![]() |
#21 | |||
![]() Alıntı:
ulkesini sevmedigi sonucuna nasıl vardınız merak ediyorum. Alıntı:
Alıntı:
(saygı sınırı yerine hakaret sınırı daha dogru olabilir, sonucta saygısızlık suc degil, hakaret suc) turkiye ne kadar ozgurlukcuyse, akparti de o kadar ozgurlukcu. akpartiye oy veren ne kadar ozgurlukcu ve yasakcı insan varsa vermeyen de o kadar var. bence en buyuk sorunumuz herkesin bazı ozgurlukleri savunuyo olması. hep beraber hepsini savunmalıyız. |
||||
![]() |
![]() |
![]() |
#22 | ||
![]() Alıntı:
|
|||
![]() |
![]() |
![]() |
#23 |
![]() Hüseyin Gülerce, Fethullah Gülen'i yakından tanıyan bir isim. Dönmemenin nedenlerini sıraladı. Dönme şartlarının neler olacağının ipuçlarını ortaya koydu. Hüseyin Gülerce'nin yazısı: Gurbet Muhterem Fethullah Gülen’in Türkiye’den ayrı kalışı altıncı yılını doldurdu. Vatanını çok seven bir insanın, Anadolu’nun toprağına, suyuna, havasına, insanlarına olan hasretini nasıl anlamalı, nasıl değerlendirmeli? Önce “neden gelmiyor?” sorusundan başlayalım. Cevabı ararken bir soru da biz soralım: Gelmek istemez mi? Hem de nasıl ister. O halde neden gelmiyor? Merak edenlerin dışında, bazı küçük insanlar; “korkmasın, gelsin, mahkemelere çıksın, gerekirse hapis yatsın..” diye ileri geri konuşuyorlar. Bu gibiler öncelikle Sayın Gülen’i tanımıyorlar. Sonra, sevmiyorlar ve saygı duymuyorlar. Çünki Sayın Gülen gibi ömrünü milletine, dinine vakfetmiş insanların şahsî takıntıları olmaz. Şahıslarıyla ilgili hesabı da olmaz. Sayın Gülen’in dönüp dönmemesinde asıl etken, atacağı adımın omuzladığı dâvâsına ne faydası olacağıdır. Eğer, O'nun Türkiye’ye dönmesiyle birileri yeniden ülke gündemini değiştirerek, Avrupa Birliği üyelik sürecini bir başka zeminde daha zora sokacak bir siyasî krizin hesabını yapıyorsa, Sayın Gülen neden âlet olsun? Yakalanan siyasî istikrarın devamı adına yüreğine taş basmayı elbette tercih edecektir. Bir diğer mesele Sayın Gülen’in gurbetten ne anladığıdır. Bir sohbetinde şöyle diyor: “Asıl garip, yurdundan yuvasından uzak kalan ve dostundan, ahbabından ayrı düşen değil, yaşadığı dünya içinde, bulunduğu toplum itibariyle hâlinden anlaşılmayan, kıymeti bilinmeyendir.” Bu tarifi yaptığı sohbetinde bir de Peygamber Efendimizin bir hadis-i şeriflerini hatırlatıyor: “Mescid; namaz kılmayanlar arasında, Kur’an-ı Kerim; fâsıkın kalbinde ya da onu okumayan birinin evinde, sâliha bir kadın; kötü huylu bir adamın nikahı altında, sâlih bir erkek; arsız bir kadının yanında ve âlim; onun ilminden istifade etmeyen bir topluluk arasında gariptir.” Kanaatimce Muhterem Hocaefendi’nin asıl gurbet acısı, milletimizin ihyası adına yeni dinamiklerle büyük hizmetler yaparken O'nu anlamayanlar, kıymetini bilmeyenler yüzündendir. Bu acıyı dindiren milyonlar yok değil. “Muhabbet fedaileri”, “fikir işçileri” gönüllüler, milletimizin gizli-açık bütün dertlerini dindirmeye çalışarak, çok iyi okudukları çağlarının ihtiyaçlarını kalp-kafa bütünlüğü ile gidermeye çalışarak milletimizin ihyası adına aşk, şevk ve irade insanı olarak kendisine minnettar ve duacıdırlar. Şüphesiz onlar muhterem Hocaefendi’yi çok özlüyorlar. Onu son bir defa lise talebesi olarak görenler şimdi üniversiteleri bitirdiler. Üniversitede olanlar öğretmen oldular, meslek sahibi oldular. Muhterem Gülen, onların gözünde tütüyor. Bir de hiç görmeyenler var. Onların hasretine ne demeli? Bir gün biter bu gurbet. İnşallah Kur’an’ın gurbeti de biter. Hep sulh ve ıslah yörüngeli yaşayan aşkın insanları, konumlarının hakkını vererek Kur’an-ı Kerim’in gurbetini de izale edeceklerdir. Tarihî buluşma, günümüz insanlığına da çok şeyler anlatacaktır. Hocaefendi nin kendi kaleminden; Yasal olarak dönmenize bir engel yok. Neden burada kalmayı tercih ettiniz? [/color] Endişeye kapıldım. Türkiye'ye ne zaman gelirsem geleyim o gün fırtınayı koparanlar, hortumları meydana getirenler, isnatlarda bulunanlar, idam fermanı kesenler yine aynı şeyleri yapacaklar. Bu yaştan sonra da tansiyonum yirmiye yükseldi, ilaçla düşüremediler. Her zaman aynı şeyleri duyarak yaşamanın zor olacağını düşündüm. Aklımla, mantığımla kaldım. Kendime rağmen kaldım. Hasreti sineme gömerek kaldım. Fakat dolaylı yoldan kendimi ölüme itmek gibi gördüm. Çok insafsız bazıları. Olmayacak şeyler yazıyorlar. Yalan olduğunu bildikleri halde yazıyorlar. Çeşitli çevrelerin baskılarına rağmen bir kısmı mahkemeye "âraf" fikri verdi. Ne cennet ne cehennem. Ortada bir şey. Bu şunu gösteriyor: Vicdanları olumlu bir şey söylemek istiyordu. Fakat Türkiye'de birileri tarafından ikna edilen suni bir kamuoyu vardı, öfkelenme vardı. Bunu hesaba kattılar. Burada Amerika savcısına ifade verdim. Kasemle teminat veririm. Savcı iddialardan yüz kadar soru çıkarmıştı. Hepsine gülüyordu, kahkaha atıyordu. Bu nasıl hukuk, böyle şeyler suç sayılır mı? Örnek verebilir misiniz? Mesela demişsiniz ki birileri tarafından takip ediliyorsanız, devlet dairesinde kalmayı düşünüyorsanız, idare edin, hissiyatınızı belli etmeyin. Bunun gibi gerçek dışı iddialar. İdareyi ele geçirmek gibi bir organizasyon iddiaları. Savcı güldü bunlara. Bir diğer husus da ilk defa karşılaştım. Savcı ile bir kez görüştüm. Beni dış kapıda karşıladı. Tercüman da vardı. Sandalyeyi kendi tuttu. Eliyle bardağı yıkayarak su getirdi. Yani bir psikiyatrist gibi, psikolog gibi hissiyatı hesaba katarak, beni rahatlattıktan sonra ifadelerimi almak istedi. Bir kez daha düşünmem, avukatlarımla görüşmem için üç kez dışarı çıktı. Bana soru sorarken "no" veya "yes" cevaplarını istedi. Ben bir şeyler katmak istedim, gereksiz buldu. Sonra beni kapıya kadar selametledi. Ben kendi kendime 'Eğer adliyesi bu ise Amerika uzun süre devam eder.' dedim. SEN NASIL HOCAEFENDİYE NİYE GELMİYOR DEME HAKKINI KENDİNDE BULABİLİYORSAN BİZ DE FAZIL SAY HAKKINDA TARIŞABİLİRİZ..SORUN FAZIL SAYIN BU ÜLKEDEN GİTMESİ DEĞİL;GİDERKEN SUNDUĞU BAHANE.. |
|
![]() |
![]() |
#24 |
![]() Fazıl Say deha mıdır? Olabilir dehalığı kendini ilgilendirir.Hitlerin, Mussolininin deha olmadığını da kimse söylemiyor yanlış anlaşılmasın diye işi Firavun veya Ebu Cehile getirmiyorum. Halk arasında "Deha/kaymakam/vali/hakim olmuş ama adam olamamış" denir bazılarına.. Şuç biz de ki böyle adamları muhatap alıp ortamı germe politikalarına, bencilliklerine, şımarıklıklarına alet oluyoruz. İşe yanlış yerden başlıyoruz, bilinçaltımızda bazılarının kaygılarının, düşüncelerinin vs vs illa da korunması, tatmin edilmesi gereken şeyler olarak kabul etmişiz. Mesela benim "Fazıl Say ve benzerlerinin sokağa çıkması beni kaygılandırıyor" endişem kimseyi ilgilendirmiyor. Ben vatandaş değil miyim?.. Aslında mesele beyaz Türk/ siyah Türk meselesi.Sözüm ona dünyaca ünlü olmuş Türkiye'de ünlü olmayı da spekülatif açıklamalarıyla başaran bu adam beyaz Türklerden olduğu için (bakınız Cemil İpekçinin itirafı) adamcağızın saçma kaygıları bütün ülke gündemini günlerce işgal edebiliyor.En temel hak ve özgürlüklerine sahip olmak için kitle halinde talepte bulunan siyah Türklerin talepleri ise "ülkenin özel şartları"ndan dolayı erteleniyor, göz yumuluyor, garipseniyor, küçümseniyor. Bu ayrım ortadan kalktıkça, kitle halinde basınımızla, yayınımızla, düşünürlerimizle bu çığırtkanlıklara "Tamam Fazıl, hadi canım Allah versin" karşılığı verildikçe, biz kendi kutsal değerlerimizi birilerinin yamuk değerlerini savunduğu kadar savundukça mesele hallolacak. Bu arada yüzde 50 nin içinde olup da farklı düşünenlerin de fikir beyanlarına kimse engel oluyor değil burda, kimse AK partinin sözcüsü olarak konuştuğu iddasında da değil sanıyorum. |
|
![]() |
![]() |
#25 | ||||
![]() Alıntı:
konuyu carpitmadan sanatci ve deha (?) Fazil Say in gitme nedeni diye acikladigi sebebe iliskin yorumlarinizi alalim. Bizim saygimiz herkese. Zaten sorunumuz bir azinligin cogunluga zulmudur. |
|||||
![]() |
![]() |
![]() |
#26 | |||
![]() Alıntı:
|
||||
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|