Sâliha bir hanım, huzur dolu bir aile ortamı için kocasıyla münâsebetlerinde başka ne gibi incelikleri gözetmelidir?
Beyini hiçbir zaman ihmal etmemeli, aile fertleri arasındaki sıralamada onu ikinci sıraya düşürmemelidir. Bu hâl, fıtrata ters düşeceği için normal bir erkek, kadının böyle bir davranışını kabullenemez.
Bir insanı memnun etmek için onu iyice tanımak gerekir. Bu yüzden hanım, kocasını anlamaya, onun ideallerini, alâkalarını, hislerini, zevklerini paylaşmaya ve ondan kopmamaya çalışmalıdır. Buna mukabil erkek de hanımına karşı aynı şekilde hareket etmelidir. Eğer bunu önemsemezlerse, hayat arkadaşlığının tabiî icabı olan "müştereklikler" gittikçe azalır ve eşler birbirinden zamanla uzaklaşır. Vakitlice tedbir alınmazsa bu bir müddet sonra öyle bir hâl alır ki; eşler arasındaki muhabbet ve birliktelik, yerini ayrılık ve nefrete bırakabilir. Bunun en kötü mevsimi ihtiyarlıktır. Birlikte geçirdikleri yıllar boyunca birbirini tanıyıp anlamaya çalışmamış kimselerin ihtiyarlık demlerindeki ayrılığı ise, hazîn bir yalnızlık ve geri dönülmez bir hasret ve nedamettir.
Hanım, beyine hayırlı ve meşrû her işinde yardımcı ve destek olmalıdır. Onun akrabalarına da hürmette kusur etmemelidir. Tercih ve fedâkârlık durumunda kalırsa, onun ailesine daha fazla yakınlık göstermelidir.
Hayat sürprizlerle doludur. Felaket ve buhran zamanları olabilir. Böyle zamanlarda beyinin yanında bulunması ve onun yükünü hafifletmeye çalışması gerekir. Büyüklerimiz demişlerdir ki, "Halı ol, üzerinde kırk ayak dolaşsın ki, baştâcı olasın." Başka bir darb-ı meseldeki gibi, sıkıntı anlarında "ağzından kan damlasa, kızılcık şurubu içtim" denilmeli, kol kırılıp yen içinde kalmalıdır. Yuvasına gelinlikle girmeli, yuvayı saadetle doldurmalı ve bu kapıdan ak, lekesiz bir kefenle ebedî yolculuğa çıkmalıdır. Nitekim Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, ilk hanımı olan Hazret-i Hatice'nin sabır, anlayış, teslimiyet ve fedâkârlıklarını, bir ömür boyu hayırla yâd etmiştir.
Kısacası insanlar sevmelidir ki, sevilsin; saymalıdır ki, sayılsın. Fedâkâr olunmalıdır ki, karşılığında güzellik ve ikramlar bulsun. Lâkin aile içinde bunlar öncelikle hanımdan gelmelidir. Tabiî akıllı kadın, kocasına kendisini sevdirir ve saadet yolunun mimarı olur. Hadis-i şerifte:
"Kocası kendisinden râzı olarak vefât eden kadın, cennete gider." (Tirmîzî, Radâ, 10; Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Nikah, 4) buyurulmaktadır. Bu hadis-i şerif, hem sâlihâ bir hanımın beyini memnun etmesi hâlinde nâil olacağı mükâfâtı bildirmekte ve hem de ailede erkeğin mevkiine ve kadının ahlâkına temas etmektedir.
Erkek de hariçte çalışıp uğraşırken kazancının helal olmasına dikkat etmeli, eve girenin kaynağından bîhaber olan hanımına ve yavrularına şüpheli şeyler bile yedirmemeye dikkat etmelidir.
Diğer bir hadis-i şerifte "Kişinin güzelliği dininde, mürüvvet ve şerefi aklında, soy-sop güzelliği de ahlâkında gizlidir." buyurularak eş tercihlerinde dikkat edilmesi gereken ölçülere işaret edilmiştir.
Saliha kadın, yalnız beyini sevip saymakla kalmayıp, onun akrabalarına ve dostlarına da meşrû ölçüler içinde yakınlık göstermelidir. Zira kadının bu davranışı kocasını memnun eder. Fakat bunda hassas olunması gereken bir husus vardır, o da şer'î mahremiyet sınırlarına uyulmasıdır. Kadın, evde yalnızken, kendisine nikâh düşen akrabayı bile içeriye almamalıdır. Bu hassas bir konudur. Kimsenin hüsn-i niyetine inanmamalı ve bilhassa kadın kendini lekelenmekten uzak tutmalıdır. Çünkü kadın bembeyaz elbise gibidir, onda en küçük bir leke bile göze batar.
Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- şüphe getirecek durumlardan uzak bulunmayı arzu ederdi, töhmet olan yerlerde bulunmayınız, buyururdu.
Nitekim bir gece vakti, Allah Rasûlü, hanımlarından biriyle sokakta yürürken karşılarına çıkan ensardan iki şahsa yanındaki kimseyi tanıtır mâhiyette:
"-Bu anneniz Safiye binti Huyey'dir." buyurmuştur. Ashâbın:
"-Rasûlü'nün uygunsuz bir davranışta bulunmasından Allah'ı tenzih ederiz, Ya Rasûlallâh!" demeleri üzerine de:
"-Şeytan insanın vücudunda kan gibi dolaşır. Onun sizin kalbinize bir kötülük -veya bir şüphe- atmasından korktum." (Buhârî, İ'tikâf 11; Müslim, Selâm 23-25) buyurarak insanlarda şüphe ve töhmete mahal bırakmamayı tenbih etmiştir.
Hanımlar, kocalarının meşrû işlerinde daima yanlarında olmalıdır ki, bu sâyede zevc, hanımıyla tesellî bulsun, şevki artsın. Hayır ve güzellikler paylaşıldıkça artar; felâket ve üzüntüler paylaşıldığında azalır. Eşler, hem dünya, hem âhiret yolculuğunda birbirinin hayat arkadaşı olduklarını hiçbir zaman unutmamalıdırlar. Önceden her birinin müstakil bir hayatı varken, evlenmekle ortak bir hayata, ortak bir kadere dâhil olurlar. Öyleyse ortak hayatın icaplarına riâyet etmeli ve birbirini hayatın iniş ve yokuşlarında hep gözetmelidir. Eğer birinin ayağı sürçerse, diğeri ona baston olmalı ve kolundan tutup kaldırmalıdır.
Kadın, eşinin davranışlarına dikkat etmeli ve bir konuda asabîleştiğini farkettiğinde meseleyi büyütüp işi münâkaşa boyutuna vardırmamalıdır. Zira ciddî ve uzun süreli münâkaşalar, aradaki muhabbet ve saygıyı zedeler, aile yuvasını tehlikeye sokar. Bu gibi durumlarda hanımların zevclerine karşı davranışlarında sâkin ve terbiyeli olmaya devam etmesi uygundur. Sonunda koca da hatasını anlayacak ve hanımına karşı mahcûbiyet içinde hürmetkâr olacaktır. Aksi hâlde hatalı olmasına rağmen, bu haksızlığını göremeyecek ve aralarına girmiş olan şeytan, iki kalbe de kin ve husûmet tohumları ekecektir.
Eşlerin dikkat edeceği bir husus da aşırı güvensizlik ve kıskançlıktır. İnsanları en çok rahatsız eden şeylerden birisi de kendilerine karşı duyulan itimatsızlıktır. Eğer bu konuda çok ciddi sebepler ortaya çıkarsa birbirlerini suçlamadan önce, oturup konuşmayı denemelidirler. Yoksa ufak-tefek meseleleri büyütüp içinden çıkılmaz büyük problemler hâline getirmemelidirler.
İnsanların bazı hâdiseler karşısında basireti bağlanabilir. Unutkanlık veya hataları olabilir. Bir hanım, kocasını, birisine danışmak ihtiyacı içinde görürse, bütün samimiyet ve iyi niyetiyle yanında olduğunu hissettirmelidir. Böyle bir konuda bildiğinin en doğrusunu söylemeye çalışmalıdır. En yakın sırdaşı olmalıdır. Unutmamalıdır ki, erkek ve kadın, birbirini tamamlayan unsurlardır ve müminlerin anneleri olan Peygamber Efendimizin hanımları da zaman zaman fikirleriyle Efendimize destek olmuşlardır. Mesela Hudeybiye anlaşması esnasında Ümmü Seleme -radıyallâhu anha- validemiz, ashab-ı kiramın itirazlarından çok üzülen Peygamber Efendimiz'i teselli etmiş ve emrettiği şeyi önce kendisinin yapmasını tavsiye etmiştir. Peygamber Efendimizin tıraş olup ihramdan çıktığını gören ashab-ı kiram da ihramdan çıkmışlar ve bu mesele acı neticelere yol açmadan çözülmüştür. Yine Hazret-i Hatice validemiz, Peygamber Efendimiz ilk vahyi aldığında onu tesellî etmiş, üzüntü ve endişelerini paylaşmış ve Varaka bin Nevfel'le görüşmesine yardımcı olarak Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin takdirini kazanmıştır.
İslâm tarihinde Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- hakkında da benzer bir misal zikredilmektedir. Hazret-i Ömer, mescidde kadınların çok fazla mehir istediklerini ve bunun evlenmeyi zorlaştırdığını söyleyerek, mehir miktarını sınırlamak istemişti. O sırada mescidde Hazret-i Ömer'i dinlemekte olan arka taraflardan bir kadın, ayağa kalkmış, kadınların istedikleri kadar mehir talep edebilecekleri ile ilgili âyet-i kerîmeyi okuyarak Hazret-i Ömer'e itiraz etmiştir. Bunun üzerine Hazret-i Ömer hatasını anlamış ve:
"-Kadın isabet etti, Ömer yanıldı." buyurarak görüşünü değiştirmiştir.
Lâkin burada üzerinde durulacak önemli bir konu daha vardır. Kadın, herhangi bir mevzuda istişare ederken, görüşü doğru bile olsa tekebbürden (kibirlenmekten) uzak durmalıdır. Beyine herhangi bir mevzûda fikir ve tavsiyede bulunurken ona hürmetin dışına çıkmamalı, ona itimatsızlık göstermemeli veya ona nasihat vermek tavrına girmemelidir. Zira erkekler, zevcelerinden nasihat almaktan fazla hoşlanmazlar. Velhâsıl saliha kadın, Allah'ın kendisine verdiği akıl nimetini beyine karşı çok hassas bir üslup ile kullanmayı bilir.
Bir kadın kocasının gönlüne girebilecek bir maharet ve sanata sahip olmalıdır. Tarihimiz bunun en büyük şâhididir. Vâlide Sultanlarımız, padişah olan beylerinin kalplerine girerek, saltanatlarını orada devam ettirmişler ve bu sâyede arkalarında kendilerine sadaka-i cariye olan nice cami ve hayır müesseseleri bırakmışlardır. Hâlen devam eden bu hizmetleri sebebiyle hayır ve rahmetle yâd edilmektedirler.
Yine bir hanımın kocasını, bir başkasının yanında tenkit etmesi ve başkalarının yanında nasihat vermeye çalışması da edeb kaidelerine aykırıdır. Ne kadar hatalı da olsa, onu mahcup edip eksiğini teşhir etmemelidir!.. Aynı şekilde kocanın da hanımına karşı böyle bir davranışı yanlış olur. Zira âyet-i kerîmede:
"Kadınlar sizin için, siz de onlar için bir elbise gibisiniz." (Bakara Sûresi, 187) buyurulmaktadır.
Bir hanımın, kocasının eksik ve kusurlarına mukabil, başka bir erkeği kocasının yanında methetmesi de yanlıştır. Kocasını, hiç kimseye, hatta annesine ve babasına bile şikâyet etmemeli, onu hiç kimsenin yanında zora düşürmemeye dikkat etmelidir. Aradaki ihtilafları başkasına aksettirmek yerine, kendi aralarında çözmeye çalışmalıdır. Erkekler de hanımının kusurunu kırıcı olmayan bir lisanla söylemeli, araya (annesi, kızkardeşi vb.)başka şahısların girmemesine özen göstermelidir.
Çevremizde görürüz, bazı evliliklerde tarafların mutluluğu elde edememesinin temelinde hanımların kocalarına veya kocaların hanımlarına değer vermemesi vardır. Halbuki karı-koca, birbirinin hem cenneti, hem de cehennemi olabilir. Hem Allah'a kulluğuna itina gösteriyor, hem de beyinin meşrû isteklerine cevap vererek rızasını alıyorsa bu sâliha kadın, cenneti kazanabilme yolundadır.