemektedir. Onun için hiçbirşey perde olmaz. Kul, hep nefsini düşünmektedir. Bunun için perde, yalnız kendisidir. Başka hiçbir şey değildir. Kul, kendinin nefsini düşünmekten büsbütün kesilmedikçe Rabbini düşünemez. Allahü teâlânın sevgisi onun kalbine yerleşemez. Bu büyük nîmet, ancak tam fena hâsıl olduktan sonra elde edilebilir. Mutlak olan Fena da, Tecellî-i zatîye bağlıdır. Çünkü, ortalıktan karanlığın kalkması, ancak, parlak olan güneşin doğması ile olur. (Muhabbet-i zatiyye) denilen bu sevgi hâsıl olunca, sevgilinin nîmetleri ve elemleri, sevenin yanında eşid olur. Bu zaman, ihlâs hâsıl olur. Rabbine ancak Onun için ibâdet eder. Kendi nefsi için değil. İbâdeti, nîmetlere kavuşmak için olmaz. Çünkü, ona göre nîmetlerle azâblar arasında başkalık yoktur. İşte bu hâl mukarreblerin derecesidir. Ebrâr böyle değildir. Bunlar, Allahü teâlâya nîmetlerine kavuşmak için ve azâbından korktukları için ibâdet ederler. Bu iki dilekleri ise, nefslerinin arzularıdır. Çünkü bunlar, Allahü teâlânın zâtını sevmek saadetine kavuşmamışlardır. Bunun için (Ebrârın hasenâtı, mukarreblerin seyyiâtı olmuştur). Çünkü, ebrârın hasenâtı, bir bakımdan hasenâttır. Başka bakımdan seyyiât olur. Mukarreblerin hasenâtı ise, her bakımdan hasenâttır. Yâni iyiliktir. Evet, mukarreblerden, tam Bekâya kavuştuktan ve bu sebepler âlemine indikten sonra Allahü teâlâya, korku ile ve nîmetlerine kavuşmak için ibâdet eden de vardır. Fakat, bunların korkuları ve arzuları kendi nefsleri için değildir. Bunlar, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için ve Onun gazâbından, gücenmesinden korktukları için ibâdet ederler. Bunlar Cenneti de isterler. Çünkü, Cennet, Allahü teâlânın rızasının, sevgisinin bulunduğu yerdir. Yoksa Cenneti istemeleri, nefslerinin zevkleri için değildir. Bunlar Cehennemden korkar. Ondan koruması için duâ ederler. Çünkü, Cehennem, Allahü teâlânın gazâbının bulunduğu yerdir. Yoksa, Cehennemden korkuları, nefslerini azâbdan kurtarmak için değildir. Çünkü, bu büyükler, nefslerine köle olmaktan kurtulmuşlardır. Allahü teâlâ için hâlis kul olmuşlardır. Bu mertebe, mukarreblerin en üstün derecesidir. Bu mertebeye kavuşan, (Vilâyet-i hâssa) makamına erdikten sonra (Peygamberlik) makamının yüksekliklerinden bir şeylere de kavuşur. Sebepler âlemine inmeyen ise, müstehlik olan, yâni kendini yok bilen Evliyâdan olur. Bunun Peygamberlik makamının kemâlâtından haberi yoktur. Başkalarını kemâle getiremez. Yukarıda bildirdiğimiz birinci sınıf Evliyâ gibi değildirler. Allahü teâlâ, insanların en üstünü hürmetine bizleri bu büyükleri sevmekle şereflendirsin. Çünkü, (Kişi, sevdiği ile berâber olur). Evvelimiz ve sonumuz selâmette olsun! Niçin küfrân eder insân, Hudâ nîmet verir iken, Utanmayıp eder isyân, kamûyu ol görür iken. Beher an hamdü şükretmez, dahî ihsânı fikretmez, Hergün Hakkı zikretmez, bedende cân durur iken?
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() 25 YİRMİ BEŞİNCİ MEKTÛB
Bu mektûb, hâce Cihâna yazılmıştır. Peygamberlerin en üstününe ve Hulefâ-i Râşidîne uymaya çalışmak lâzım olduğu bildirilmektedir: Allahü teâlâ kalbinize selâmet versin! Göğsünüzü genişletsin! Nefsinizi temizlesin! Cildinizi yumuşatsın! Bunların hepsi, hattâ ruhun, sırrın, hafînin ve ahfânın bütün kemâlâtına kavuşmak, ancak Peygamberlerin en üstününe uymakla olur. Öyle ise, Ona uymak için ve Onun dört halîfesine uymak için çok çalışınız. Onun dört halîfesi doğru yoldadırlar. Ondan sonra, herkesi doğru yola onlar getirmiştir. Onlar, insanları doğru yolda ilerleten yıldızlardır. Evliyâlık semasının güneşleridirler. Onların izinde yürümeye kavuşmakla şereflenenler, tam kurtuluş ile kurtulurlar. Onların yolundan ayrılanlar, doğru yoldan sapar, felakete düşerler. Merhûm Şeyh Sultânın iki oğlu çok sıkıntıdadır. Geçimleri güç durumdadır. Yüksek makamınızdan dileğimiz onların imdâdına, yardımlarına yetişmenizdir. Bu hayrlı işe siz lâyıksınız. Hattâ bütün insanların ihtiyaçlarını gidermek için cenâb-ı Hak size başarılar vermiştir. Allahü teâlâ başarılarınızı arttırsın. Hep hayrlı işlere ulaştırsın. Allahü teâlâ, size ve doğru yolda olanlara selâmet versin! |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() 26 YİRMİ ALTINCI MEKTÛB
Bu mektûb, Şeyh-ul-âlem Mevlânâ Hâce Muhammed Lâhorîye yazılmıştır. Şevk, arzu ebrârda olur. Mukarreblerde olmaz. Bu makamla ilgili birkaç şey bildirilmektedir: Allahü teâlâ bizi ve sizi Muhammed aleyhisselâmın nûrlu caddesinde bulundursun. Hadis-i kudsîde, (Ebrâr bana kavuşmağı çok istiyor. Ben de onları çok istiyorum) buyuruldu. Allahü teâlâ, ebrârın şevk, arzu sahibi olduklarını bildirdi. Çünkü, mukarrebler vâsıl olmuşlardır. Bunlarda kavuşmak arzusu artık kalmamıştır. Şevk, ayrı olanlarda bulunur. Mukarreblerde ayrılık gayrılık yoktur. Herkes bilir ki, kimse kendi nefsine kavuşmak için şevk sahibi değildir. Hâlbuki kendi nefsini taşkınca sevmektedir. Çünkü, nefsinden ayrı değildir. Allahü teâlâda bâkî ve kendi nefsinden fânî olmuş bir mukarrebin Allahü teâlâya olan yakınlığı, bir kimsenin kendi nefsine olan yakınlığı gibidir. Bunun için zevk, yalnız ebrârda bulunur. Çünkü, ebrâr çok sevmektedir ve kavuşmamıştır. Ebrâr demek, sona varmamış, mukarreb olmamış sâlik demektir. Tasavvuf yolunun başında veya ortasında bulunur. Sona varmasına kıl kadar ayrılık kalsa bile, mukarreb olmaz. Şu fârisî şiirde ne güzel söylenmiştir. Fârisî beytin tercümesi: Dostun ayrılığı az olsa da, az değildir; Eğer gözde yarım kıl olsa da, çok görünür. Sıddîk-ı ekber bir kimsenin Kur'an-ı kerim okurken ağladığını gördü. (Biz de böyle idik, fakat şimdi kalblerimiz katılaştı) buyurdu. Bu söz, kötülemeye benzeyip, övünmek olan sözlerdendir. Şeyhimden işittim, (Nihâyete ermiş, kavuşmuş olan, yolun başlangıcında, kendisindeki şevkı, arzuyu özleyebilir) buyurdu. Şevkın giderilmesi makamın daha yükseldiğini, daha tamam olduğunu gösterir. Bu makam ye's makamıdır. Yâni anlayamamaktan hâsıl olan üzüntü makamıdır. Çünkü kavuşulabilecek şey için şevk olur. Kavuşmak Ümidi olmayan bir yerde şevk olmaz. Yüksek derecelerin sonuna ulaşmış olan bir kâmil, bu âleme geri döndüğü zaman, ayrılık ateşine düştüğü hâlde, eski şevkı, arzusu geri gelmez. Çünkü, şevkın gitmesi, ayrılık kalmadığı için değildi. Ye's, Ümitsizlik geldiği içindi. Geri döndükten sonra da bu ye's kendisinde vardır. Birinci kâmil böyle değildir. O, âleme dönünce, şevk de geri gelir. Çünkü, önceden yok olmuş olan (Fakt) yâni gaybûbet, yok olmak, yine hâsıl olmaktadır. Bir kâmil, geri döndüğü zaman, fakt, ayrılık bulunursa, faktın gitmesi ile yok olan şevk tekrar hâsıl olur. Suâl: Vüsûl mertebeleri yâni kavuşturan yol, sonsuzdur, bitmez tükenmez. Ne kadar ilerlese yine uzak olacağı için, hep şevk bulunmaz mı? Cevap: Vüsûl mertebelerinin sonsuz olması, ismlerde ve sıfatlarda ve şü'ûnda ve îtibarâtta olan geniş yolculuklardır. Böyle seyr eden bir sâlik için, yolun sonu olmaz. Ondan şevk hiç gitmez. Yukarıda bildirilen müntehî ise, bu mertebeleri kısaca geçerek, söz ile, kelime ile, işaret ile anlatılamıyacak makama vâsıl olmuştur. Orada hiç Ümitlenmek yoktur. Bunun için kendisinde şevk ve taleb kalmaz. Bu hâl, Evliyânın büyüklerinde olur. Bunlar sıfatların çukurundan kurtulmuşlar. Zat-i ilâhîye “teâlet ve tekaddeset” kavuşmuşlardır. Bunlar, sıfatlarda uzun uzun ilerliyen ve şü'ûnât mertebelerinde seyr eden sâlikler gibi değildir. O sâlikler, bitmez tükenmez sıfatların tecellîlerine bağlanıp kalırlar. Bunlar için olan vüsûl mertebeleri kendisini ancak sıfatlara kavuşturur. Zat-i ilâhîye yükselmek ancak sıfatlarda ve îtibarâtta, kısaca seyr etmekle olabilir. İsmlerde uzun uzadıya seyr eden bir kimse, sıfatlara ve îtibarâta bağlanıp yolda kalır. Böylece şevk ve taleb kendisinden ayrılmaz. Vecd ve tevâcüdden kurtulmaz. Vecd ve tevâcüd sahipleri, sıfatların tecellîlerine kavuşanlardır. Bunlar için (Tecelliyât-i Zatiyye) yoktur. Şevkleri, vecdleri oldukça bu tecellîlerden nasip alamazlar. Suâl: Allahü teâlâya şevk olması ne demektir? Çünkü, Allahü teâlâdan hiç birşey mefkûd, yok değildir? Cevap: Burada şevk demek, belki (Müşâkele Sanatı) ile söylenmiş olabilir. Çok olduğunu bildirmek içindir. Çünkü, azîz, cebbâr olan Allahü teâlânın her şeyi şiddetlidir, çoktur. Zayıf insanların her şeyinden gâlib ve kuvvetlidir. Bu cevap âlimlere göre verilen cevaptır. Bu fakir kulun başka bir cevabı daha vardır ki tasavvuf yoluna uygun bir cevaptır. Fakat bu cevapta biraz sekr, şu'ûrsuzluk bulunmaktadır. Sekr olmayınca, güzel olmuyor. Hattâ câiz olmuyor. Çünkü, sekr sahipleri özrlü olur, affedilirler. Sahv, şü'ûr sahipleri mes'ûl olurlar. Sorguya çekilirler. Şu anda, tâm sahv hâlindeyim. Şimdi o cevabı bildirmek yerinde olmaz. Önceleri ve sonraları Allahü teâlâya hamd olsun. Onun Peygamberlerine bitmez tükenmez salât ve selâm olsun! |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() .....
Konu milletinadami tarafından (04-26-2010 Saat 16:37 ) değiştirilmiştir.. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() 27 YİRMİ YEDİNCİ MEKTÛB
Bu mektûb, Hâce Ammek için yazılmıştır. Tarîkat-i aliyye-i Nakşibendiyyeyi övmektedir: Allahü teâlâya hamd olsun. Onun sevdiği kullarına selâm olsun! Merhamet ederek bu dostunuza gönderdiğiniz kıymetli mektûb gelerek bizleri sevindirdi. Selâmette olunuz. Bu yüksek Nakşibendiyye zincirini övmekten başka birşeyle başınızı ağrıtmak istemiyorum. Yavrum! Bu yüksek zincirin büyükleri buyuruyorlar ki, (Bizim nisbetimiz bütün nisbetlerin üstündedir). Nisbet dedikleri huzur ve âgâhlıktır. Bunlar hiç gayb olmayan huzura kıymet verir. Böyle devamlı olan huzura (Yâd-i Dâşt) demişlerdir. Bu büyüklerin nisbeti, yâd-i dâşt olmaktadır. Bu fakirin anladığına göre, yâd-i dâşt şöyle açıklanmaktadır: Allahü teâlânın ismleri, sıfatları ve şü'ûnu ve îtibarâtı birlikte olmaksızın, yalnız zat-ı ilâhînin zuhûr etmesine yâni kalbe, ruha görünmesine (Tecellî-i Zat) denir. Bu tecellîye (Berkî) demişlerdir. Yâni, şü'ûn ve îtibarât perdelerinin aradan kalkması, zatın görünmesi, şimşek çakar gibi bir ân sürer. Sonra bu perdeler hemen araya girerek örtülür. Böyle olunca, gaybsız, devamlı huzur düşünülemez. Bir ân huzur, ondan sonra devamlı yokluktur. Bu büyükler böyle olan nisbete kıymet vermemiştir. Hâlbuki başka silsilelerin, tarîkatların büyükleri, öyle olan tecellî nihâyete kavuşanlara nasip olur dediler. Bu huzur, devamlı olursa, hiç örtünmezse, ismlerin ve sıfatların ve şü'ûnun ve îtibarâtın perdeleri araya karışmadan tecellî ederse, gaybsız, perdesiz huzur olur. Yâd-i dâşt olur. İşte, bu büyüklerin nisbeti olan Yâd-i dâşti, başkalarının nis- betleri ile karşılaştırmalıdır. Böylece hepsinin üstünde olduğunu anlamalıdır. Çok kimse, böyle bir huzurun varlığına inanamaz. Arabî beyt tercümesi: Nîmete kavuşanlara âfiyet olsun; Zevallı âşık birkaç damla ile doysun. Bu yüksek nisbet, öyle garîb oldu ki, hattâ bu büyük kıymetli zincire bağlanmış bulunanlara da söylense çoğunun inanmayacağı umulur. Şimdi, bu büyüklerin yolunda bulunanlara göre nisbet demek, Allahü teâlânın huzuru ve anlaşılamayacak bir şühûdudur ve cihetsiz olarak Ona teveccüh etmektir. Yukarıda olmak hayâle gelirse de, cihetsizdir ve görünüşte devamlıdır. Bu nisbet yalnız cezbe makamında hâsıl olur. Böyle nisbetin başka tarîkatlardaki nisbetlerden yüksek bir tarafı yoktur. Hâlbuki, yukarıda bildirdiğimiz Yâd-i dâşt, cezbe tamamlandıktan ve sülûk makamları sona erdikten sonra hâsıl olur. Bunun derecesinin yüksekliğini bilmeyen kimse yoktur. Eğer gizli kalmışsa, elde edilememesindendir. Bir kimse haset ederek inanmazsa ve aşağı bir kimse kendi kusurundan dolayı inat ederse ona bir diyeceğimiz yoktur. Fârisî iki beyt tercümesi: Bir câhil bu büyüklere dil uzatırsa, Cevap vermeye değmez dersem iyi olur. Hep aslanlar, bu zincire bağlanmışlardır, Kurnaz tilki bu zinciri nasıl koparır? Evveliniz ve sonunuz selâmette olsun! |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
![]() 28 YİRMİ SEKİZİNCİ MEKTÛB
Bu mektûb, yine Hâce Ammeke yazılmıştır. Hâlinin yüksekliğini bildirmektedir. Fakat bu yazıdan, hâlinin alçaldığı ve uzaklaşmış olduğu anlaşılmaktadır: Lütf ederek bu dostunuza gönderdiğiniz merhametli mektûb gelerek bizleri sevindirdi. Okuyarak şereflendik. Hürriyete kavuşanların, kelepçede olanları hâtırlaması ne büyük nîmettir. Kavuşanların, ayrı kalanların dertlerine ortak olması, çok sevindirici birşeydir. Ayrı kalan bu zevallı, kendini kavuşmaya lâyık bulmadığı için, uzak bir köşeye çekildi. Yaklaşmaktan kaçarak, uzaklarda soluğu aldı. Kavuşmaktan vazgeçip ayrılığa katlandı. Hürriyeti seçmekte zindân hayatını gördüğü için, seve seve zindân hayatını seçti. Fârisî beyt tercümesi: Sultan birşey beklerse köleden, Kanaat kalksın artık ortadan. Bozuk yazılarla ve saçma işaretlerle başınızı ağrıtmıyayım. Allahü teâlâ, bizi ve sizi Peygamberlerin efendisinin yolunda bulundursun! |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|