|
![]() |
#1 |
![]() Erdoğan ondan sonra da Özal
![]() ![]()
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() bu soruyu sormak bile gereksiz şimdiye kadar hangi lider 4 seçimden birinci çıkmışsa o dur
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Kaldığımız yerden devam edebiliriz arkadaşlar..
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Bu şahıs dünkü asterix , ne yüzsüz herif bu,
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
![]() değiştirip değiştirip geliyorlar isimlerini
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
![]() Kapımız herkese açık lakin edep sınırlarını aşar ahakaret boyutuna getirirlerse mesajlarını o zaman affımız olmaz.Burası kimsenin babasının çiftliği değil.İsteyen gelir ama doğru durmazlarsa da gereken yapılır.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#8 |
![]() özaldan sonra tayyip erdoğan
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#9 |
![]() Türkiye'de laiklik kavramı neredeyse her zaman 'din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması' olarak tanımlanıyor. Bu tanım, yanlış sayılmasa da, fazlasıyla yoruma açık ve net bir laiklik kavramı ortaya koymaktan uzak. Gerek milli eğitim sürecinde, gerekse popüler yazında bu tanımın ısrarla tekrarlanmasına rağmen, laikliğin doğuşu, varlık nedeni, farklı algılanış ve uygulanış şekilleri gibi temel konuların çoğu zaman es geçilmesi, pek çok alanda olduğu gibi laiklik konusunda da kavram karmaşası yaşanmasına neden oluyor.
Türk siyasi geleneğinde sosyal yapının, sivil alanda edinilen tecrübelerle değil, otorite sahibi üst kurumların kendi normlarını alt tabakalara dikte etmeleriyle şekilleniyor olması, halkın önemli bir kısmının yapılan düzenlemelere yabancılaşması sonucunu da beraberinde getiriyor. Herkesin kavramların içini kendi doğru bildiği şekilde doldurmaya kalktığı bu ortamda, kavramsallaşma süreci olayların tabii seyrinde değil, (zaman zaman etkileşimde bulunsalar dahi) birbirleriyle düşünsel iletişim kuramayan bireylerin subjektif değer yargılarıyla şekilleniyor. Laiklik söz konusu olduğunda, Türkiye'de bir kesim bu kavramın 'dini inançların özgürce yaşanabilmesi adına bir güvence' anlamına gelmesi gerektiğini söylerken, diğer bir kesim konuyu 'siyasal (ve kimi zaman sosyal) alanda dine sınırlamalar getirilmesi' çerçevesinde değerlendiriyor. Laiklik konusu bugün itibariyle dünyada da tam anlamıyla çözüme kavuşturulmuş değil. Ancak bu konuda halen düşünce üretilmekte olsa da, tartışmalar çok daha farklı bir boyutta cereyan ediyor. Bunun nedeni de, Batıdaki toplumların bugünkü durumlarına 'yaşadıkları tecrübeler' sonucunda gelmiş olmaları. (Buradan hareketle, Batının farklı bölgelerindeki farklı laiklik uygulamalarının nedeni de açıklanabilir.) Ülkemizde ise, 'sosyal ve siyasi gelenekler' ile 'kanunlar ve uygulamalar' arasındaki zorunlu ilişki (özellikle resmi ideolojiye yakın çevrelerce) göz ardı edildiğinden, hazır kavramların ithal edilmesi ve hatta gerekli görüldüğünde 'Türkiye'nin özel şartları' gereği istenilen şekilde revize edilmesi ile asırlık tecrübelerin baypaslanabileceği zannediliyor. Bütün bu nedenlerden ötürü, Batıda 'farklı hakların uzlaştırılması' ekseninde gerçekleşen ve artık sayılı noktalara indirgenmiş tartışmalar, 'geçmişten bugüne uzanan bir zincire yeni bir halka ekleme çabası' şeklinde özetlenebilecek bir 'gelişme' niteliğindeyken, ülkemizde yaşanan düzeysiz tartışmalar için benzeri bir yapıdan söz etmek mümkün değil. Bu nedenle de, laiklik ekseninde yaşananlardan 'gelişme' değil, 'gerginlik' doğuyor olması doğal. Laiklik kavramına, 'politik düzenlemelerde dinin herhangi bir belirleyiciliğinin olmaması' şeklinde daha net bir tanım getirmek mümkün. Buradan hareketle, Türkiye'deki Kemalist kesimin, 'Laiklik dini özgürlükleri teminat altına almak için değil, dini sınırlamak için vardır' söyleminin çok daha doğru bir bakışı yansıttığı söylenebilir. Zira Avrupa'da laikliğe geçiş, bireysel hakları teminat altına almaktan ziyade, din adamlarının politik güçlerini ortadan kaldırmak amacıyla gerçekleştirilen bir süreçti. Laikliğe yamanmaya çalışılan, din ve inanç hürriyeti merkezli tanım ise, laiklikten ziyade, bireysel hak ve özgürlüklerle ilgili bir konu. Dünyanın pek çok yerinde hüküm sürmüş veya sürmekte olan laik diktatörlüklere bakılarak da anlaşılabileceği gibi, laiklik, inanç özgürlüğünü temin değil, tehdit eden bir kavram. Bu nedenle de, 'insanlara ait' olan, özgür ülkelerde, bireysel haklar laklikten bağımsız olarak, 'ayrıca' tanımlanıyor. Bu sayede de, hem dinin politik yapı üzerindeki belirleyiciliği ortadan kaldırılırken, vatandaşların dini vecibelerini özgürce yerine getirmeleri de sağlanmış oluyor. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#10 |
![]() Laiklik (2): Dünyada Farklı Laiklik Uygulamaları: Fransa
Türkiye'de hakim kılınan laiklik anlayışının sivil alanda yaşanılan gelişmeler ve edinilen tecrübeler ekseninde oluşan bir 'düşünce geleneği' ile değil, yukarıdan-aşağıya bir yapılanma üzerinden dayatılan 'otoriteryen düzenleme ve yasaklar' ile şekillenmiş olması, laiklik adına gerçekleştirilen uygulamalar ile sivil alanda hakim olan düşünce geleneği arasında bir bağ aramayı anlamsızlaştırıyor. Çünkü halkın siyasi karar alma mekanizmasına katılımının sınırlandığı her rejimde olduğu gibi, Türkiye'de de, rejimin temel niteliğinden geniş halk kitleleri değil, iktidarı elinde bulunduran kişi ya da kurumlar sorumlu oldu. Bu nedenle, Türkiye'deki laiklik uygulamalarının çıkış noktaları değerlendirilirken, halkın değil, iktidar sahiplerinin düşünce yapısındaki belirleyici öğelere dikkat etmek gerekiyor. Türk entelijansiyasını Lale Devri ve III. Selim dönemlerinden Cumhuriyet yıllarına dek tesiri altına alan sosyal, kültürel ve politik prensiplerin Fransa kökenli olması, tarihinde yaşadığı laiklik merkezli çalkantılarla dünyaya bu konuda kayda değer bir model sunmuş olan bu ülkeyi Türk siyasal geleneğinin açısından fazlasıyla önemli kılıyor. 1789 yılında gerçekleşen Fransız İhtilali'ne kadar, Katolik Kilisesi’nin Fransız yönetimi üzerinde ciddi bir tesiri vardı. İşçi sınıfının gelirleri üzerinden %10 oranında bir tür öşür vergisi alan, hastaneleri ve (ilk ve orta dereceli) okulları yöneten, her türlü sansür yetkisi bulunan, Fransa topraklarının %10'dan fazlasına sahip olan Kilise, sosyal yapı içerisinde çok ciddi bir güce sahipti. Ancak Orta Çağ dönemi Fransız monarşisiyle doğan rejim, Fransız İhtilali ile sona erdiğinde bu durum değişmeye başladı. Her başarılı ihtilal, gücü doğal olarak kendi safına katmaya çalışacağından, o zamana dek üst sınıfta Kral ile birlikte yer alan Kilise de ihtilalcilerin hedefleri arasında oldu. Yeni yönetim, Kilise'nin tüm toprak varlıklarını kamulaştırdı. 1789 yılının Ağustos ayında, Kilise'nin vergi gücü ortadan kaldırıldı. Yaklaşık bir yıl sonra çıkarılan bir kanunla da, kilise mensupları 'devlet memuru' yapıldı. Takip eden yıllarda, Katolik inancınca yasaklanan (boşanma gibi) kimi eylemler yasallaştırıldı; doğum, ölüm ve evlilik kayıtlarının kontrolü Kilise'den alındı. Devlet, 'memurlaştırmak' (ve dolayısıyla kontrol altına almak) istediği din adamlarından söz konusu kanun ekseninde bir 'bağlılık yemini' etmelerini istedi. Zamanın papası VI. Pius buna karşı çıkınca, Fransız Katolik Kilisesi de ikiye bölünmüş oldu. İhtilal sonrasında çıkartılan pek çok yasa kilise karşıtlığı üzerine bina edildi ve laik bir sosyal hayat ihtilal öncesi döneme alternatif olarak sunuldu. Bu çerçevede, Gregoryen takvime son verilerek Fransız Cumhuriyet Takvimi kullanılmaya başlandı. Yeni takvimde, dini günlerle birlikte 'Pazar' (dimanche) kelimesi dahi ortadan kaldırıldı. Dini tatiller, kilise çanları, (umuma açık yerlerde) haçlar, dini anlam ifade eden yer ve cadde isimleri ortadan kaldırıldı. Yaşanan olaylarda yüzlerce rahip katledildi. 1801 yılında Napoleon Bonaparte ile yeni papa VII. Pius arasında imzalanan bir anlaşma ile Fransız Katolik Kilisesi'ndeki bölünme sona erse de, Katolik inancı tamamen devlet kontrolü altına alınmış oldu. Napoleon Bonaparte, bu dönemde, Musevilik ve kimi Protestan mezheplerini de (Lutheranlık, Kalvinizm) resmi olarak tanıdı. Devlet, bu kurumlara parasal destek sağlamaya (ve dolayısıyla onları da kendi kontrolü altına almaya) başladıysa da, doğal olarak hiçbirine herhangi bir resmi statü verilmedi. Aradan bir asırdan fazla bir zaman geçtikten sonra, 1905 yılında çıkartılan bir kanunla, Fransız laikliği son şeklini aldı. Bu kanunla birlikte, kiliselere sağlanan devlet desteği sona erdi. Bu, kiliseler için finansal anlamda çok iyi bir haberdi, çünkü kendi imkanlarıyla devletin sağladığından çok daha fazlasını toplamaları zaten mümkündü. Yine aynı kanunla birlikte, okullarda dini eğitim verilmesi yasaklandı. Halka açık alanlarda dini anlam ifade eden her türlü sembol yasaklandı. (Buna mezarlıklar bile dahil edildi.) Önceden de var olan, 'başkalarını rahatsız etmemek kaydıyla kişilerin inançlarını yaşayabilmeleri' ilkesi 1905 yılında çıkarılan bu kanunla da korunsa da, inançlar pratik anlamda kilise duvarları içerisine hapsediliyordu. 1905 yılında çıkarılan bu kanun bugün itibariyle hala yürürlükte. Ancak, aradan geçen bir asır boyunca hiç sorgulanmadığını söylemek de pek mümkün değil. Özellikle 60'lı yıllardan sonra, Fransa'nın, işçi ihtiyacını karşılamak üzere, eski Fransız kolonileri olan Fas, Cezayir ve Tunus'tan göçmenler kabul etmesiyle birlikte, ülkede (bugün itibariyle nüfusun %10'una tekabül eden) önemli bir müslüman azınlık oluştu. Bu müslüman azınlığa mensup öğrencilerin başörtüsüyle devlet okullarına girmeleri o günlerden bu yana hep sorun oldu. Çünkü, Fransa'da hakim olan düşünce geleneğinin bir sonucu olarak, başörtüsü, kişinin inancı gereği yerine getirdiği bir dini görev olarak değil, (haç gibi) dini bir sembol olarak algılanıyordu. 80'li yıllardan itibaren sorunun giderek büyümesi üzerine, 2004 yılında çıkarılan bir diğer kanunla, ilk ve orta dereceli okullarda 'başkalarınca kolayca görünen' her türlü dini sembol yasaklandı. (Büyük haçlar (Hristiyanlık), kipa (Musevilik), başörtüsü (İslam) ve türban (Sikh inancı) gibi.) Uluslararası çapta faaliyet gösteren (özelikle ABD'li) insan hakları örgütleri söz konusu kanunu eleştiren açıklamalarda bulundular. Yaptığı açıklamada 'Teklif edilen kanun, kişinin dinini yaşama hakkına yapılan temelsiz bir ihlaldir. Başörtüsü pek çok müslüman için sadece dini bir ifade değil, aynı zamanda dini bir zorunluluk anlamına gelmektedir.' ifadelerine yer veren Human Rights Watch bunlar arasında sayılabilir. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|