|
|
|
|
#1 |
|
Darbecilik bütün ahlaksız eylem ve niyetleri içinde barındıran yüz kızartıcı bir suçtur. İçinde yetki gaspı var, hırsızlık var, emanete hıyanet var, yalancılık var cinayet var. Ne yazık ki bu yüz kızartıcı suç, Türkiye'de hâlâ ne darbeleri yapanların ne de onları destekleyenlerin yüzünü kızartmıyor. Baksanıza 27 Mayısı yapanlar utanıyorlar diyen CHP lideri Kılıçdaroğlu'na eski milli birlik üyesi birisi oradan "utanmıyoruz" diye seslenebiliyor. Darbe karşıtlığı etrafında bir konsensusun oluşamıyor olması gerçekten bir toplumun sağlıklı ve adil bir biçimde bir arada yaşaması açısından ciddi bir sorundur. Darbeciliği önlemenin yolu sadece darbe yapabilecek olanlar üzerinde bir baskı oluşturması değil, darbeden çıkar yol umanların da bunu akıllarından geçirdikleri için yüzlerinin kızarmalarının sağlanmasından geçiyor galiba.
Türkiye'de insanların bir kısmı darbeyi birbirlerine karşı koz olarak kullanabilme ihtimalini etik açıdan dışlayamıyorlar. Çünkü darbe ortamından kendine doğabilecek bir fırsat ihtimali birilerinin aklını çelmeye yetiyor. 27 Mayıs'ı veya tarihimizin diğer kara lekelerini bir hesaplaşma ve rövanş ve intikam havasına sokmak elbette ki gerekmiyor. Doğrusu o tarihte yapılanların vahameti hâlâ gün yüzüne tam da çıkmış değil. 50 yıl sonra 27 Mayıs'ın bu kadar çok gündemde olması, darbenin 50 yıl geride kalmış olmasının verdiği rahatlıktan değil, aksine hâlâ darbe niyetlilerinin aramızda bulunmasından kaynaklanıyor. Bugün Türk tarihinin en adil muhakemesiyle yargılananların yapmaya niyetli oldukları darbelerde yargılama nasıl oluyormuş, bu vesilelerle hem kendilerinin görmesi hem de herkesin görmesi gerekiyor. Ayrıca ne de olsa bugün belki hep hayâ ile hatırlamamız gereken gerçek üstünlüğünden gurur duyduğumuz mevcut hukuk düzeninin bu ahlaksız darbeyle tesis olunduğu gerçeğidir. Bu gerçek adalete olan inancı hiçbir zaman rahat bırakmayacak bir gerçektir
|
|
|
|
|
|
|
| Sayfayı E-Mail olarak gönder |
|
|
#2 |
|
Hakan Albayrak-Yeni Şafak
GAZZE MESELESİNE KÖKLÜ ÇÖZÜM Hamas ve El-Fetih barıştırılıp bütün Filistin'i temsil eden bir hükümetin kurulması ve bu hükümetin derhal bağımsızlık ilan etmesi sağlanmalı. Bağımsızlık beyannamesinde devletin sınırları meselesi kısmen muallakta bırakılabilir ama Gazze ve Akdeniz'deki kara sular mutlaka zikredilmeli. Türkiye başta olmak üzere pek çok ülke bağımsız Filistin devletini derhal tanıyacak ve Filistin hükümetinin talebi üzerine Gazze'yle deniz köprüsü kurabilecektir. Mavi Marmara'da katliam yapan alçaklar o zaman ne halt edecekler? Hiçbir halt edemeyecekler! NOT: Filistin'de birlik hükümeti kurulamazsa, Gazze'deki yönetim "Geçici olarak Türkiye mandasına giriyoruz" desin. Rest! |
|
|
|
|
|
|
#3 |
|
ADEM YAVUZ ARSLAN'DAN ANALİZ- BUGÜN
Bir fikir dünyayı değiştirebilirmiş Bir fikrin dünyayı değiştireceğine inanmayanlardansanız henüz Türkçe Olimpiyatları'nı izlememişsinizdir. Milyonlarca insanın ufkunun Edirne'nin sınırlarını aşamadığı bir dönemde "Oralara gidelim, okullar açalım" dendiği zaman yadırgayanlar şimdi "Ne kadar da haklıymışlar" diyorlar. Eğer 'Abartıyorsun' diyenlerdenseniz önüne bir dünya haritası alıp bakın. Grönland'dan Avustralya'ya kadar 120 ülkede okullar açacaksanız. Üstelik bunun için sermaye ve personel bulacaksanız. O ülkelerde kabul göreceksiniz. Aileler İngiliz ya da Amerikan okulları yerine Türk Okulları'na çocuklarını gönderecek. Alfabelerinde 'ü', 'ş' gibi harfler olmayan toplumlarda Türkçe öğreteceksiniz. Yetmeyecek fıkralarınızı, şiirlerinizi ezberleteceksiniz. Kendimizi de aldatmayalım, Türkçe belki ileride çok geçerli bir dil olacak ama henüz değil. Yani bir Malezyalı'nın, Kenyalı'nın, İrlandalı'nın Türkçe öğrenmesi için çok makul nedenler yok. Bu arada kendi ülkenizden 'etkili ve yetkili' çevreler 'onlar var ya onlar' diyecek, önünüzü kesmeye çalışacaklar. Ama her türlü engeli aşıp o ülkelerde bayrak göstereceksiniz. Sonra 120 ülkeden çocukları Ankara'da toplayacaksınız. Kaç kişi henüz çocuk yaştaki çocuğunu öğretmenine teslim edip dünyanın öbür ucuna yollar? Demek ki o öğretmenler 'emin' olduklarını ispatlamışlar. Üstelik bunlar ilk adımı attıktan sonra 20 yıl bile geçmeden oluyorsa. Durup düşünülünce 'Aşk olsun' dememek işten değil. O çocuklar 15 güne yakın zamandır Türkiye'deler. Muhtelif kategoriler de maharetlerini sergiliyorlar. Bu yarışmaların galibi yok. Çünkü birinci hepsi. Zaten amaçta birinci seçmek değil. Ankara'nın bunaltan gündemlerine ara verip Metehan Demir'den Murat Yetkin'e, Erkan Tan'dan Mehmet Acet'e kadar neredeyse medyanın tüm Ankara temsilcileri, Ankara Arena'nın yolunu tuttuk. Orada birkaç saat boyunca çok farklı yetenekleri ve gösterileri izledik. TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'den, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'ndan ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'tan uzun uzun alkış alan konuşmalar dinledik. Öyle başarılı performanslar izledik ki bir an için bu çocukların profesyonel olup olmadıklarını bile tartıştık. Şapka çıkartacak performanslar vardı. Okullar, olimpiyatlar hakkında çok şey söylemek mümkün. Zaten günlerdir Türkiye'nin dört bir yanında 'Türkçe rüzgarı' esiyor. En başa dönersek... Bir fikir dünyayı değiştirebilirmiş. Türk Okulları ve Türkçe Olimpiyatları tek başına bunun delili. |
|
|
|
|
|
|
#4 |
|
Kak Mesut, serok Barzani bı xer hati! - Mehmet Metiner -STAR
AK Parti Hükümeti sistemle tanıştıkça şunu gördük: Asıl mesele içerideydi ve içeridekiler dışarıyı kendi çıkarları doğrultusunda dizayn ediyorlardı! Bu yüzden “dış politika” anlayışının değişmesi için öncelikle iç politika anlayışının değişmesi gerekiyordu. “Dört tarafımız düşmanlarla ve onların içerideki işbirlikçileriyle çevrili!” paranoyası üzerinden vesayet rejimini sürdüren güç odaklarının asıl derdi, içerideki iktidarlarını sürdürmekti. Ortada hikmetinden sual olunmayacak bir devlet vardı. O devlet, asker-sivil bürokratlardan oluşuyordu. Bir de halk tarafından seçilmiş bir meclis ve hükümet vardı. Kendilerini devletin asıl sahibi olarak görenler bu yüzden “devlet ayrı, hükümet ayrı” diyorlardı. Kim hükümete gelirse gelsin, kendilerince belirlenen “devlet politikaları”nın değişmeyeceğini söylemeleri bu yüzdendi. Bu demokratik olmayan devlet anlayışı ve vesayet rejimi malum sorunlardan besleniyordu. O yüzden sorunların çözümüne vakit geçirilmeden yönelmek gerekiyordu. “Kürt sorunu”nu cesaretle çözmeye yönelmiş Türkiye’nin sadece “PKK sorunu”ndan kurtulmak için değil, bu ülke Kürtlerinin hür ve eşit vatandaşlık anlayışı temelinde sisteme entegre edilmesi için de Barzani yönetimiyle işbirliğine ihtiyacı vardı. Bir dönem Barzani-Talabani üzerinden geliştirilen düşmanlık siyasetinin aslında “Kürt düşmanlığı” anlamına geldiğine inanan Türkiye Kürtlerinin bu algısının devlete ve ülkeye aidiyet duygusunu zayıflatan bir faktöre dönüştüğü biliniyor. AK Parti Hükümetinin sadece Türkiye Kürtlerini değil Irak Kürtlerini de kendinden bilen bir Türkiye perspektifini esas alması, sorunun kalıcı ve hakiki çözümünün zeminini oluşturmuştur. Barzani’nin demokratik açılım sürecini desteklediğini yüksek sesle dile getirmesi önemlidir. Barzani’nin “PKK sorunu”nun çözümüne dair önerilerinin önemle not edilmesinin Türkiye’nin yararına olacağına inanıyorum. Ahmet Davutoğlu’nun Barzani’ye “Kak Mesut” diye hitabı, yeni dönemin ruhunu ortaya koyan anlamlı bir jesttir. Mesut Barzani, sözüne güvenilir, samimi bir Türkiye dostudur. Bu dostluk, babası Molla Mustafa’nın kendisine vasiyetidir. Barzani geleneğinde dosta ihanet yoktur. “Kak Mesut”a, “Başkan Barzani”ye kendi diliyle ülkemize hoş geldiniz diyorum. Kak Mesut, Serok Barzani bı xer hati welate me! |
|
|
|
|
![]() |
| Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
| bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda |
| Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|