Siyaset Forum - Siyasetin Kalbi
Köşe Yazıları Köşe yazıları burada paylaşılıyor.



Cevapla
Seçenekler
 
Alt 06-15-2010, 08:27   #1
Kullanıcı Adı
rizzelli
Standart
MİLLİYET-HÜSEYİN ÇELİK-RÖPORTAJ
Erbakan’ın D-8’i de bir tür küreselleşmeydi?
D-8 bir hayal ürünüydü. D-8’in pratikte hiçbir anlamı yoktu, bir ütopyaydı, biz realiteden söz ediyoruz. Ben şimdi size somut sonuçlara geliyorum, diyorum ki, Suriye’yle kanlı bıçaklı mıydık? Şu anda Şam’a, Halep’e gitmek,Gaziantep’e Hatay’a gitmek kadar kolaydır. Katılıyor musunuz buna?

Bir araştırmaya katılanların yüzde 66’sı “İsrail’e daha sert yanıt verilmeli” noktasında. Bu beklenti siyasi olarak sizi sıkıştırıyor mu? Hele de arkadan bir Saadet Partisi tazyiki varken...
Hiç öyle bir tazyik falan hissetmiyoruz. Elbette Saadet Partisi bizim rakibimiz. Ama İşçi Partisi de bizim rakibimiz. Demokrasilerde bütün siyasi partiler birbirinin rakibidir, ister yüzde 1 oy alsın ister yüzde 30 oy alsın.
Sonuçta biz AK Parti’yiz. Saadet Partisi’nin söyledikleri veya yapılmasını istedikleri bizim politikamıza yön vermeyecek. Nitekim bu güne kadar yapmadık, bundan sonra da yapmayacağız.

İSKENDER PALA-ZAMAN
onlara göre modern olan şey herkese parmak ısırtmalıdır. Mesela sorsanız, mânâsı olmayan hezeyanlar modern şiir, anlaşılmazlığı ön planda olan ruhsuz yapıt modern sanat, iki kere iki yedi eder saçmalığı modern matematik, "Bir şey mademki güzeldir, o halde çirkinin zıddı değildir!" önermesi modern mantık, internetteki -ki tam bir bilgi çöplüğüdür- okuduğu bir yorum üzerine atalarına sövmek modern tarih, slogan edinmeyi bilgi edinmeye yeğleyen uçuk çocuklar da modern gençliktir.

MEHMET ŞEKER-YENİŞAFAK
Arap ülkeleri ve Kuzey Afrika başta olmak üzere, Ortadoğu'da yakın zamana kadar, Türkiye hakkında olumsuz düşünenlerin sayısı az değildi.
Daha beş on yıl öncesinde, "Dün gece anneni Türk televizyonlarında gördüm" sözü hakaret anlamı taşımaktaydı.
Bugünse durum çok farklı...
Ay yıldızlı bayrağımız her yerde büyük saygı görüyor.
Taksi şoförleri Türkiye'den geldiğinizi anladığında, para almak istemiyorlar.
Çarşılarda esnaf "Van minut" diye sesleniyor.
Hele İsrail komandolarının Mavi Marmara baskınından sonra, "Siz Filistinli çocuklar için dokuz şehit verdiniz, sizden para alamayız, şerefimize dokunur" diyen lokantacılarla karşılaşıyoruz.
Ortadoğu ülkelerinde o dokuz kişinin isimleri caddelere veriliyor.

TAHA AKYOL-MİLLİYET
Her kafadan bir ses çıkan, Genel Başkan’ın da ‘ortalama’ konuştuğu bir CHP “Anadolu’ya açılım” yapabilir mi?
Ecevit, bu açılımı “Ortanın Solu” hareketinde değişimci, atılgan, iddialı, net konuşmalarla başarmıştı.
Şüphesiz Baykal inisiyatif ve karar gücüne sahip bir “lider”di ama CHP’nin klasik söylemiyle sonuç alamamıştı.
Kılıçdaroğlu bir değişim rüzgârı estirdi ama bu görüntüler yüzünden rüzgâr hız kesmeye başladı. Hele bir de “inisiyatif, kararlılık, dirayet” gibi konularda kamuoyunda negatif bir imaj yerleşirse, Kılıçdaroğlu’nun başarılı olması Baykal’dan daha zor olabilir.
Hem de Türkiye etkin bir sosyal demokrat alternatife ihtiyaç duyduğu halde!

 

rizzelli isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 07-09-2010, 13:41   #2
Kullanıcı Adı
NûN
Standart
Yılgın Türkler Mayklara Karşı!

Kapitalizm, öcüler yaratarak insanları korkutur. Diş macunu reklâmlarında bugüne kadar yarattıkları karikatürize hayvanları hatırlayınız. Şampuan reklâmlarını da ıskalamadan izleyiniz. Geriye, bulaşık ve çamaşır deterjanları için yaratılan hayvanları zikretmek kalıyor. Sanırım ne demek istediğimi şimdiden anladınız?

Hoower marka elektrik süpürgesiyle başlayan macera sonunda çok gelişmiş buharlı, su tankları olan makinelere dönüşünce, onları pazarlamak problem yarattı.


Büyük kapitalizm, bu aletleri insanlara satabilmek için düşündü taşındı ve gözle görünmeyen mikrobik canlıları yarattı. Biz, onları yazılışı gibi okumayıp "Mayk” diye telâffuz ettik.


Halıların tüylerinde yaşayan Mayklar insan sağlığı için çok önemliydi ve onlardan korunabilmenin tek yolu, son model süpürgelerden almaktı. Kapitalist pazarlamacılar ağlarını böyle ördüler. Televizyon reklâmlarını izleyen ev kadınları, iki işte çalışarak evini zar zor geçindirmeye çalışan kocalarına Mayk baskısı kurarak adamları yıldırdılar. Ya o süpürgelerden alınacaktı ya da Mayklar ölüm saçacaktı.


Bir zamanlar ben de aynı konudan muzdarip oldum ama karımın okuryazar bir insan olması nedeniyle, saldırıyı ucuz atlattım. Marks'tan girip, Lenin’den çıktım, kapitalizm filan derken Mayksizm’e ulaşıp paçayı yırttım!


Kapitalizm halı öcüleri yaratırken, kadınların cinperi korkularını çok iyi kullanır. Televizyon reklâmlarında cin çarpmış kıllı yaratıklar olarak lanse edilen Mayklar, kadınların hayal güçleri sayesinde hedefine hemen ulaştı. Ben, Mayk öcülerini yüksek kültürümle savuşturdum, diğer erkekler ne yaptı bilmiyorum!


Kapitalizmin öcülerine inanmayın. Bu kadar büyük zararlar verebilen güçlü hayvanlar niye ayakaltında sürünsünler! Gerçekten güçlü olsalardı başımıza çıkarlardı, akıllı olun biraz!


Aynı numara PH formüllü vıdı vıdı söylemlerle şampuanlarda da çekiliyor.


İşin en iğrenç oyunları ilâç fabrikaları tarafından yönetiliyor. İlâç tüccarları dünyaya bir hastalık adını öğretip inandırarak bol miktarda ilâç satıyorlar. Örneğin depresyon numaraları iyi tuttu. Çünkü birçok hastalık gibi onu da iktidarsızlık yapar tehdidiyle pazarladılar Zaten bizim millete şu ilacı kullanmazsanız kuşunuz uçmaz derseniz, satış patlaması yaşarsınız. Kuşyeminin her türlüsü yok satar.

Yılgın Türkler / Bülent Akyürek

Belki üslubu bozuk biri olabilir; ama kimse şurada yazılanların doğruluğunu inkar edemez... Tamam herşeyi kapitalizme bağlamamak gerekir... Ama insan başka da birşey düşünemiyor...

Yıllardır doktorlar; "saçlara dışarıdan müdahale olmaz, saç içten beslenir" der, yıllardır da şampuan reklamları; "Saçlarınız "X" ile kökten uca beslensin, güçlenip köklensin, ahenkle dans etsin" der...

Bazen reklamlara kazara denk geldiğim zaman, kendimi aptal gibi hissediyorum...

Yazıyı okunmaya değer bulduğum için paylaştım, tümden olmasa bile konusu itibari ile değer... İnsanlarımızın uyutulduğunu görmek gerekir, uyanık olmak gerekir...
NûN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 07-17-2010, 22:54   #3
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Kültürel hayatın, ilginin, yoğunlukların, inceliklerin, hassasiyetlerin ve üretimin yoksullaşması, kirlenmesi, siyasal hayatı da, ekonomik hayatı da olumsuz yönde etkiliyor.
Toplumlara hayatiyet sağlayan, anlamların, değerlerin, ilgilerini bağların yok edilmesi, kültürden, bilgeliklerden bağımsızlaştırarak, teknolojinin sırları içersine kapatmak; toplumları korkunç bir çölleşmeye sürüklüyor. Toplumsal gerçekliğin yalızca siyaset yoluyla tanımlaması; toplumları anlayamamak gibi bir sonuç doğuruyor. Toplumlaşma yapılarının, ideolojik müdahalelerle, kısıtlamalarla, denetime tabi tutması, kuşatıcı/ kapsamlı anlam bütünlüklerinin parçalanmasına neden oluyor. Hangi topumda olursa olsun, ideolojik müdahaleler toplumsal hayatı doğal işleyişini/ akışını akamete uğratıyor. Türkiye’de yaşandığı üzere; ahlaki meşruiyetin yerine, resmi/ideolojik meşruiyetin geçmesiyle birlikte, her türlü baskı, ötekileştirme, dayatma günlük hayatın bir parçası haline geliyor, faşizm normalleşiyor, adaletsizlikler çığ gibi büyüyor.
Eğitimin tek boyutlu hale getirilmesi, eğitime ideolojik içerik kazandırılması, eğitimin ruhsuzlaşmasına neden oluyor. Seküler faşizm sebebiyle, ahlaki eğitime ihtiyaç duyulmaması, ahlaki/manevi ilkelerden/ ölçülerden bağımsız kuşakların yetiştirilmesiyle sonuçlanıyor. Hangi alanda olursa olsun ideolojik müdahaleler, toplumların ufkunu kapatıyor, toplumların yenileme yeteneklerini ve iradesini öldürüyor. Her ideolojik müdahale, aklın ve ahlakın ve ahlakın sınırları yıkılarak gerçekleştiriliyor. Toplumsal sorunlar söz konusu olduğunda ideolojik yapılar ve kontrol, dini yapıların ve yaklaşımların, hukuki yapıların ve yaklaşımların yardımına ihtiyaç duymuyor. İdeolojik sistem/ söylem, bütün değerleri, kavramları sorumsuzca araçsallaştırıyor. Toplumsal bir sistemi fiziksel bir sistem gibi düşünmek, fiziksel bir sistemi yönetiyor gibi yönetmeye çalışmak, toplumu bir eşya gibi görmek anlamı taşır.
İslam, farklı toplumları, renkleri, kökenleri, büyük ve anlamlı bir topluma bir barış toplumuna, barışçı bir bütünlüğe dönüştürmüştür, dönüştürmektedir. İdeolojik sistem bu bütünlüğü bozarak, toplumu, topluluklara, birbirine yabancılaşan parçalara dönüştürdü. Günümüzde yerel bağlamda da, küresel bağlamda da; ideolojik/ ekonomik/ politik egemenlik ihtiraslarının neden büyük göçler, yerinden edilmeler, büyük kitleleri, coğrafi, kültürel, toplumsal, değişikliklere, yabancılaşmalara, yalnızlıklara ve ruhsal sarsıntılara sürüklüyor. Toplumsal yenilenmeyi başaramayan ideolojik politikalar, toplumlara sessizliği/ itaatkârlığı dayatıyor. Toplumsal sorunlara neden olan, bu sorunları ısrarla ve inatla derinleştiren, ideolojik politikalar, bu sorunların bir gün toplumsal muhalefete, çatışmaya ve karşıtlıklara neden olabileceğini düşünme ihtiyacı duymadı. Günümüzde toplumlar, toplumsal değerlerden, anlamlardan bağımsızlaştırılınca her türlü şiddete, ahlaksızlığa, kirliliğe ve dehşete açık hale geldiler. İdeolojik politikaların yetersizliği sebebiyle, insanlık sorunlarının yalnızca askeri ya da siyasal çözümlemelerle yanıtlayabilecek tek boyutlu sorunlar olmadığı, bu sorunların çok yönlü yanıtlar beklediğini hatırlamıyor.
Toplumların, toplumsal olmayan ideolojik/ ırkçı güçlerle işgal altına alınması, toplumları boğucu umutsuzluklara mahkûm ediyor. Türkiye’de de olayların içersinde yaşayarak öğrendiğimiz üzere; ideolojik ve ırkçı güçlerin toplumsal bütünlüğü ya da dönüşümü gerçekleştirebilecek birikim/ yaklaşım ve yetenekleri yoktur. İdeolojik ve ırkçı güçler bir sorumluluk bilincine ihtiyaç duymadıkları için, yıkıcı sorumluluklar üretmekten çekinmezler.

Atasoy Müftüoğlu










Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 07-17-2010, 22:55   #4
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Tarihisel değişim/ dönüşüm hareketlerinin mahiyetini mantığını, yasalarını anlayamamak, kavrayamamak, bu değişim ve dönüşüm hareketlerinin olumsuz etkilerinin olumsuz etkilerine maruz kalmak, İslam dünyası toplumlarında çok derin belirsizlikler ve çatışmalara neden oluyor. Bu değişim ve dönüşümler, bunların etkileri karşısında, İslami çözümler üretmemek gibi üzerine yererince düşünmediğimiz için, İslam toplumları bir karar merkezi haline gelmeyi başaramıyor. Bütün insanlık sınırlarının, ahlaki sınırların hayâsızca çiğnendiği bir dönemde, Müslümanlar olarak tarihin insani olmayan yüzüyle sınanıyoruz. Müslümanlar, insanlık adına utanç duyulması gereken toplama kampları, işkence adaları, işkence merkezleri vb. gibi uygulamalarla terörize ediliyor. Güncellikle sınırlı ilgiler, duyarlılıklar sebebiyle, İslam ve Müslümanlar çok yönlü kuşatılmışlıkları, emperyal baskıları hissetmiyor. Güncellikle sınırlı ilgiler, duyarlılıklar, hepimize büyük bilinç ve kişilik kayıplarına yol açıyor.
Parçalanmış, kısıtlanmış, baskılanmış İslami varoluşlar yaşıyoruz. Bu durumdan çok rahatsız olduğumuz söylenemez. Seküler dünya görüşü ve seküler bilgi sistemi, biz Müslümanların kamusal bir var oluşa sahip olmamızı, kamusal bir varoluş mücadelesi vermemizi yasaklıyor. Her durumda, özel alanlarda kalarak, kısıtlı varoluşlarımızı sürdürmemiz isteniyor. Allah’a ait olma bilinci, biz Müslümanlara, her yerde, her koşulda, kendi varoluşlarımızın bilincinde olmamız gerektiğini öğretir. Bu bilince ve ahlaka sahip olmamız için, sürüldüğümüz özel alanlarda duygusal/ romantik/ mistik/ folklorik/ yerel/ hamisi dini hayatlar yaşıyoruz. Gerçek bir varoluş bilincine sahip olabilmek için, karşı karşıya bulunduğumuz, maruz bırakıldığımız bütün yabancılaşmaların farkına varabilmeliyiz. İdeolojik yapılar karşısında bağımsızlığımızı kazandığımızda kendimizi gerçek kılabiliriz. Bağımlı varoluşlar bir umut ve irade üretmez. Bağımlı varoluşların algılarını/hayatlarını egemen irade yönetir.
Ortak bir hayat tarzı, ortak değerler/anlamlar temelinde şekillenen, ortak değerlere yabancılaştırılan toplumlar, beklenmedik altüst oluşlar yaşarlar, yaşıyorlar. Bu alt üst oluşlara son verebilmek için, toplumların kaybettikleri anlam/ erdem sistemlerine yeniden sahip olabilmeleri gerekir.
İslami sorumluluklarımızı, düşünsel/ kültürel ve ahlaki sorumluluklarımızı ancak bağımsız varoluşlarımızla gerçekleştirebileceğimizi unutmamalıyız.
Bağımlı varoluşlar, insanları, yalanlarla birlikte yaşama, sahte ilişkilerle, sahte kişiliklere/tercihlere sevkeder.

Atasoy Müftüoğlu







Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-07-2010, 10:18   #5
Kullanıcı Adı
rizzelli
Standart

Silahlı Kuvvetlerimizin en üst ve en önemli komuta merkezi bu suçlamaları yok sayma hakkına veya yetkisine sahip mi?
Hani Genelkurmay Başkanlığı kamuoyuna karşı açık ve dürüst bir “bilgilendirme” politikası izleyecekti?
Belli ki bir yerlerde bir şeyler bozuk.
Neyin bozuk olduğunu bulmak bizim işimiz değil. Ama Silahlı Kuvvetlerimizin saygınlığını kökünden zedeleyecek kadar ağır suçlamalar karşısında hiç değilse, “Şu tarihte, şu şekilde inceleme başlatılmıştır. Sonuç kamuoyuna duyurulacaktır” gibisinden resmi bir duyuru dahi yayınlamayan Genelkurmay, kamuoyundan destek beklememelidir.

Oktay EKŞİ - HÜRRİYET

rizzelli isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-07-2010, 10:21   #6
Kullanıcı Adı
Ertuğrul ÖZGÜL
Standart
Ben bu adamın bu sözlerinde samimi olduğuna inanmıyorum...
Bence bu şahıs taktik veriyor....malüm kişilere... göz boyayın ki açık destek alın diyor...
Ertuğrul ÖZGÜL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-13-2010, 17:23   #7
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Bu ülke 90 yıldır CHP'nin elinden hiçbir 'Hayır' görmedi ve bugün de şer için 'Hayır'a çağırıyor bizleri. Peki neden 'Hayır' diyelim Anayasa değişiklik paketine? Vergilerimizle maaşa bağladığımız generaller kafamızda kılıç sallasın diye mi? Yoksa kararlarını hukuki değil de mezhebi temellere göre alan, yine vergilerimizle maaşladığımız yargıyı ayakta tutalım diye mi?

Kılıçdaroğlu bizden 'Hayır' istiyor. Çünkü, bizler Hantepe'de askerlerimiz vurulurken bunu canlı yayında izleyen komutanlarımızdan hesap sorulmasını ,öldürülüp asit kuyularına atılan insanlarımızın üzerinin açılmasını istemiyoruz. Mahkemelerde hukukçu değil, mezhepçi hakim ve savcı önüne çıkmak istiyoruz. Banka hortumlayan, kağıt kaçakçılığı yapan, vergi kaçırandan hesap sorulsun istemiyoruz. Hesap sorulmasın bunlardan çünkü bu beyler ve hanımefendiler kutsal bir vazife taşıyorlar. 90 yıldır benliğimizi, kimliğimizi parçalayan laikliğin koruyuculuğunu yapıyorlar. Onlara herşey helal. Öldürmek de, öldürtmek me, kaçakçılık da, yolsuzluk da...Eğer bu kadar düştüysek o zaman Kılıçdaroğlu için 'Hayır' diyelim.

Bas bas bağırıyor “Hesap soracağım kul hakkı yiyenlerden” diye. Ona oy verelim, Anayasa değişiklik paketine 'Hayır' diyelim ki, Bay Kılıçdaroğlu hesap sorsun. Ama hesabı kimden soracak? Zira başında bulunduğu parti 90 yıldır bizlerin, kulların hakkını yiyor. Gerçi onlar 'kul' lafından da pek hazzetmezler. O yüzden hep 'Kulluk değil, cumhuriyet” diyorlar ya...Bizleri Allah'a kul olmamaya çağırıyorlar, kendilerine kulluk yapalım istiyorlar. Ama nedense Kılıçdaroğlu yine de 'kul hakkı' diyor. Bunu 'Hayır'a yormalıyız ancak madem Kemal Bey hesap soracağına söz verdi o zaman biz de isteklerimizi sıralayalım.

Öldürülüp asit kuyularına atılan kulların hakkını diğer kullardan soracak mısın Kemal Bey? Askerler vurulurken üç boyutlu film izler gibi izleyen general kulları sorgulayacak mısın? Kağıt, petrol, vergi kaçakçılığı yapan işadamı kulu hapse tıkacak mısın? Harcamalarını bizim cebimizden çıkan vergilerle karşılayarak zina yapan eski genel başkanın ile milletvekilinden hesap soracak mısın? Zina yapan milletvekilinle ilgili “Saygı duyarım” diyerek bizlere saygısızlık yaptığın için kendinden hesap soracak mısın? Eğer sen de bu milletvekilin gibi bir duruma düşsen kendine de saygı duyacak mısın, bizlerin de saygı duymasını bekleyecek misin?

Süleymen Kaya










Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-13-2010, 17:27   #8
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Demokrasi konusunda herkes net olmalıdır. Kıvırarak, omurgasız davranarak, demagoji yaparak bu meselenin geçiştirilecek tarafı yoktur.

Geçmişteki demokrasi sınavlarında CHP gibi ciddi yalpalamalar yapan TÜSİAD'ın dünkü açıklaması da hayret vericidir. TÜSİAD diyor ki, "YAŞ'ta siyasi otoritenin zaten kendi tasarrufunda bulunan tercihlerini, adalet mekanizması üzerinden dayattığı görüntüsü ülkemizde giderek belirginleşen güçler çekişmesi krizine yeni bir ivme kazandırmıştır. Sonuçta sivil-asker ilişkilerinde önemli bir eşik geçilmiş; ancak demokrasinin sağlıklı işlemesinin şartı olan güçler ayrılığı ilkesi zarar görmüştür". Yani "hükümet yargıya müdahale ederek komutanlar hakkında dava açtırdı, YAŞ'ı etkilemeye çalıştı" demek istiyor. Bu çok seviyesiz ve mesnetsiz bir yorumdur, açık bir İFTİRA'dır. Demokrasi mesajı veriyor gibi yaparak başka amaçlara hizmet eden bu tür çıkışlar, CHP'nin söylemlerini andırıyor. Ciddi bir kuruluş, hükümete yönelik böyle aleni bir iftirada nasıl bulunabilir? Peki tutuklama kararını kaldıran mahkemeye de hükümet mi talimat vermiştir? Ayıptır ayıp...

Yasin Doğan








Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-15-2010, 14:13   #9
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Ama öncelikle Kürt Müslümanların diğer Müslümanlardan talebi nedir? Çağrısı var mıdır? Beklenti ne yöndedir? Bunların netleşmesi lazım…

Savaş mı? Barış mı? Direniş mi? Dayanışma mı? Duyarlılık mı? Dua mı? İnsani yardım mı? Psikolojik destek mi? Yoksa hala istekler muğlâk mı?

Acilen biz Müslümanlar birbirimize ne söyleyeceksek, nasıl bir mutabakat arayışında isek bunun belirginleşmesi gerekiyor? Sadece teselli bulmak, yüreğimize su serpmek, günah çıkartmak veya tribünlere oynamak değil, tüm samimiyetimizle sadra şifa olacak cümleler kurmalıyız…

Sorunun çözümü noktasında İslam dışı çevreler Müslümanları muhatap almıyor, hesaba katmıyorlar diye alınmak, sızlanmak, şikâyet etmek durumunda değiliz… Evvel emirde sahada olan Müslüman çevreler birbirilerini muhatap almalı, bu yakıcı, eritici soruna el atmalı, ağırlıklarını hissettirmelidirler…

Endişem bu konuda bugüne kadar Müslümanların ihmalinin İslam’a fatura edilmesidir. İslam’ın egemen sistemin payandası olarak gösterilmesidir. Kürt sorunu üzerinden İslam’ın mahkûm edilmesidir… Özellikle bölgede genç kuşakların İslam algısı kuşku, önyargı ve tepki yüklüdür…

Kürt halkı laikçi, seküler, rasyonalist çevrelerin etkisiyle İslamsızlaştırma kampanyalarına maruz kaldı… İslam, Kürt halkının ezilmişliğinin, geri kalmışlığının gerekçesi olarak karalandı… Zerdüştlük, Kürt halkının ulusal dini şeklinde lanse edildi…

Arap, Fars ve Türklerin Kürtler üzerindeki asimilasyoncu, ırkçı hâkimiyet kurma politikalarının faturası İslam’a çıkarılıyor… Kürtlerin ulusal bilincinin körelmesinin müsebbibi olarak İslam gösteriliyor…

İşte PKK’nın önünü açan bu söylemler oldu…

Fakat tüm geç kalmışlığımıza rağmen hala yapabilecek çok şey var... “Bu sorun beni aşar” demeden, “bu sorun sistemin sorunudur” kolaycılığına kaçmadan, elimizi taşın altına sokmalıyız…

Soruna sadece duygusal ve tepkisel yaklaşımlarla değil, gerçekçi, tutarlı, ilkeli, kararlı, basiretli hamlelerle müdahil olmalıyız. Canımız acısa da, yüreğimiz yansa da, öfkemiz kabarsa da yeni yanlışlara ve yangınlara fırsat veremeyiz…

Sorunun müsebbibi Kemalist paradigmanın seçkinci bürokratları olsa da olayın tüm acı ve yakıcı sonuçlarını biz yaşıyoruz… Ortadaki vahşet ve vahamet bizi vuruyor… Bedel ödeyen biz…

Maliyeti insan hayatı ve toplumların birbirine nefreti olan bu gidişata duyarsız kalırsak kimse bizi affetmez…

Bizler sadece olup biteni izleyen, tartışan, yorumlayan olmanın vebalini taşıyamayız…

Evet, öncelikle Müslümanların ortak bir akla ve ortak bir dile ihtiyacı var. O takdirde çözüme yaklaşırız…

Temel referans Kuran ve Sünnet olduktan sonra neticeye gitmek zor olmayacaktır. Yeter ki, her şeyi vahyin kriterleriyle test edebilelim.

Doğrularımızı sadece söylemde değil, yaşamda da kanıtlamak durumundayız… Önce Müslümanlar duruşlarıyla güven vermeli, adil şahitliklerini sürdürmelidirler…

Şu an Kürtlerde güvensizlik, diğerlerinde ise endişe hâkim…

Ve bu sorun sandıklardan, satırlardan önce sadırlarda çözülmesi gereken bir sorundur… Bugün ateşkes sağlansa bile, yüreklerdeki kin ve nefret ateşini nasıl söndüreceksiniz?

Bizler, Müslüman coğrafyanın tarih içinde toplum sorunlarına getirdiği çözüm pratiklerini, yeni birikimlerle beraber zenginleştirerek yeniden üretebiliriz…

Ama önce Müslümanlar lokal, yerel ve kendi özel çabalarıyla kendilerini sınırlamadan yapılar üstü ortak perspektiflerde buluşmaları gerekiyor…

Derinden gelen dip dalgaya, mikro milliyetçi marazlara kimden gelirce gelsin geçit vermemeliyiz… Müslümanlar ne Türk ulus devletini, ne de Kürt ulus devletini savunmak zorunda değillerdir. Her şeyden önce Müslüman’ız, etnik kökenimiz, kavmi kimliliğimiz dinimizin önüne geçemez…

Nihai çözüm ise adil, güven ve gönüllü ortaklığa dayalı bir İslam birliğidir… Yani esas olan; ittihadı İslam’dır. Belki kimileri için uzak ve zor bir hedef olabilir ama bu amaca yoğunlaşınca şartların oluşacağına inanıyorum. Kaldı ki netice ne olursa olsun bu bizim için itikadi ve ibadi bir sorumluluktur.

Şayet bunun bir çözüm olduğuna inanıyorsak kıyamete kadar bu hedeften kopamayız…

Ertelenen ve engellenen bu proje ümmete çok pahalıya mal oldu…

Evet, çözümü dışarıda değil, önce içeride arayacağız…

Duyarlılık ve sorumluluk bağlamında gerçek evrensel İslam kardeşliğini ayağa kaldıracağız…

İçi doldurulmamış, tek taraflı bir kardeşlik söylemi havada kalır, hayatta karşılığı da yoktur…

Kardeşlik hamasetini ve edebiyatını kimse yutmuyor, sadakat, samimiyet içeren bir kardeşlik özleniyor…

Evet, ya vahyin istediği şekilde kardeşleşeceğiz…

Ya da resmi ideoloji Türkleri kurtlaştırmaya, Kürtleri de mankurtlaştırmaya devam edecek!

Çözüm Türk kurtlaşmasına karşı Kürt kurtlaşması da değildir…

Faşizan mihrakların istediği etnik kutuplaşmayı kardeşlik bilinciyle bertaraf edebiliriz…

Geciktik ama vazgeçmedik… Çünkü inanıyoruz ki “iman etmedikçe cennete giremeyiz”… Birbirimizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmayız…”

Bir başkası için bu bir Kürt sorunu olabilir ama bizim için iman sorunudur…

Ramazan Kayan








Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-16-2010, 21:58   #10
Kullanıcı Adı
rizzelli
Standart
En mühim silah ve tamir aleti 'istiğfar'dır

Cennete varmasını hedeflediğimiz yolumuzun şeytan ve avanesi tarafından kesilmesine karşı devamlı uyanık kalmamız gerekmektedir.

Uyanık kalıp, zarar görmeden muzaffer olmamızın yolu ise şeytanı ve nefsi unutmamak, en mühim silah ve tamir aleti olan 'istiğfar'ı elden bırakmamak, kâlimizle 'euzubillah' demekle Cenab-ı Hakk'a sığınmak ve halimizle sünnet-i seniyye kalesine dehalet etmekten geçmektedir.
rizzelli isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim
bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı




2007-2026 © Siyaset Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.


Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı