Nefsin Kötü Huyları
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bu mektubu Seyyid Nâkib Şeyh Ferid Buhârî’ye göndermiştir.
Bu mektup; nefsi emmârenin yerilmesi, onun zâtî (özünde bulunan) hastalığı ve bu hastalıktan kurtulmanın ilacını izah hakkındadır.
Şefkat ve merhamet vechi üzere göndermiş olduğu mektubuyla, bu samimi duâcı kulu imtiyazlı kılan kıymetli kardeşimin mektubunu okumakla şerefyâb oldum. Çok şerefli dedeniz Muhammed Mustafa (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)hürmetine, Sübhân olan Allâh-ü Teâlâ ecrinizi arttırsın, kadr-u kıymetinizi yüceltsin, gönlünüzü ferahlatsın ve işlerinizi kolaylaştırsın. Duâların en üstünü, selamların en mükemmeli, Onun ve Ehlinin üzerine olsun.
Allâh-ü Teâlâ, hem zâhiren hem de bâtınen Onun sünnetine tâbi olma husûsunda bizleri dâim eylesin. (Bu duâya) “Âmin” diyen kula da, ALLAH rahmet eylesin. Ahlâkı bozuk olan dosttan ve kötü arkadaştan şikâyet bâbında birkaç paragraf yazmak istedim. Bunu kabul kulağıyla dinleyeceğinizi ümid ederim.
Ey Kıymetli Evladım! Bilesin ki; insanın nefsi emmâresi, makam, mevki ve reislik tutkusu üzerine yaratılmıştır. Ve onun tüm arzusu bütün akranlarından üstün olmaktır. Asıl temennisi ise; bütün mahlûkatın kendisine muhtaç olması, emir ve yasaklarına boyun eğmeleridir. Ama kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmasını istemediği gibi, hiç kimsenin hükmü altına girmeyi de asla istemez. İşte bütün bunlar, nefsin ilahlık davası gütmesinden ve eşi-benzeri olmaktan münezzeh olan yüce yaratıcısına kendisini ortak görmesinden başka bir şey değildir.
Hatta nefis, (bu durumda bile) mesûd olmaktan uzaktır. Çünkü ALLAH ile ortak olmaya bile razı değildir. Bilakis o sadece kendisinin hâkim olmasını ve herkesin kendi idaresi altında bulunmasını ister.
Bir Hadîs-i Kudsîde vârid oldu ki: “Nefsine düşman ol. Zira o Bana düşmanlık için ayağa dikilmiştir.”
Makam, reislik, yükselmek ve büyüklenme gibi nefsin arzu ettiği şeyleri ona vererek nefsi terbiye etmeye kalkışmak; hakikatte, ALLAH’a düşmanlık etmesi için ona yardım edip destek olmaktır. Öyleyse bu işin ne kadar çirkin olduğunun idrak edilmesi gerekir.
Bir başka Hadîs-i Kudsîde ise şöyle buyuruldu: “Kibriyâ Benim ridam, azamet ise Benim izarımdır. Her kim bu ikisinden birinde Benimle mücâdeleye girerse, hiç aldırış etmeden (acımadan) onu ateşime atarım.” Şüphe yok ki alçak dünyanın Allâh-ü Teâlâ katında buğzedilmiş ve lânetlenmiş olmasının sebebi; dünyanın ele geçmesine, nefsin isteklerinin elde edilmesine yardımcı ve destekçi olması sebebiyledir. Her kim düşmana yardım ederse, şüphe yok ki lânetlenip kovulmaya müstehaktır. Fakirlik, Muhammedî bir gurur olmuştur. -Ona ve Ehline Salât ve Selam olsun.- Zira fakirlikte nefsin arzularının yerine gelmemesi ve âciz kalması vardır.
Peygamberlerin –Onlara salât-ü selâm olsun gönderilmesinden maksad ve şer’i tekliflerdeki hikmet de, bu nefsi emmâreyi aciz bırakmak ve onu tahrip etmektir. Muhakkak ki şer’î emirler, bilhassa nefsânî istekleri kaldırmak için gelmiştir. Her ne zaman şerâitin gerektirdiği bir amel işlenirse, o amel nefsâni arzulardan kendi miktarı kadarını giderir. İşte bu sebeple, şer’î hükümlerden birini yapmak; nefsâni arzularını giderme konusunda, kendiliğinden (Şer’î bir emir ve tavsiye olmadığı halde, kendi aklına göre) bin sene riyâzât ve mücâhede de bulunmaktan daha üstündür. Hatta Şeriat-ı Garrâ’ya uygun olmayan bu riyâzât ve mücâhedeler (bırak köreltmeyi) nefsin arzularına güç ve kuvvet vericidir.
Brahmanlar (Genelde Hindistan’da yaşayan ve kendilerini dünyadan soyutlayan Budist rahipleri) ve cukiler (Hind kafirlerinin dervişlerine cuki denir. Bu garip insanlar uzun süre bir şey yemez içmezler, çukurlar kazıp bir tek hava deliği bırakırlar ve orada aylarca kalırlar. İşte bu kimseler) riyâzât ve mücâhede konusunda hiçbir şeyi eksik bırakmadılar. Nefsanî istekleri kırmak, şehevi arzuları gidermek için ellerinden geleni yaptılar. Ancak bu yapılanlar şerîata muvafık olmadığı için bundan kesinlikle faydalanamadılar. Neticede; nefsin kuvvetlenmesinden başka ellerine bir şey geçmedi.
Mesela; bir kimse, şerîatın emrettiği zekâtı ödemek niyetiyle bir dânik (Dirhemin altıda biri miktarında az bir para) verse, nefisini eğitip adam etmek konusunda kendiliğinden bin dinar veren kimseden daha hayırlıdır. Aynı şekilde Ramazan Bayramı gününde şerîatın hükmü gereğince yemek yemek de, nefsâni arzuları giderme hususunda kendiliğinden senelerce oruç tutmaktan daha faydalıdır.
Sabah namazının iki rekâtını cemaatle kılmak gibi sünnetlerden bir sünneti yerine getirmek, sabah namazı cemaatini terk ederek, gecenin tamamını nafile namazla geçirmekten daha faziletlidir. Hâsıl-ı Kelâm; nefis, liderlik ve üstünlük sevdasının pisliğinden temizlenmedikçe, kurtuluş imkansızdır. Bu hastalıktan kurtulmayı düşünmek ise zarûridir. Tâ ki ebedî ölüme götürmesin… Afâkî ve enfüsî ilahları nefyetmek için vazedilmiş olan “Lâ ilâhe illellâh” kelimesi, nefsi ıslah etmek ve temizlemek hususunda en uygun olanıdır. Tarikat Büyükleri -ALLAH onların sırlarını takdis etsin- nefsin tezkiyesi için bu kelime-i tayyibeyi tercih etmişlerdir.
Şiir:
“Lâ” kılıcıyla vurmadıkça boynuna masivânın
İllALLAH sarayında, ALLAH’a kavuşamazsın.
Nefis; inat ve azgınlık, fesat çıkarmak ve ahdi bozma makamında bulunduğu müddetçe, bu kelimeyi tekrar ederek îmânı yenilemek gerekir. Nitekim Aleyhissalâtü Vesselam Efendimiz: “Lâ ilâhe illallâh” sözüyle imanınızı yenileyin” buyurmuştur. Hatta bu kelimeyi bütün vakitlerde, her zaman tekrar etmek gerekir. Zira nefsi emmâre daima habâset makamındadır. Peygamber Efendimiz (SallALLAHü Aleyhi Vesellem)den bu kelimenin fazileti hakkında şöyle bir hadîsi şerif vârid olmuştur: “Eğer gökler ve yerler mîzânın bir kefesine, bu kelime de diğer kefesine konulsaydı, bu kelimenin bulunduğu kefe diğerine ağır basardı.”
Selam, hidâyete tabi olanlara ve Hz. Muhammed Mustafa’nın sünnetine sımsıkı sarılanlara olsun. Ona ve Âline, ekmel manada salât ve çokça selam…
|